Söyleşi: SEVDA MÜJGAN
19 Haziran 2023

Ayşe Sarısayın:
“Kedimin Adı Çamur, çocuk edebiyatına yaklaşmamı sağladı.”
Çamur şanslı bir kediydi, doğru. Ne var ki biz de şanslıydık, karşılıklı mutlu ettik birbirimizi. Ölümünden yıllar sonra hakkında konuşulması ne güzel!
Sevda Müjgan: Kedimin Adı Çamur, çocuklar için kaleme aldığınız ilk kitabınız. Söyleşimize kedilerle başlayalım mı? Kedilerle nasıl tanıştınız? Çocukluk yıllarınızda bir kediniz var mıydı? Ailenizin evde kedi olması konusundaki tutumu nasıldı?
Ayşe Sarısayın: Kedileri kendimi bildim bileli çok severim, iflah olmaz bir kediseverim galiba. Çocukken sokakta gördüğüm her kedinin üstüne atlardım, kucağıma alıp sevmek için. Kedi ürker, bir arabanın altına sığınır, ben peşinde, yerlerde… Bu yüzden çok azar işitirdim annemden!
Babam bahçeli, ahşap bir konak olan çocukluk/gençlik evinde kedilerle yaşamış hep, annem de alışkındı kedilere ama evimizin koşulları elvermediğinden kedimiz yoktu yıllarca. Mıcır adını verdiğim bir kedi aldığımızda yirmilerime yaklaşmıştım. Babam emekli olmuştu, evde çalışıyordu, ben ise gün boyu dışardaydım, dolayısıyla Mıcır kediyle de en çok o ilgilendi ölümüne dek. Hatta kimi şiirlerine de girmiş, pati izlerini bırakmıştır Mıcır.
S. M: İnsanları kedileri seven ve sevmeyenler diye ikiye ayırsak sizce aralarındaki en önemli farklar neler olurdu? Bir kediyi sevmek önemli midir? Kedilerin insan yaşamındaki yeri üzerine neler söylersiniz?
A. S: Bilinen bir gerçek: kediler başına buyruk, özgür ruhlu, evine ve yaşadığı ortama düşkün hayvanlar. Ev arkadaşlarımız. Biz bir kediyi sahiplendiğimizi söylesek de durum farklı, kedi evimize gelip bizi kabulleniyor, gitgide sahipleniyor. Ben insanları kedi seven ya da sevmeyen diye ayırmaktan çok, birlikte yaşama, aynı ortamı paylaşma deneyimi olmadığı için kedileri tanımayan, tanımadığı ölçüde uzak duran, hatta ne yapacağını kestiremediğinden ürkenler ve o eşsiz deneyimi yaşayarak kedinin başına buyrukluğunu, taviz vermeyen halini yakından gözleyerek bu özelliklere saygı duyanlar olarak ayırmaktan yanayım. Yakından izlediğimiz, hayatı az çok paylaştığımız her canlı eşsiz, biricik bence.
S. M: Kedilerin insan yaşamındaki yeri üzerine ben de kitabınızdan bir cümleye dikkat çekmek istiyorum:“Çok sevdiğin ve seni çok seven bir canlının olması, onun hep seni beklediğini bilmek bambaşka bir duyguydu.” (s. 47) Bu, çok güzel bir duygu.
Kitabın (Kedimin Adı Çamur) kahramanları Hüseyin, Ayşe ve oğulları Emrecan. Sizin anılarınızdan yola çıkılarak kaleme alınmış bir kitap desek bu, doğru bir belirleme olur sanırım. Devamını sizden dinleyelim mi?
A. S: Tespitiniz doğru, neredeyse otobiyografik bir kitap. Kedi bizim kedi, aile bizim aile, olaylar bizim yaşadığımız olaylar; kimi ayrıntıları, abartıları hesaba katmazsak tabii. Genelde yaşanmışlıklardan, gözlemlerden yola çıkarak yazıyorum ancak bu kez neredeyse doğrudan, hiç dönüştürmeden yazmayı yeğledim. Hatta isimlerimiz bile gerçek. Çamur kedinin ölümünden sonra, bu hikâyeyi yazarak hem ona gönül borcumu ödemek hem de son kez vedalaşmak istedim. Kedimin Adı Çamur çocuk edebiyatına yaklaşmamı sağladı, ardından başka kitaplar geldi.
“Kedi dahil dört kişilik aile”nin hikâyesini yazarken, ailenin “kedi hariç” bireylerine de danıştım. Unuttuğumuzu sandığımız olaylar yeniden canlandı, bazı ayrıntıları birlikte tamamladık. Yazma süreci eğlenceli bir kitaptı. Bittikten sonra tuhaf bir rahatlama duygusuyla hayatıma yeni bir kedinin girmesi fikrini de kabullendim.
S. M: Emrecan, 7 yaşındadır. Evde oyun arkadaşı yoktur. Yalnızlıktan sıkılır. Anne ve babasından ya ona bir kardeş yapmalarını ya da kedi/köpek almalarını ister. Ayşe ve Hüseyin, oğulları için bir kedi sahiplenmeye karar verir. Ailelerin çocuklarının bu tür istekleri konusunda iyice ölçüp tartmaları gerek desek sanırım bu, yerinde bir uyarı olur. Sahiplenilip ardından sokağa bırakılan hayvanlarla sık sık karşılaşıyoruz. (Hatta Çamur’un annesi Kontes de böyle bir kedi.) Bir kediyle yaşamak konusunda neleri bilmek gerekir? Bir kediyle yaşamaya karar verdiğimizde neleri göze alıyoruz? Çocukları bu tür konularda ikna etmek zor da olsa neler söylemek istersiniz?
A. S: Bir kediyle ya da köpekle yaşamak öncelikle büyük bir sorumluluk. Bir çocuk dünyaya getirmek ya da bir çocuğu evlat edinmekten farklı değil. Yaşam boyu sürecek bir ilişki, hatta daha fazlası. Çocuk büyüyor, yetişkin oluyor, kendi ayaklarının üzerinde duruyor günün birinde. Patili arkadaşlarımız öyle değil, onlar hep çocuk kalıyor. Beslenmesi, maması, kumu, aşıları, hastalıkları, evdeki düzen… Her tarafın tüy olmasını göze almak ya da bunu önlemek için sürekli tüy toplamak gibi basit ama önemli sorunlar… Birkaç günlüğüne bir yere giderken “Ona kim bakacak?” sorusu hep akılda. Bütün bunlara hazır olmak gerekiyor, yavru bir kedi alıp onun şirinliklerini izlemek, tüylerini okşayıp oynamakla sınırlı değil bir hayatı paylaşmak.
S. M: Nezahat teyze diye seslendikleri bir tanıdıkları Ayşe’ye ve Hüseyin’e yardımcı oluyor. Bahçesinin kuytu bir köşesinde kocaman bir kutunun içinde yaşayan üç kedi yavrusu vardır. Çamur’un düşüncelerine kulak verirsek “Doğduğum bahçede, küçük yuvamda annem ve kardeşlerimle mutluydum. Sokak kedisi olarak kalamaz mıyız?” Sokak kedileri/hayvanları hakkında ne düşünüyorsunuz? Bildiğim kadarıyla Avrupa’da ve Kanada’da sokaklarda başıboş dolaşan kedilere rastlayamıyorsunuz. Kedileri, köpekleri sokaklardan toplamak, onlara evlerimizde yer açmak ya da kendi hallerine bırakmak… Kitabınızda bu konuya kısa da olsa değinmişsiniz ama bir de sizden dinleyebilir miyiz?
A. S: Bir dönem işim gereği sıkça Avrupa ülkelerine seyahat ediyordum. Bu iş gezileri uzun sürdüğünde hiç kedi görmeden günler geçirdiğim oluyordu. Sahipleri tarafından tasmayla gezdirilen köpek çok tabii ama kedi görmek imkânsız! Bizim ülkemizde ise sokağa çıkıp kedi görmeden eve dönmek imkânsız olduğundan çok yadırgardım bu durumu.
Konu o kadar çok boyutlu ki, çözümü de kolay değil. Sokak hayvanları bir yandan hayatı güzelleştirerek bize renk katıyor, öte yandan yaşama koşulları çok çok zor. Belli kentlerde ya da semtlerde bir nebze daha kolay belki, örneğin benim de yaşadığım Adalar’da. Hayvanseverler topladıkları bağışlarla sokak köpeklerinin, kedilerinin düzenli beslenmesini, kısırlaştırılmalarını sağlıyorlar ama sadece gönüllü emekle bir kısmının telef olması engellenemiyor. Kontrolsüz üremelerinin, çoğalmalarının önüne geçmek gerekiyor; sayıları çok arttığında hem kendi yaşamlarını sürdürebilmeleri daha da zorlaşıyor hem de birlikte yaşadıkları diğer canlılar açısından riskler oluşuyor. Barınakların koşulları da pek uygun değil genellikle. Bu nedenle patili dostlarımızı petshoplardan almak yerine sokaklardan ya da barınaklardan edinmek daha doğru elbette…
S. M: Çamur, çağrıştırdıklarıyla insanlara pek sevimli gelen bir sözcük değil. Bu adı Emrecan seçiyor, babası onu destekliyor, annesi pek hoşlanmasa da karşı çıkmıyor. Anne ve baba, bu tutumuyla oğullarına nasıl bir mesaj veriyorlar?
A. S: Kedimize Çamur adının konması komik bir hikâye. Bu, kitapta Emrecan’ın ağzından şöyle anlatılıyor: “Kedime bu adı verdiğimde, nasıl bir saçmalık yaptığımın farkında bile değildim. Olsaydım, yapmazdım belki de. Çamur adının nereden çıktığını, yıllar sonra bir gün annem ve babamla sohbet ederken hep birlikte bulduk. Klasik bir köpek adı olan ‘Çomar’, kedi adı olarak kalmış aklımda meğer. Üstelik tam hatırlayamadığım için, ‘Çomar’ yerine ‘Çamur’ deyivermişim…”
Evet, bizim beyaz kediciğin adı Çamur oldu böylece. Karşı çıkmadık, çünkü kedi onun isteği üzerine gelmişti evimize, kendi istediği adı koyması daha doğruydu. Kimi durumlarda -hayati önem taşımayan konularda en azından- seçim hakkını çocuğa bırakmak, hem kişiliğinin gelişimine katkı sağlıyor, hem de güven duygusunu geliştiriyor. Ebeveynin görevi çocuğa yol açmak, bu yolu temel doğrularla döşemek ve gerektiğinde kenara çekilip izlemek olmalı. Her zaman kolay olmasa da bu gerçeği aklımızda tutmalı, uygulamayı denemeliyiz.
S. M: Emrecan’ın babası “süper baba”. Bunu erkek çocukların baba hayranlığıyla mı açıklayalım yoksa Emrecan’ın babası gerçekten süper bir baba mı? Baba-oğul ilişkisi üzerine neler söyleyelim?
A. S: Kitapta sıkça geçen süper baba ifadesi gerçeği ne kadar yansıtıyor, bilemem, Emrecan’a sormam gerek… Bu deyişi bir hoşluk olarak kullanmıştım daha çok. O yıllarda Süper Baba diye bir dizi vardı, o da etkilemiştir belki.
Duruma göre tüm babalar süper ya da hiçbir baba süper değil. Baba oğul ya da baba kız ilişkileri, aile içi tüm ilişkiler az çok sarsıntılarla sancılarla gelişiyor, tüm kavramların yerli yerine oturması uzun zaman alıyor. Çocukken kahraman, hatta ulaşılmaz olarak görülen baba ya da anne, çocuğun ergenlikle başlayıp yetişkinliğe uzanan sancılı sürecinde “karşı tarafa” geçebiliyor, kimi olaylarda hayallerin önünü kesen bir engel olarak görülebiliyor. Önemli olan hemen herkesin geçtiği bu uzun yolun sonunda belli kabullere ulaşmak, anneyi ya da babayı idealize etmeden görmek, olduğu gibi kabullenmek. Çatışmalar kaçınılmaz ama ilişkinin özünde sevgi varsa ve çocuğun tüm yaşamını olumsuz etkileyen sarsıntılara yol açmıyorsa hepimiz er geç bu noktaya geliyoruz diye düşünüyorum.
S. M: Kitabınızın kedileri tanımak, onlarla yaşamak adına öğretici bir yönü var. Bu çok hoş. Ayşe ve Hüseyin de hemen kedi bakımıyla ilgili kitaplar alıyor. Sizin kitabınız da çocuklar için böyle bir rehber desek yerinde olur mu?
A. S: Evet, kedilere ilişkin küçük bilgiler vermeye çalışmıştım kitapta. El yordamıyla yola çıkıp deneyimlerle öğrenmek de mümkün ama teorik bilgiler de önemli. Kedi türünün ortak özelliklerine çok aykırı davranmamayı baştan bilmek, gereksiz çatışmaları önleyerek ilişkinin daha sağlıklı gelişmesini, daha hızlı yol almamızı sağlayabilir.
S. M: Bir kediyle yaşamanın çocuklara neler kazandıracağı üzerinde duralım mı? Çok güzel bir olaydan söz ediyorsunuz örneğin. Emrecan, en sevdiği oyuncağını kedisi gece yalnız kalmasın diye ona veriyor.
A. S: Çocuğun kendisinden küçük bir yaratığı koruma, kollama içgüdüsü ortaya çıkıyor, gitgide paylaşma alışkanlığı ve sorumluluk duygusu gelişiyor. Kendisinden çok farklı bir canlıyı yakından tanıyıp onunla beraber yaşarken belli özverilerde bulunmayı da öğreniyor. Her birimiz farklıyız ama farklılıklara karşı hoşgörülü bir toplum değiliz ne yazık ki… Küçük ölçekte de olsa daha adil, paylaşımcı ve eşitlikçi bir dünyayı deneyimlemek, çocuğun sonraki yaşamını da kolaylaştırabilir.
S. M: Çocuklara kitap okumayı sevdirme konusunda kitabınızda ipuçları yakaladım. Bunları bir de yazarından dinleyebilir miyiz? Hüseyin ve Ayşe, Emrecan’a kitapları nasıl sevdiriyor?
A. S: Çocuk söyleneni değil, yapılanı yapmaya eğilimli. Benim elimde kitap gördüğünde o da özeniyor, okumak istiyor. Rol modeli olmak önemli bu yüzden. Ben de okumaya annemle babamın anlattıkları masallarla, sesli okudukları kitaplarla hazırlandım, kendi çocuğumu da böyle hazırlamaya çalıştım. Her gece uyku öncesi bir masal ve hep aynı hatırlatma: “Okuma yazma öğrenince bu kitapları kendin okuyabilirsin” diyerek ve “İstersen tabii!” diye ekleyerek. Çocuk kitap okuma süresi boyunca ebeveynle yakın ve sıcak bir ilişki kuruyor, okuma yazma öğrendiğinde bu ilişkinin biteceğini düşünerek ürkebilir de.
S. M: Ben de izninizle bu konuyla ilgili kitaptaki birkaç noktaya dikkat çekmek istiyorum. Ayşe, okumayı öğrenene kadar her gece Emrecan’a masal okuyor. Hüseyin, oğlu için birçok çıkartma almıştır. Masal bitince, o masala en uygun çıkartmayı Emrecan’ın yatağının başucuna yapıştırıyorlar. Kitaplardan alıntıladıkları kimi cümleleri, günlük hayatlarında kullanmalarını da kitap ve hayat bağını kurma açısından önemli gördüm. Emrecan’ın çok sevdiği Asteriks çizgi romanlarından öğrendiği ve sık sık tekrarladığı “Deli bu Galyalılar!” ya da “Sana sihirli iksir yok.” sözleri zamanla tüm aile tarafından benimsenmiştir. Ne zaman tuhaf bir şey görseler ya da duysalar “Deli bu Galyalılar!” diyorlar. Bunlar belki “Çocuğuma kitapları nasıl sevdirebilirim?” sorusuna yanıt arayan ebeveynler için aydınlartıcı olur.
Sözü yeniden Çamur’a getirirsek kitabınızı okuyunca aklımdan çocuklar için kaleme alınmış bir başka kitabın adı geçti: Evimin İnsanı. Kim, kimin sahibi? Çamur’un evinin insanları onu çok seviyor ve önemsiyor. Her insanın farklı bir karakteri olduğu gibi kedilerin de birbirlerine benzemeyeceklerinin farkındalar. Hüseyin, yurtdışına gittiğinde onun için ödül mamaları alıyor. Emrecan da aynı biçimde yurtdışına gittiğinde ona bir giysi alıyor. Onu mutlu etmek istiyorlar. Çamur, bu yönleriyle şanslı bir kedi. Ben darısı tüm kedilerin başına diyerek söyleşimizi bitirmek istiyorum. Sizin eklemek istedikleriniz var mı?
A. S: Çamur şanslı bir kediydi, doğru. Ne var ki biz de şanslıydık, karşılıklı mutlu ettik birbirimizi. Ölümünden yıllar sonra hakkında konuşulması ne güzel! Çok teşekkürler ilginize, sağ olun.
–