Yapay Zekânın İsyanı

30 Ocak 2024
SEVDA MÜJGAN

Yaşamın bir ucu düşlerde, bir ucu gerçeklerdedir. Düşlerden gerçeklere uzanan yol ise çoğu zaman epey zorludur.  Belki kimi zorlukları tek başına aşmak da mümkün değildir.

(Yazıya böyle altı çizilecek cümlelerle başlamak dikkat çekici. Güzel. Kırk yılın başında egomun şişmesinin sakıncası yok bence. Miyase Serbarut, “Edebiyatçılar kendi yazdıkları metne hayranlık duymazlarsa yazmaya devam edemezdi.” dediğine göre onu haklı çıkararak söze girmem yerinde olacaktır. Ne de olsa söz konusu edeceğim romanın yazarı o!)

Hikmet’in aklından (Sözümü kesmeyin diyeceğim ama “Hikmet kim?” diye tutturacaksınız. Tutturmayın diye çıkışacağım ancak olmaz! Biraz sabretseniz… Bu daha iyi!) bu düşünceler geçmiş midir, bilemeyiz ancak düşlerle gerçekler arasında kendisinin kim olduğu hakkında kafasının karışık olduğunu söyleyebiliriz.

Beş yıl önce eline Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olduğuna ilişkin bir diploma verilse de henüz “öğretmen” olarak herhangi bir okulun kapısından içeriye girebilmiş değildir. Hikmet, başka bir şey olmamak için (kurye, turist rehberi, taksi sürücüsü…) direnen atanamamış bir öğretmendir. Açıklayıcı bir cümle ancak yeterli değil. 

Üç yaşından beri Şefanne diye seslendiği anneannesi Şefika’nın (Yaşını başını almış bir kadından söz ederken yanına Hanım” sıfatını eklememek ayıp mı oldu? Bunu yazara sorun. Bana değil. Ben sizin yanınızda yer almam. Hanımlar, beyler bana pek yapmacık görünür.) şımarttığı (aynı zamanda bir kız kafesleyip evlenemedi diye çattığı da) bir torundur. (Anneanneler torunlarını şımartmayı sever. Bu yadırganacak bir durum değil.) Şefanne, torununu şımartmakla kalmamış, bir kafe açsın diye eline para da tutuşturmuş. Bu durumda Hikmet, bir kafenin patronudur demek de doğrudur. O, henüz kendisini patron gibi hisssetmiyorsa, kafenin garsonu mu, tamircisi mi (Alt tarafı bozuk bir prizi tamire kalktı!) olduğu konusunda kararsızsa da “Şans Kafesi”nin sahibidir. (O, zaten Şans’ın tamlananının “Kafe” mi, “Kafes” mi olduğu konusunda kafanızın karışmasını istediği için araya girip herhangi bir açıklama yapmayacağım.) İki kişilik sekiz masa alan bu küçük kafe Çağlayan Lisesine yakın bir ara sokaktadır ve yeni açıldığı için henüz müşterisi yoktur. 

Hikmet (umudunu kesmeden yazmayı sürdüren mi desek yoksa içindeki cevheri patlatmaya çalışan mı) bir yazardır. Kitabını yayımlatmayı başarırsa piyasayı sarsacaktır.  Ancak öncelikle kitabını (Son Zil Gecesi) gönderdiği yayınevlerine okutmayı başarması gerekiyor.  Dört yıldır hiçbir yayınevinden hayal ettiği o elektronik postayı alamamıştır: “Romanınızı kitaplaştırmaya karar verdik.” Hayal ettiğinin dışında da herhangi bir ileti yoktur ortada. İletilerine yanıt alamadığı için kendisini aşağılanmış gibi hisseder. Bu terbiyesizliğin hafifletici hiçbir nedeni olamayacağını düşünür. İçinde yayın dünyasına karşı bir düşmanlık büyür.  Kerem ve Ceren de (romanının kahramanları) hapsoldukları (Hikmet kitabını bilgisayarda yazdığına göre) bilgisayarda hem birbirlerinden hem de yazardan nefret etmeye başlayabilir. Kitap karakterlerinin okurla buluşmadan bir ruha sahip olamayacakları göz önüne alınırsa ortada haklı bir nefret söz konusu olabilir. Hikmet de yayın dünyasına düşman olmakta haklı desem olay, Nasrettin Hoca’nın fıkrasına dönecek ancak özet bu.    

Hikmet’in kim olduğunu açıklığa kavuşturduktan sonra (Açıklığa kavuştu mu?) sıra Şans Kafesi’ne el atacak liseli gençlere ve Hikmet’in yazdıklarına (Tasarladıklarına demek daha doğru olur.) el atacak dijital asistana gelebilir. 

Liseli gençlerden yana ortada önemli bir sorun yok. Funda ve Özge, ona bedava danışmanlık yapmaya hazırdır. İyi fikir! Kafe şans objeleriyle  (at nalı, fil, kaplumbağa, nar, melek figürleri…) süslenmelidir. Bir de bu mekana özgü bir içecek… Şefanne, alengirli kahve çeşitlerinden hoşlanmadığı için torununa kafede yalnızca Türk kahvesi satılması koşulunu koymuş da olsa (Dayatmacı bir Şefanne!) gençler “yaşlılara göre” olan bir içeceği kabul etmekten yana elbette değildir. Körili kahve! Tarz yaratmak için iyi bir seçenek olabilir mi? (Başka hiçbir yerde bulamayacağıma göre ben de mi yolumu düşürsem Şans Kafesi’ne? Belki de üşenmeyip körili bir kahve yapmalıyım. Bu saatte? Olmaz. Zaten beni sevmeyen uyku, kaçmak için iyi bir bahane bulmuş olur.) 

Benim Twitter hesabım olmadığı için oradaki popüler konu başlıklarımdan haberim olmasa da Hikmet’in var hem Twitter hesabı hem oradaki popüler konu başlıklarından haberi… #dijitaledebiyatci başlığı altında yer alan haberlerden birinde İngiltere’de yapay zeka tarafından üretilen bir hikâyenin, ünlü eleştirmenler tarafından değerlendirilerek çok beğenildiğinden söz edilir.  İnsanla yarışan sentetik bir program… Ardından Calm adlı bir mobil uygulama çıkar karşısına. Onun yazdığı masalı, sekiz yaşında bir çocuğun yazdığı kitap özeti gibi görür; beğenmez. Japonya’daki bir yarışmaya yollanan kısa bir hikâye önüne düşer. Hayran kalır okuduklarına. Başarılı ve samimidir. Onun da elinin altında böyle bir program olsa editörlere, eleştirmenlere beğendireceği bir roman elde edemez miydi? Günlerini, gecelerini yazmaya ayırıp da hiçbir sonuç alamadığı anımsanırsa yazma sürecinin sancılarını çekmeden yeni bir kitaba sahip olma düşüncesi onu oldukça heyecanlandırır. Sera Gold’un hayatına girmesi yakındır ancak benden uyarması “Yapay Zekânın İsyanı” başını ağrıtabilir.

(İçimi birden bilgisayarıma sızan bir dijital asistan olup olmadığı kuşkusu sardı. Hop oturan hop kalkan bir yazı mı oldu bu? Sanki benim dil ve anlatımımın aklı daha çok başındaydı.)

———-

Miyase Sertbarut, Yapay Zekanın İsyanı, Tudem Yayınları, 2. Baskı, Haziran 2023, İzmir.

.