26 Haziran 2024
AYSU SOLMAZ
Hakkari’de Bir Mevsim, Ferit Edgü’nün ‘’O’’ isimli eserinden uyarlanan, Erden Kıral’ın yönettiği 1982 yapımı bir filmdir.
Filmin senaryosu, Ferit Edgü ve Onat Kutlar tarafından kaleme alınmıştır.
Genco Erkal, Rana Cabbar, Şerif Sezer, Erol Demiröz, Macit Koper, Berrin Koper, Erkan Yücel filmde rol alan başlıca oyunculardır.
Hakkari’de Bir Mevsim, Ferit Edgü’nün 1964’te askerliğini öğretmen olarak yaptığı Hakkari’nin Pirkanis köyünde geçer. Burada Edgü’nün İstanbul’da doğduğunu, Güzel Sanatlar Akademisi son sınıfta okurken Paris’e gittiğini, orada altı yıl seramik öğrenimi gödüğünü, felsefe ve sanat tarihi kurslarına katıldığını, memlekete döner dönmez de askere alındığını anımsadığımızda filmde sık sık vurgulanan “yabancılığı”
daha iyi açıklığa kavuşacaktır.
Öğretmen bir sürgündür. Bu dağ köyüne neden sürüldüğü film boyunca açıklanmaz. Denizden dağa düşmüştür. Köye bir “yabancı” olarak dahil olur. Filmin girişinde elinde bavulu, omzunda çantasıyla karları düşe kalka aşarak köye ulaşır.
“Niçin geldim buraya? Nasıl geldim buraya?
Köyde karşılaştığı ilk kişi, onu muhtarın evine götürür. Köyün erkekleri ve çocukları onu “Hoşgelmişsen” diye karşılar. Sordukları ilk soru ise “Kalıcısan?” olur. Öğretmen “Kalıcıyım,” der. Bir erkek çocuk, tepsiyle getirdiği çayı herkese dağıtır. Birbirlerini yabancılayan bakışlarla süzerler. Derken kamera üç-dört yaşlarında görünen bir çocuğa çevrilir. Çocuk sigara içer, çevresindekiler ona kahkahalarla güler. (Bu sahnenin köye ve köylüye ilişkin neyin altını çizdiği sorulabilir. Cahillik mi diyelim? Kahkahaları az bir köyde yanlış nedenlerle atılan kahkahalara yönelik bir eleştiri mi?) Kadınlar kapıdan öğretmene bakıp gülüşerek kaçar. Öğretmenin yüz ifadesinden bu tuhaf ortamı anlayamadığını, yadırgadığını görebiliriz.
Geldiği andan itibaren kendisiyle bir hesaplaşmaya giren öğretmen sorar: “Niçin geldim buraya? Nasıl geldim buraya? Sürgün mü? Kimin sürgünü? Başkaları mı sürdü beni yoksa…”
Feride (Çalıkuşu) ve Lale öğretmenleri (Bir Dağ Masalı) bekleyen harap sınıf, bu filmde de öğretmenin karşısına çıkar. Köylüler “Sen meraklanma. Biz burayı yıkar arıtırız çocuklarla,” der. Öğretmenden bekledikleri nedir? “Biraz hesap biraz kitap, okuma yazma öğret, yeter de artar bile. Duamızı alırsın.”
Film boyunca köylülerin öğretmene karşı olumsuz hiçbir tutum sergilemediğini görürüz. Üstüne kendi yaşam anlayışları doğrultusunda öğretmene yol göstermeye de çalışırlar. Muhtar, “Avratsız nasıl dayanacaksın bu dağ başında?” diyerek ona burada bir avrat gerektiği konusunda ısrarcı olur. Öğretmen “Kimseyi almak istemem,” diye konuyu kapatır.
Öğretmenin tek göz odasının kapısı kilitli değildir. Dileyen kapıyı iterek kolayca içeri girer. Onunla kimi söyleşir kimi dertleşir. Köyde elektrik yoktur. İçerde gaz ya da lüks lambası yanar. Odanın ortasına kurulu soba sürekli beslenmek ister. Öğretmenin radyosu vardır. Çoğunlukla onu başında yazı yazarken gördüğümüz masa kağıtlarla, kitaplarla doludur. Bir de “sevgili” diye seslendiği genç bir kadının siyah beyaz fotoğrafı…
“Bakın, bu gördüğünüz güneştir.”
Zil sesiyle okula giren çocukların önlükleri yoktur. Günlük kıyafetler içindedirler. Öğretmen çocuklardan kalemlerini, defterlerini çıkarmalarını ister ancak çocuklar onun bu isteğini karşılıksız bırakır. Sesizce ona bakarlar. Çocukların defteri, kitabı olmadığını anlayan öğretmen “Hep birlikte, dışarı çıkalım, dersimizi açık havada yapalım,” der.
Karda kışta dışarı çıkan çocuklara “Bakın, bu gördüğünüz güneştir.” diyerek derse başlar. Öğretmenin “Çocuklar, güneşe bakın!” demek yerine “Bakın, bu gördüğünüz güneştir.” diye söze başlaması dikkat çekicidir. Bu, umutla derse başlamak isteyen bir öğretmenin haykırışıdır.
“Dünyamızı ısıtan, bitkilere ve insanlara can veren odur. Dünyamız güneşin çevresinde döner. Gün ve gece böylece oluşur. Yaz ve kış, ilkbahar ve sonbahar böylece oluşur. Şimdi bu tarafa bakın. Sen güneş ol. Sen de dünya ol. Sen güneşin etrafında döneceksin. Gördünüz mü?” Koşulların yetersizliği öğretmenin çabasıyla uygulamalı bir derse dönüşür. (Burada öğrencileriyle (farklı bir gerekçeyle) dışarda ders yaptığı için soruşturma geçiren Lale öğretmeni (Bir Dağ Masalı) anabiliriz.)
Öğretmen kente inerek öğrencilerin ders araç gereçlerini kendi bütçesinden karşılayarak alır. Defterleri, kitapları, silgileri, kalemleri öğrencilerinin önüne koyar ve defterinin birinci sayfasına bildikleri bütün sözcükleri yazmalarını ister. Öğrencilerin defterlerine yazdıkları Türkçe sözcükler oldukça azdır, dünyalarını da ortaya koyar: kar, ana, bayrak, dağ, kurt, öğretmen, köy, köpek, ot, kızak, tahta, buğday, ölmek, kalem, silgi, bulut, ağaç, ekmek, peynir, yoğurt, kardeş, babo, kaya,
gök, hedik, tezik, jandarma, keklik, yayla, ağaç, toprak…
Sevgiliye yazılan bir mektuba kulak vermenin tam sırasıdır:
“Sana fotoğraf çekip göndermemi istiyorsun. (…) akıllıca bir öneri, akıllıca, etkili ve çağdaş. Yetersiz sözcüklerle anlatacağıma çeker fotoğrafını yollarım. Burası işte böyle gördüğün gibidir, derim. İşte burada yaşıyorum, derim. Çocukları anlatacağıma portrelerini çeker yollarım. Kayalarda ve karda şahram şahram yarılmış çorapsız ve pabuçsuz ayakların, cüzzamlı ellerin fotoğraflarını çeker yollarım. Tozlu bürokrat masalarını, mahkeme duvarı gibi suratların fotoğraflarını… Büyük azgın köpeklerin, çıplak ağaçsız dağların, çaresiz insanların yaşadığı bu soğuk yeryüzü cennetinin, tezekleri tükendiğinde insanların kendi soluklarıyla ısındıkları bu dağ başı köyünün çekerim fotoğrafını, yollarım.”
Uygarlıktan uzak bu köyde, öğretmenin uygarlık demek olan fotoğraflarla ortaya koyacağı “insanlık freski” neye yarayacaktır? Uygarlığın ortasında yaşayan insanlar, duvarlarını bu fotoğraflarla kapladıklarında onlara her baktıklarında içinde bulundukları durum için tanrılarına şükredecek, yatıp kalkıp yakaracak, adaklar sunacaktır. Öğretmen tepkisini “Yaşasın fotoğraf! Yaşasın bana bunları yazdıran sevgilim! Yaşasın uygarlık!” diyerek gösterir.
Bu mektup, öğretmenin köyün sorunlarına karşı duyarsız kalmadığını ortaya koyar. Muhtarın, karısı Zaze üzerine kuma getirmek istemesi, karısının buna razı olmasa da boyun eğmek zorunda kalması, çaresizliği, Zaze’nin kardeşi kaçakçı Halit’in jandarma tarafından aranması öğretmenin üzerinde durup düşündüğü konulardır. Yalnızca öğrencilerin değil, onların da öğretmenden beklentileri vardır. Zaze, oğlunu yanına alarak öğretmenin odasına dalar. Oğlu, anasının sözlerini Türkçeye çevirir: “Sen söyleyeceksin, anam öyle diyor, babama bir de senin söylemeni istiyor, (…) Sen yabancısın diyor anam, bir de sen söyleyesin.” Zaze’nin çaresizliğine tanık oluruz ancak öğretmen, kendisini bu konunun dışında tutmayı yeğleyecektir. Bunu anlarız. Kadının hayatı üzerinde söz hakkının olmadığı bir coğrafyadayız. Köyün töresi, kadının yazgısı karşısında el kol bağlıdır. Halit de bu durumu şöyle ifade edecektir: “Buralarda işler başkadır, Zaze’nin üzerine kuma gelecek, töre böyle.“ Zaze de Muhtar’ın ikinci karısıdır, o da bir başka kadının üzerine kuma gelmiştir.
“Çocuklara bir şey oldu!”
Öğretmenin dışarıya yansıtmasa da (Sakinliğini hep korumaktadır.) ruh halinin iyi olmadığı gördüğü bir düşle kendisini belli eder. Yatağında huzursuzca sağa sola dönüp durduğu bir gece dışardan köpek havlamaları gelir. Rüzgar uğuldar. Odasının kapısı (Kilitli değildir.) kendi kendisine açılıp kapanır. “Çocuklara bir şey oldu!” diyerek yatağında doğrulur. Dışarda dolunay vardır. Güneşin doğduğunu düşünür, okulu açar. Çocukların geldiğini görür, çevresindekilere denizi sorar, yanıt alamaz, karların üzerine elindeki sopayla denizin dalgalarını ve bir gemi çizer, kimse gemiye binmez. Zaze’nin bağırdığını, bir kadının kaçtığını görür.
Halit ise aynı geceden söz ederken “Dışarda bir tüfek sesi duydum. Ne oluyoruz diye dışarı vurdum,” der. Öğretmenle karşılaştığını ve onun çocukların nerede olduğunu sorduğunu söyler. Çocuklar uykudadır. Öğretmenin kötü bir düş gördüğünü düşünerek onu odasına geri götürür. Öğretmenin ateşi olduğuna, hastalandığına hükmeder. Onun için ot kaynatır.
Öğretmen kendisine geldiğinde düş görenin kim olduğunu sorgular. Halit mi, kendisi mi? Halit, karşı çıkmaz, “Olabilir,” der “hepimiz düş görüyoruz.” Ancak yanıtlanması gereken bir soru vardır. Öğretmenin gece dayandığı duvarın dibinde, karların üzerinde boş kovanlar vardır. Mavzeri kim ateşlemiştir? Biri öğretmeni öldürmek mi istemiştir? Soru yanıtsız kalır. Bu noktada Muhtar’ın uyarısı akla gelecektir: “Halit’ten sakın. Onun dediklerine inanma, tehlikelidir, Allah bir dese inanma.” Halit ile Muhtar arasında, Halit’in Zaze’nin Muhtar’la kuma gitmesini onaylamadığı için bir düşmanlık olduğunu da anımsadığımızda gerçeğin ne olduğu iyice belirsizleşecektir.
Bir Dağ Masalı’nda Lale öğretmenin hastaların yardımına koşması o, tıp fakültesini yarım bıraktığı için doğal görülebilir ancak “Hakkari’de Bir Mevsim”de öğretmenin tıbbi bir geçmişi yoktur. Yine de hastası olan ona koşar. Öğretmen orada devleti temsil eder, devlet köye bir doktor göndermiyorsa ondan beklentiler de başka bir görevliye yüklenir. Bu, halkın çaresizliğidir. Muhtar’ın ve Zaze’nin oğlu öğrencisi Alaattin de “Hoca, benim kardeş hastadır. Ateşi var,” diye öğretmenin kapısını çalacaktır. Öğretmenin elinden geldiğince bu role karşı çıkmadığı görülür: “Dur sana bir ilaç vereyim.” Filmin en etkili sahnelerinden birine o anda tanık oluruz. Alaattin, öğretmeninden ilaç değil, portakal ister çünkü kardeşi portakal yememiştir hiç. Eline aldığı portakala bakıp gülümserken yalnız kardeşinin değil onun da portakal hiç yemediği mesajını seyirci alır.
Köyde ve çevresinde bir salgın başlamıştır. Çocuklar ölmektedir. Hastalığın ne olduğu bilinmez. Öğretmen, durumu ile bildirir, bakanlığa telgraf çekilmesini ister. Köye doktor, ilaç gelmelidir. Çocuklar aşılanmalıdır. Durumdan ildekiler de haberdardır, verecek dermanları ise yoktur. Bakanlığa telgraf çekilmesini hoş karşılamazlar. Ölen bebeler için doktor isteyen öğretmenin sesi kimseye ulaşmaz. Öğretmen de çocuklar gibi hastalanıp ölmekten korkmaya başlar. Karların altına gömülen çocukları gördüğünde onun da yüreğini ölüm korkusu sarar.
“Benim gidecek bir yerim yok.”
Bahar gelip karlar eridiğinde köye bir müfettiş gelir ve öğretmene hafta sonunda okulu kapatabileceğini söyler. Öğretmen artık özgürdür, hakkında iyi bir rapor verecektir. Köyde yaşadıklarından sonra öğretmenin istediği yere gidebileceğine sevinmesini bekleriz ancak o, “Benim gidecek bir yerim yok. Gitmek istediğim bir yer yok,” der. “Ben ne yapacağım?” Bu sorunun “öğretmen” kimliğiyle ilgisi yoktur. Karşımızda öğretmenliği bir meslek olarak benimseyip öğrencilerine yeni ufuklar açmak, onlara yol göstermek isteyen bir öğretmen yoktur. İç sorgulamasını tamamlayamamış genç bir adam vardır.
Köyde geçirdiği aylar, öğrencileriye arasında bir bağ kurmuştur. Bunu son dersinde onlara “Yavrularım!” diye seslenmesinden anlarız. “Ben gidiyorum, zamanım doldu. Bir daha karşılaşır mıyız, bilemem. Size burada kaldığım süre içinde birçok şey öğrettim, birçok şey öğrendiniz. (…) Ben sizden şimdi gider ayak bir şey istiyorum: Bütün öğrettiklerimi unutun.”
Öğretmenin bu isteğinin altında yatan nedir?
“Bu dağ başında beki (dünyanın) dönmediğini bilmek daha doğrudur. Size hayat bilgisi dersleri verdim ama siz hayatın gerçek bilgisini bu dağ başındaki köyünüzden uzak kentlerdeki askerliğinizde, mahpusluğunuzda öğreneceksiniz. Unutmayın ki kitapların yazdığı her zaman doğru değildir. Benim için doğru olan sizin için her zaman doğru değildir. Benim için gerçek olan sizin için değildir. Öğrettiklerimin çoğu böyleyse bağışlayın beni çünkü ben başka bir yerden geliyorum.”
“İnsanlar üç aylık bebeyken bilinmeyen hastalıklardan ölmeden de yaşayabilirler; cüzzam, trahom alın yazısı değildir, hiçbir şey alın yasızı değildir.”
Burada öğretmenin sevgilisine yazdığı mektubu yeniden anımsayacak olursak uygar bir toplumdan (İstanbul’dan) ilkel bir köye (Pirkanis) gelen öğretmen, yaptığı karşılaştırmada uygarlığın ortasında yaşayan insanlara içinde bulundukları durum için şükretmelerini söylüyordu. Köylülere nasıl bir öneride bulunur? Onlar için ilkellikten uygarlığa uzanan bir yol var mıdır? Öğretmen bilir ki burada yaşayacak olan öğrencileri/köylülerdir. Öğretmenin elinde sihirli bir değnek yoktur; o, bir kurtarıcı değildir ancak öğrencilerinde yaratabileceği bir farkındalık vardır: “İnsanlar üç aylık bebeyken bilinmeyen hastalıklardan ölmeden de yaşayabilirler, cüzzam, trahom alın yazısı değildir, hiçbir şey alın yasızı değildir.” Öğretmenden alınyazısı olmayan bu durumun sorumlularını/suçluları parmağıyla işaret etmesini bekleyenler düş kırıklığına uğrayacaktır. O, “Suçlu ayağa kalk, hesap günü geldi!” demeye gerek duymayacaktır.
Öğretmenin köye ilk geldiği günlerde düşündüğü gibi olmuştur. Bu köyde kendisini ararken başkalarını bulmuştur.
Film; kendi varoluşunu sorgulayan bir insanı (Öğretmen değil, zorunlu olarak oraya gönderilmiş başka bir devlet görevlisi de olabililirdi.) odak noktasına koymuş; köyün yoksulluğunu, köyde yaşayan insanların çaresizliğini, karşı durulamaz töreleri, açıkça dile getirilemese de Kürtçe-Türkçe ikiliğini sorgulamayı amaçlar gibi görünmese de izleyicisine gerekli mesajları iletir. Ferit Edgü, olaylara toplumcu gerçekçi bir pencereden bakan, geleceğe ilişkin bir umut vermesi gerektiğine inanan, yaşamın değişebileceğine ilişkin bir coşku yaratmak isteyen bir yazardır. Umutsuzluğun kol gezdiği bir coğrafyada ufacık da olsa bir umut yeşertebilmek onun için önemlidir.
Köyde herkes öğretmenin yazar olduğunu bilir. Mektubunu getiren postacının, “Buralarda hayat zordur, dönünce bunları yazarsın.” sözleriyle dile getirdiği beklentiye “öğretmen” olumlu yanıt vermiştir. “Hakkari’de Bir Mevsim” onun ürünüdür. Zor olan hayatı seyircinin gözleri önüne serer. Dikkatleri o köye çeker. Sorunların kaynağında onlardan kimler sorumluysa durup düşünecek, çözüm üretecekler midir? Sonrası öğretmenin dışındadır. Ne olacağını zaman gösterecektir.
.
“Öğretmen” filmiyle sürecektir.
Kaynaklar:
Roza Alkan, Hakkari’de Öteki Bir Mevsim. Yayımlanma Tarihi: 27/02/2024. Erişim Tarihi: 19 Haziran 2024.
https://politikart.net
Kardelen Saç, Hakkâri’de Bir Mevsim: Karın Üstünde Yalınayak Yürüyüp Ölmeyenler. Yayımlanma Tarihi: 17 Eylül 2022. Erişim Tarihi: 19 Haziran 2024.
https://coremag.khas.edu.tr
.
Aysu Solmaz’ın Diğer Sinema Yazıları
1920’li Yıllardan 2020’li Yıllara
Ülkemizde Değişen Öğretmen Profili:
ÇALIKUŞU (14 Haziran 2024)
BİR DAĞ MASALI (16 Haziran 2024)
ÖĞRETMEN (13 Temmuz 2024)
İKİ DİL BİR BAVUL (2 EKİM 2024)
*
“HER” Filmi Üzerine Bir Deneme (3 Nisan 2024)
Füruzan’ın Sinemaları (28 Şubat 2024)
Kitap Anlatır, Film Gösterir (Piyanist) (16 Eylül 2023)