Ay Anne Bak Ay İçimden Dolanıyor

7 Mart 2024
SEVDA MÜJGAN

Biz yetişkinlerin çocukları kimi yermek kimi övmek için sık kullandığı/kullanmayı sevdiği bir söz vardır: “Zamane çocukları!”  Yunus Bekir Yurdakul, zamane çocuklarına kulak verince ortaya kimi gülümseten kimi düşündüren yüz anekdot çıkar. Kitabın girişinde yer alan “Yetişkinler için çocuk kitabı, çocuklar için 100 öykü” notu kitabın hem yetişkinlere hem de çocuk okurlarlara söyleyecek sözü olduğunu ortaya koyuyor.  

Dünya olağanüstü bir hızla değişirken çocukların/çocuklarımızın bu hızın gerisinde kalmasını ister miyiz? Gelecek onların olduğuna göre bunu elbette istemeyeceğiz. Onlar, bu değişen dünyayla başedebilecek/onun üstesinden gelecek donanıma sahip olmalıdır. Bunun “nasıl”ı konumuzun dışında olduğu için biz sonuçlar üzerinden gidelim. Kitapta yer alan anekdotlar nasıl bir çocuk profili çiziyor? 

Beş yaşındaki Emek, savaş çıkınca öleceğimizi; cumhuriyeti Atatürk’ün kurduğunu, çocuklara bayram verdiğini biliyor. Dokuz yaşındaki Aslı; matematik, Türkçe, fen… her derse ayrı öğretmen girerken çoçuklardan bu derslerden hepsini bilmelerini isteyenlere isyan ediyor: “Haksızlık değil mi bu?” (s. 39) Yedi yaşındaki Asya, annesiyle katıldığı bir imza gününde, kitaplarını imzalayan yazarın yetişkinler için kaleme aldığı kocaman bir kitabı alalım diye tutturunca annenin imdadına yazar yetişiyor: “Nasıl okuyacaksın sen bunu?” Asya’nın yanıtı hazırdır: “Büyüyeceğim ben!” Büyüyünce okumak için kitaplar alan çocuklar başımızın tacıdır. Dört yaşındaki Poyraz, adalet duygusu gelişmiş bir çocuk olarak övgüye değer. Anneannesi, dedesinden ona göz kulak olmasını istiyor ancak koltukların üstünde zıplayan Poyraz yere düşüveriyor. Anneannnenin kaşları hemen çatılıyor: “Yahu, demedim mi sana, göz kulak ol, düşmesin çocuk!” Poyraz, hemen anneannesine karşı çıkıyor: “Yaramazlığı ben yaptım. Dedeme ne kızıyorsun?” (s. 67) Öğretmeninin dil yanlışını düzelten dört yaşındaki Mercan’ı, “Sevmek sarılmaktır.” (s. 131) diyen üç yaşındaki Simge’nin sözüne kulak vererek kocaman kucaklıyoruz: “Kaç defa söyleyeceğim öğretmenim, çorba yenmez, içilir!” (s.76) Üç yaşındaki Eymen, hastalanınca annesi şurup içmesini istiyor ancak o, bundan hiç hoşlanmıyor. Ne yapsa? İmdadına ilacın prospektüsü yetişiyor. “Anne, burada bir şey yazıyor. Ne yazıyor?” Annesine fırsat vermeden sorusunu kendi yanıtlıyor: “Eymen, bu ilacı içmesin yazıyor.” (s. 90) Çözüm odaklı, zeki çocukları alkışlıyoruz! 

Bilmek, farkında olmak, sorgulamak elbette istenilen özellikler ancak bir de günümüzün moda söylemleri var ki onların çocukların diline yerleşmesine ne kadar sevinebiliriz diye sormak gerekir.

Eftelya beş yaşında. “Çok seviyorum seni, herkesten, kendimden bile çok!” diyen teyzesini “Ben önce kendimi seviyorum sonra seni. Bence sen de öyle yap.” (s. 41) diye yanıtlıyor. Kişilerin kendinden bile çok sevdiği kişilerin olması bir kusur mudur? Bize sorarsanız zenginliktir. (Sömürgen bir sevgiden söz etmiyoruz elbette. O, sevgi değildir.) Sevgi; (defalarca duymuş olmalısınız) çağımızın hastalığı yalnızlık/tek başınalık duygusunun panzehirdir. İki buçuk yaşındaki Ada’nın “Ben kendimi çok seviyorum.” (s. 42) sözünü kendisiyle barışık olduğu biçiminde yorumlamak ne kadar yerindedir?

Eymen, beş yaşındadır. Anneannesi ikide bir ona seslenip eşyalarının yerini soruyor: “Eymen, telefonumu gördün mü? Nereye gitti bu şimdi?” Torununun yanıtı, anneannenin gönlünü kırmamış mıdır? “Anneanne, koskoca kadınsın! Nereye koyduysan oradadır telefonun. Yakında aklını da kaybedeceksin! O zaman ne yapacağız, bilmem.” (s. 64) Biz bu noktada ebeveynlerin araya girerek Eymen’i anneanneyle öyle konuşulmaması gerektiği konusunda uyarmasından yanayız. Kitabın öyle bir rolünün olmadığı söylenebilir. O zaman aklımızdan “Bu anekdota yer verilmese olmaz mıydı?” diye geçecektir.

Yedi yaşındaki Ece’nin kısa öykü yarışmasında ödül kazanan babasının ödülüne bakışı da aslında kara kara düşünmemiz gereken bir gerçeğe parmak basmıyor mu? “Beş bin lira daha iyi baba ama üç bin de fena değil.” (s. 135) Yedi yaşındaki bir çocuk beş binin, üç binin hesabını yapıyorsa kapitalizm zafer bayraklarını her geçtiği yere (artık her yere) dikmiş demektir. 

Altı yaşındaki Seçil ve ondan bir buçuk yaş küçük kardeşi, yaramazlıklarıyla annelerini çileden çıkarınca yer misin, yemez misin, anneleri onları hayli pataklıyor. Şiddete maruz kalan bir çocuğun kardeşine “Annemin eli acımıştır, değil mi?” (s. 142) diye yönelttiği soru, çocuklarımızdan uzak olması gereken bir duruma işaret ediyor. Bu anekdot; Seçil’i mi övüyor, anneyi mi yeriyor? Bilemedik. 

Kitaptaki anekdotların her biri, Murteza Albayrak tarafından resimlenmiş. Bu çizimler, anekdotları varsıllaştırıyor. Albayrak’ın onları “bir oyundaymış heyecanıyla ve gülümseyerek resmettiği” hemen görülüyor. Değinmeden geçmek olmayacaktı. 

Yunus Bekir Yurdakul, “Çocuklardan Çaldığım Öyküler” adını verdiği kitabının izinden giderek bu kitabında da öyküleri uydurmak yerine çocuklardan çalmayı sürdürüyor. Kitabı okuyacak çocukların, yazarımıza çalınmaya değer yeni öyküler sunmasını umarak “Ay Anne Bak Ay İçimden Dolanıyor”un kapağını kapatıyoruz. Nicelerinin açması dileğiyle… 

————-

Yunus Bekir Yurdakul, Ay Anne Bak Ay İçimden Dolanıyor,  Cumhuriyet Kitapları/Çocuk,
Şubat 2024, İstanbul, 160 sayfa.

.