13 Temmuz 2024
AYSU SOLMAZ

“Öğretmen” senaryosunu İhsan Yüce, Memduh Ün ve Kartal Tibet’in yazdığı, Kartal Tibet’in yönettiği, başrollerini Kemal Sunal (Hüsnü Çelik öğretmen) ve Selma Sonat’ın (Hüsnü öğretmenin eşi) paylaştığı 1988 yapımı bir filmdir. Eğitim sisteminde yaşanan sorunları mizahi bir dille ele alır.
Filmin çekildiği dönemde öğretmenler orta sınıf olarak görülmektedir. 31 Aralık 1987 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan, mecliste Başbakan Turgut Özal tarafından okunan hükümet programında dönemin orta sınıfı şöyle tanımlar: “Ortadirek toplumumuzun en önemli kısmını teşkil eden işçi, memur, esnaf, sanatkâr, çiftçi ve emeklidir.” “Toplumumuzun en önemli kesimi” içinde sayılan öğretmenler ne yazık ki önemleriyle örtüşmeyen bir aylık (Cumhuriyet tarihinin en düşük aylığı) almakta, en yoksul dönemlerinden birini yaşamaktadır. Burada altı çizilmesi gereken nokta, emeğinin karşılığı olan maddi kazanç ona yaşamını insanca sürdürebilmek için yeterli gelmediğinde, ekonomik sorunlarının öğretmenlerin verdikleri eğitimi nasıl etkilediğidir.
Öğretmen filmi, öğretmenlerin bu dönemlerine tanıklık eder. Hüsnü öğretmen, görev yaptığı köyden İstanbul’a atanınca ekonomik düzeni bütünüyle alt üst olur. Öğretmen kimliğinden çok, çektiği ekonomik zorluklarla öne geçer. Oysa (anımsanacağı gibi) Feride (Çalıkuşu), Lale (Bir Dağ Masalı) adı belirtilmeyen öğretmen (Hakkari’de Bir Mevsim) öğretmenlerin ekonomik kaygılarından söz edilmez.
Film, duvarında “İköğretim, eğitimin temel taşıdır.” yazan bir okulun (Hacımercan Köyü İlkokulu) bahçesinde başlar. Sıra sıra dizilmiş siyah önlüklü, beyaz yakalı öğrenciler “Andımız”ı okumaktadır. Bir öğretim yılı daha sona ermektedir. O sabah okulun bir de ziyaretçisi vardır: Milli Eğitim Müdürü/Kaymakam. Anadolu Liseleri giriş sınavlarında gösterdikleri başarılarından dolayı 5. Sınıf öğrencilerini kutlar. 5. Sınıfların öğretmeni Hüsnü Çelik’i yılın en başarılı öğretmeni ilan eder, onun hem bir maaşla (ikramiyeyle) hem de ataması İstanbul’a yapılarak ödüllendirildiğini duyurur. Bu meslekte çok ilerleyecek, İstanbul’da çok başarılı olacaktır. Dilekler bu yöndedir. Öğretmen/öğretmenlik törenlerde övülür övülmesine ancak sorulması gereken soru, eğitime/öğretmenlere ne kadar değer verildiğidir. Bu soru, filmin ilerleyen sahnelerinde yanıtlanacaktır.
Hüsnü öğretmenin eşi, İstanbul’a atanma haberini “Şükür Tanrıma!” diyerek sevinçle karşılar. Tiyatrolara gidecekler, deniz kenarında gezeceklerdir. İstanbul, onlara köyle karşılaştırılamayacak renkli bir yaşam sunacaktır.
“Bu ne biçim İstanbul? Bizim köy daha güzel.”
Hüsnü öğretmen, bahçesinde sebze meyve yetiştirdiği, tavuk beslediği evini ve köyü sevse de atama emrine karşı çıkmaz. Öğrencileri tarafından verilmesi muhtemel bir demet sarı çiçekle onu İstanbul’a götürecek otobüse biner. Eşi, çocukları, öğrencileri tarafından uğurlanır. Şakir Bey İlkokulu, yeni görev yeridir. Okullar açılmadan bir ev kiralaması gerekmektedir. Karşısına çıkan ilk engel bu olur. Okula yakın bir ev tutmak istiyorsa aylık 600 dolar kirayı göze alması gerekir. Köyde oturduğu evin kirası 25 bin liradır. Onun bütçesi olsa olsa 30-40 bine kadar çıkabilir. Bu durumda ona Okmeydanı (O yıllarda gecekondu bölgesidir.) yolu görünür. Ancak orada iki göz, kutu gibi bir ev kiralayabilir. O da öyle yapar. Kışın ısıtması kolay olacaktır. Elektriği de dilerse kaçak kullanabilecektir.
Oğlu, evin bulunduğu mahalleyi görünce “Bu ne biçim İstanbul?” diyecektir. “Bizim köy daha güzel.”
Yeni eğitim öğretim yılının ilk günü Hüsnü öğretmeni, takım elbisesi, kravatı ve elinde çantasıyla dolmuşa binerken görürüz. Dolmuştan iner, “Okmeydanı-Beyazıt” otobüsüne biner. Ondan indikten sonra yeniden başka bir otobüse binerek üç araç değiştirdikten sonra okula ulaşır. Köy okulunda olduğu gibi siyah önlüklü, beyaz yakalı öğrenciler sıra sıra dizilmiş, andımızı okumaktadır. Hüsnü öğretmen, ilk gün törene geç kalmıştır.
4-A sınıfının öğretmenidir. Sınıfa güler yüzle girer, öğrencileriyle karşılıklı gülüşürler. “Kim tahtaya kalkmak ister?” diye sorunca istediği gibi öğrencilerinin hepsinin parmakları havaya kalkmaz. Oysa oldukça kolay bir soru soracaktır: “İki kere iki kaç eder?” Sınıf hep bir ağızdan “Dört!” diye bağırınca öğrencilerin hepsine beş verir. Tahtaya kalkan öğrenciden çözmesini istediği problem şöyledir: “Günde 1200 lira yol parası veren bir memur, bir ayda kaç lira yol parası verir?” 1200X30=36.000
50 bin de kira ekler, 86 bin eder.
Maaşı 141 bindir. Yemek, giyim, diğer giderler için ne kadar kalır? 55 bin.
Öğrencisini “Aferin profesör!” diyerek onurlandırır.
Okul dışında yaşadığı sorunlar öğretmenin kafasını meşgul eder,
ruhsal sağlığını bozar ancak bu durum öğrencilerle ilişkilerini
olumsuz etkilemez.
Hüsnü öğretmenin kafasında oldukça önemli bir yer edinmeye başlayacak ekonomik sorunlarının derslerine yansıdığını seyirci ilerleyen sahnelerde de görecektir. Otobüse para vermemek için okulla ev arasındaki yolu yürümeye başlayan Hüsnü öğretmen, sabah ezanıyla yola koyulur. Yol, kimi koşar adımlarla yürüyerek iki saat sürer. Kompozisyon dersinde öğrencilerine “kentteki ulaşım sorunu” üzerine bir kompozisyon yazdıracaktır. “Okula nasıl geliyor, evlerine nasıl dönüyorlar? Yollarda nelerle karşılaşıyorlar?” Yazımızın başında sorduğumuz sorunun yanıtını artık verebiliriz: Okul dışında yaşadığı sorunlar öğretmenin kafasını meşgul eder, ruhsal sağlığını bozar ancak bu durum öğrencilerle ilişkilerini olumsuz etkilemez.
Derste başlangıçta Hüsnü öğretmenin ne olup bittiğini anlamadığı bir olay yaşanır. Sınıfın kapısı açılır, bir kız öğrenci “Kaçırdık, tutamadık!” diyerek iki öğrencinin daha onunla gelmesini ister. Hüsnü öğretmen, çocukların tuvalete gittiğini sanır ancak “Bu işte bir gariplik var!” demeyi de unutmaz. Haklıdır. Öğrenciler, annesini bir kamyonun ezdiği yavru bir köpeği sahiplenmiştir. Telaşları bundandır. Köpei sahiplenmek isteyen öğrencinin annesi “Apartmanda köpek olmaz,” der. Köpeği eve kabul etmez. Onu sokağa mı atacaklardır? Hüsnü öğretmen, öğrencilerinin bulduğu çözümü onaylar: “Okulda kalsın. Süleyman Efendi onunla ilgilenir.” Süleman Efendi (o yıllarda okulun bekçisi, günümüzde güvenlik görevlisi), geceleri ona arkadaşlık edeceği için bu işten hoşlanır. Müdür, köpeği yakalar. Bodrumda sokak köpeği beslenmesini hoş görmez.
Hüsnü öğretmen, “Ben izin verdim,” der. “Kudurmayacak, veterinere götürüp aşılarını yaptıracağım. Tüm sınıf onu çok sevdi.” Öğrenciler köpeğe “Garip” adını koyar. Karşımızda şefkatli, öğrencilerinin isteklerini önemseyen bir öğretmen vardır. Öğrenciler de öğretmenlerinin “Garip’i sevmek, mutlu etmek size düşüyor,” diye onlara yüklediği görevi sevinçle kabul eder.
“Bu işi bana öğretir misin?”
Hüsnü öğretmen, derste sürekli uyuklayan öğrencisi Hasan’a kızmaz. Onu anlamaya çalışır. Hasan’ın babası kapıcıdır. Hasan da bir lokantada ceviz satmaktadır. Hem çalışmak hem okumak, küçük çocuğu hayli yorar. Bu noktada öğretmen-öğrenci ilişkisi farklı bir boyuta taşınır. Hüsnü öğretmen, diğer öğretmenlerin ek işler yaptıklarını öğrenmiştir. Kimi geceleri saz çalıyor, kimi üç esnafın işletme defterlerini tutuyor, kimi taksilerde şöforlük yapıyor, kimi özel ders veriyordur. Onun da aklından ek bir iş yapmak geçer. Hasan’a “Bu işi bana öğretir misin?” diye sorar. Ancak durum, Hüsnü öğretmenin beklediğinden çok farklı gelişir. Hasan’a gösterilen hoşgörü ona gösterilmez. Garsonlar“Sen para kazanacaksın? Bizim kârımız ne?” diyerek karşısına dikilir. Patron “Seyyar satıcıyı sokmayın,” demiştir. Bu adam içeriye girip ceviz satarsa bu patronun onları kovmasına yol açarsa… Müşteriler ve garsonlar birbirine girer. Hüsnü öğretmenin ceviz tepsisi yere düşer. Bununla da kalmaz, dayak yer.
Öğretmen ve öğrenci arasındaki eğitim-öğretimle ilgisi olmayan bu ilişkinin öğrencinin gözünde öğretmenin yerini nasıl etklediği tartışmaya açık da olsa bu filmde üzerinde hiç durulmayan bir noktadır.
“En iyisi simit satmanız” önerisi de Hasan’dan gelir. Hüsnü öğretmen günde yüz simit satarsa aylığına yakın bir para kazanabilecektir ancak zabıta, Hüsnü öğretmenin peşine düşer, onlardan kaçmaya çalışırken çukura düşen öğretmenin simit dolabının camı kırılır.
Müfettiş Hanım’ı (Bir Dağ Masalı) anımsarsak geçirdiği araba kazasından sonra getirildiği Lale öğretmenin evinde hiçbir ikramı kabul etmez. “Kanunen yasaktır.” Kabul edebileceği yalnızca kuru ekmektir.

Öğretmen filminde ise karşımıza bambaşka bir durum çıkar. (1981 yılından bu yana) 24 Kasım’ın Öğretmenler Günü kabul edilmesiyle birlikte öğrencilerde öğretmenlerine armağan alma isteği/baskısı doğar; öğretmenlerde bu yolda bir beklenti oluşur.
Hatta alınan armağanlar iyi öğretmen olmanın göstergesi oarak görülmeye başlar. Filmde öğretmenlerin birbirlerine aldıkları hediyeleri gösterdikleri görülür: Henüz bir armağanla karşılaşmayan Hüsnü öğretmenin bu durum karşısında içi burkulur.
Öğrencileri, 24 Kasım’da ekonomik sıkıntılarına tanık oldukları Hüsnü öğretmenin evine erzak götürmeye karar verir. Bu kararın arkasında yalnızca öğretmenlerine duydukları sevgi mi yatmaktadır? “Acıma” duygusuyla yaklaşılan bir öğretmen, öğrencisinin gözünde saygınlığı ne kadar koruyabilecektir? Film “kara komedi” olarak nitelendirilebilir ancak verilen mesajlar rahatsız edicidir.
Bu durum öğrenciyle anne babasını karşı karşıya getirir. Veli, haklı olarak sorar: “Devlet maaş vermiyor mu?” Öğrenci ise diretir: “İki kilo et almazsanız okula gitmem.” Bu durumu okul aile birliğinde gündeme getirecektir. Velinin yorumu “İnsanları asalak olmaya alıştırıyorsunuz,” olur. Öğretmenin bu duruma düşürülmesi kabul edilebilir değildir. Ardından gelecek “Kendi Öğretmenini Kendin Doyur” kampanyası ise olayı başka bir boyuta taşır. Öğretmenin düşürüldüğü bu durumun bir sorumlusu olmalıdır!
İyiyi, doğruyu yaparak göze girdiği için köyden İstanbul’a atanmak, Hüsnü öğretmen için artık ödül olmaktan çıkmış, cezaya dönüşmüştür.
Zamanla seyyar satıcılığa alışan Hüsnü öğretmenin öğretmen kimliği zedelenmeye başlar. Öğretmen kimliği ile esnaf kimliği arasındaki çatışma benliğini böler. Rüyalarında sayıklamaya, öğrencilerini zabıta gibi görmeye başlar. Fiziksel ve zihinsel yorgunluk, beraberinde psikolojik sorunları getirecek, Hüsnü öğretmeni çok sevdiği mesleğinden edecektir.
.
İki Dil, Bir Bavul filmiyle sürecektir.
.
Kaynaklar:
Öğretmenler Giderek Fakirleşiyor, www.evrensel.net/haber
Yayımlanma Tarihi: 20 Ocak 2005, Yararlanma Tarihi: 12 Haziran 2024.
Ahmet Can Demir, Yabancılaşan Emeğin Bireyi Parçalaması: Öğretmen (1988) Filmi Örneği, Anasay, 3 Aylık Ulusal Hakemli Bilimsel Dergi, Yıl: 4, Sayı: 13, Ağustos 2020, s. 221-240.
Emrullah Akcan, Doç. Dr. Soner Polat, Eğitim Konulu Türk Filmlerinde Öğretmen İmajı: Öğretmen İmajına Tarihi Bakış, Kuram ve Uygulamada Eğitim Yönetimi 2016, Cilt: 22, Sayı: 3, s. 293-320
.

Aysu Solmaz’ın Diğer Sinema Yazıları
1920’li Yıllardan 2020’li Yıllara Ülkemizde Değişen Öğretmen Profili: ÇALIKUŞU (14 Haziran 2024)
BİR DAĞ MASALI (16 Haziran 2024)
HAKKARİ’DE BİR MEVSİM 26 Haziran 2024)
İKİ DİL BİR BAVUL (2 EKİM 2024)
*
“HER” Filmi Üzerine Bir Deneme (3 Nisan 2024)
Füruzan’ın Sinemaları (28 Şubat 2024)
Kitap Anlatır, Film Gösterir (Piyanist) (16 Eylül 2023)