16 Haziran 2024
AYSU SOLMAZ
Bu araştırmada 1920’li yıllardan 2020’li yıllara ülkemizde değişen öğretmen profili edebiyat uyarlamaları ve filmler üzerinden değerlendirilecektir.
BİR DAĞ MASALI
Reşat Nuri Güntekin, Çalıkuşu’nda İstanbul’da Fransız eğitimi almış genç bir öğretmeni Anadolu’ya gönderir, Bir Dağ Masalı’nda köyün öğretmeni, tıp eğitimini yarım bırakmış, kent kökenli bir gençtir. Her ikisi de özel alan ve öğretmenlik meslek bilgisi dersleri almadan öğretmen olmuştur. Bu durum dönemin koşullarını ortaya koymaktadır. 1970-1971 yıllarına kadar eğitimi lise düzeyinde olanlar öğretmen olabiliyordu. 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nda (1973) öğretmenlik, “devletin eğitim, öğretim ve bununla ilgili yönetim görevlerini üzerine alan özel bir ihtisas (belli bir alanda derinleşme, geniş bilgi sahibi olma; branşlaşma) mesleği” olarak tanımlanacaktır. Dolayısıyla “herkesin öğretmen olabileceği düşüncesi” de ortadan kalkacaktır.
Çalıkuşu’nun Feride öğretmeni nasıl Zeyniler köyünün harap ilkokulunu adam etmek için uğraştıysa Bir Dağ Masalı’nın Ahmet öğretmeni de benzer mücadeleleri yaşar. Üstelik her iki öğretmenin geçmişleri de birbirine benzemektedir.
Bir Dağ Masalı 1947 ve 1967 yıllarında iki kez beyazperdeye uyarlanır. Turgut Demirağ’ın senaryosunu yazdığı ve yönettiği 1947 yapımı “Bir Dağ Masalı”na ilişkin internette bir dakikalık videonun dışında herhangi bir kayıt yoktur.
(Meraklısı için not: O zaman dokuz yaşında olan Halit Akçatepe’nin çocuk oyuncu olarak yer aldığı filme ait bir dakikalık kayıtta onun 2. sınıfa alınma isteği dile getirilir.)
Film, Reşat Nuri Güntekin’in “aynı adlı eserinden” ibaresiyle başlar ancak Güntekin’in “Bir Dağ Masalı” başlıklı herhangi bir eseri yoktur. Film, Güntekin’in “Çalıkuşu” adlı romanıyla benzerlikler taşır. Filmin Çalıkuşu’nun bir uyarlaması olduğu söylenebilir.

Filmin senaristi ve yönetmeni Turgut Demirağ, Türk sinemasında siyah beyaz filmlerden renkli filmlere geçiş furyasının başladığı, çoğu filmin bu nedenle yeniden çekildiği dönemde (1967) filmi yeniden çekmeye karar verir. Filmin siyah beyaz versiyonunda erkek öğretmen olan ana karakter, bu filmde seyircinin karşısına tertemiz, şık giyimli, bakımlı, aydınlık yüzlü genç bir kız olarak çıkar. Aynı özellikler Feride öğretmende de (Çalıkuşu) görülüyordu.
Büyük bir kesime hizmet sunan öğretmenler, toplumun gözünde olumlu bir imaj yaratılabilmek için bu konuda (görsel açıdan iyi bir imaja sahip olmak) özenli davranırlar.
Filmin çekimleri İstanbul’da Sarıyer’e bağlı Gümüşdere köyünde yapılır.
Asıl konumuz film değil, “öğretmen” olduğu için değinip değinmemekte tereddüt etsek de filmin adına dikkat çekmek isteriz. “Bir Dağ Masalı” adı izleyiciye ne diyor? Gümüşdere köyünün nereye bağlı olduğu açıkça söylenmese de filmde doktorun Samsun’a gitmesi, Müfettiş Hanım’ın Samsun’dan trene binmesi gibi ayrıntılar köyün Samsun’un bir köyü olduğuna işaret ediyor. Karşımızda yeşil bir köy, özellikle dışarıdan gelenlerin kıyısında konaklayıp eğlendikleri bir de göl var. Filmde gördüğümüz sahneler bizi bir dağ köyüne götürmüyor. Filmde masalsı kabul edebileceğimiz noktalar bulmakta zorlanıyoruz. Bu ad, ticari kaygılarla öğretmenin ve doktorun aşkına bir gönderme kabul edilebilir yalnızca. O da aslında masalsı bir aşk değildir.
Tıp eğitimi alan 4. sınıf öğrencisi Lale, yanında yaşadığı dayısının iflası ve sözlüsünün kendisini aldattığını öğrenmesi üzerine yaşamına yeni bir yön vermek isteğiyle İstanbul’dan ayrılır.
“Biz vergimizi veriyoruz. Kimse uğrayıp haliniz nedir diye sormaz, okulu tamir etmezse kabahat bizde mi?”
Gümüşdere köyünde onu harap bir okul beklemektedir. Köylünün okula karşı ilgisizliği genç öğretmeni üzer. Filmin ilerleyen sahnelerinde kendisini “Ben halkım!” diye niteleyen Şükrü Efendi, “Biz vergimizi veriyoruz. Kimse uğrayıp haliniz nedir diye sormaz, okulu tamir etmezse kabahat bizde mi?” sözleriyle kendilerini savunur. Şükrü Efendi’nin sözlerinde altını çizmemiz gerekn cümle “Biz vergimizi veriyoruz.” cümlesidir. 60’lı yıllar ve öncesinde sık sık duyduğumuz ve hak vermemiz beklenen cümleleri Lale öğretmen dile getirir: “Kırk bin kusür köye devlet nasıl yetişsin? Size öğretmen gönderdiğine şükredin.” Bu konuşmaların vardığı noktada yapılması gereken açıktır: Bu kadar insan kahvede boş boş vakit geçireceğine her biri bir taş getirir, bir çivi çakarsa okul saraya çevrilecektir. Öğretmen kolları sıvar, kireçti, tahtaydı, çiviydi… her şeyi kendi parasıyla alır. “Okul vatan gibidir.” Onu harap halde bırakmak olmaz. Nesi varsa ona verir. Köylü, öğretmene “Böyle ağır işleri senin gibi bir hanım kız yaparsa bizim erkeklik şerefimiz ne olur?” düşüncesiyle yardım etmek ister.
Köyün imamının öğretmeni desteklemesi, kolları sıvayarak öğretmenin yanı başında yer aldığını söylemesi, köylüyü olumlu etkiler. “Yüz yıldan beri köyümüzde değişen hemen hemen hiçbir şey yok. (…) Gümüşdere köyünün kaderini değiştirelim. Okuldan sonra camiyi de tamir edelim. Köyün ortasından geçen o pis su akıntısından, mikrop yuvasından kurtulalım. Okuma yazma bilmeyenlere ders verelim. Kahvenin bir köşesine kitaplık kuralım. Köyümüzde bir ecza odası yok. Kocakarı ilaçlarıyla tedavi devri çoktan geçti.” Öğretmen, âdeta köyün tüm sorunlarını çözecek sihirli eldir. 1960’lı yıllarda ve öncesinde halkın öğretmenden beklentileri görüldüğü gibi oldukça yüksektir. Lale, Cumhuriyet’in bir öğretmeni olarak muhafazakar bir köye aydınlık taşıyacaktır/taşımalıdır.
Lale öğretmen, köyde “o güne kadar görülmedik uygulamalar”ı hayata geçirince bu durumdan rahatsız olan kimi köylüler onu şikayet eder. Hakkındaki iddiaları araştırmak üzere görevlendirilen bir müfettiş köye onu denetlemeye gelir.
Burada sorulması gereken iki soru vardır. Şikâyete konu olan uygulamalar nelerdir ve onu şikâyet eden kimlerdir?
Müfettiş Hanım, Lale öğretmenin bünyeleri ve kemikleri zayıf olan kimi öğrencilerine kalsiyum iğnesi yaptığına tanık olur. Lale öğretmen, bu iğnelerin parasının bir kısmını kendisinin karşıladığını, bir kısmını ise eğitim masrafı olarak göstererek okul bütçesine eklediğini açıkça dile getirir. Eğitim masrafları arasında ilaç diye bir kalem yoktur ancak okul badanası vardır. Oradan alıp buraya verir. Bu durum, şikayetler arasında yer alan “sahte evrak” sorununun doğru olduğuna işaret eder. Lale öğretmene göre “bu biçarelere o bu kalsiyumu vermezse onlar ömürlerinin sonuna kadar cılız ve hastalıklı kalacakları için” yaptığı doğrudur. Müfettiş Hanım’a göre ise “bunun adı, devlet dilinde sahtekarlık”tır.
1960’lı yıllar ve öncesi düşünüldüğünde “Öğretmen üzerine vazife olmayan işlere kalkışıyor” demek uygun olmayacaktır çünkü öğretmene zaten üzerine vazife olmayan pek çok iş yüklenmiştir ve o da bunu kabul etmiştir.
Bu durumda müfettişten beklenen nedir? Kanun harici bu durum karşısında ne yapacaktır? “Allah rızası için bana gösterme. Bu şefkat güzel ama kanun karşısında buna fazla sarfiyat derler. Sahte senet derler, suistimaldir.” Emekliliğine altı ay kala böyle bir duruma tanık olmak canını sıksa da öğretmen hakkında herhangi bir işlem yapmaz. Kalbi ve aklı onu farklı yönlere çeker. Seyirciye de müfettişin kalbinin sesini dinlemesi gerektiği mesajı verilir.
Lale öğretmene yöneltilen suçlamalardan bir diğerini de müfettişin ve öğretmenin önüne atılan bir köylü kadın dile getirir: “Oğlumu isterim Müfettiş Hanım, aslan gibi oğlumu isterim! Sen nasıl olur da benim oğlumu alır, okula kapatırsın?” Lale öğretmen,köylü kadının sözlerini yalanlamaz. Müfettiş, delikanlıyı sorguya çektiğinde durum aydınlanır: Delikanlının deli bir analığı vardır. Delikanlı bir kazada sakatlanınca çalışamadığı için analığı tarafından sokağa atılmıştır. Delikanlı ortada kalınca öğretmen onu okula alarak bakımını üstlenmiştir. Kendilerine eğlence arayan münasebetsizler, deli kadını kışkırtıp öğretmene musallat etmektedir. Hatta deli kadın, işi öğretmene baltayla saldıracak dereceye kadar vardırmıştır.
Müfettiş Hanım, bir kez daha aklıyla kalbi arasında kalır. On sekiz yaşını bitirmemiş bir çocuk analığının velayeti altındadır. Analığının isteği dışında onu okulda alıkoymak suçtur ancak Lale öğretmenin büyük bir iyilik yaptığını da kabul eder, ona hak verir. İşin içinden çıkamaz, “Cevap bulamıyorum,” diyerek yine öğretmen hakkında herhangi bir işlem yapmaz. Çocuğun bu haliyle sokağa atılmasına ya da deli analığının yanına verilmesine gönlü razı olmaz.
On sekiz yaşını bitirmemiş, ortada kalmış çocukları koruyup kollama görevinin de (devletin üstlenmesi gereken bir sorumluğun daha) yine öğretmene yüklendiğine tanık oluyoruz. Bunun vicadanen doğru olduğu mesajı da bir kez daha veriliyor.
Sonbaharın ve ilkbaharın güzel günlerinde sınıflar boşalmaktadır. Tehdit ya da ceza çocukların okula dönmesini sağlamaz. Köylü de çocuklarının okumasını ister ancak onlar kaz ve davar yetiştirerek geçinmektedir. Davarların güdülmesi gerekir, çocuklar bu nedenle okula gönderilmez.

Lale öğretmen çözümü, öğrencilerine okula davarlarıyla gelmelerini söylemekte bulur. Artık iyi havalarda dersler kırlarda yapılmaktadır. Müfettiş Hanım durumu, “Bizim usullerimize aykırı ama fena olmayan bir usul” diye değerlendirir.
Bu noktada “Hava ne kadar güzel öğretmenim” diyen Melih Cevdet Anday da onlara eşlik edecektir. Yollar, ağaçlar, kuşlar bu kadar güzel, yeryüzü pırıl pırılken okullar bomboş kalmalı.
Müfettiş Hanım, “her şey ters çıktı” dediği köyde gördükleri karşısında Lale öğretmene yöneltecek bir suçlama bulamadan köyden ayrılacaktır.
Artık “lale öğretmeni şikayet eden kimlerdir?” diye sorabiliriz.
Müfettiş Hanım, çocukların ve köylünün Lale öğretmeni sevdiğini anlar. Bu durumda ihbarları yapanlar bulunmalı ve bu yılanların başı ezilmelidir.
Burada “Ben halkım” diyen Şükrü Efendi’ye kulak vereceğiz.
Başı ezilmesi gereken yılanların içinde film boyunca Lale öğretmenin ardından hiç ayrılmayan Şükrü Efendi de vardır. “Ben anlamadığım şeyin evvela aleyhinde bulunurum. Açık konuşmayı tehlikeli görürsem gizli gizli fiskos eder, el altından dedikoduyu kaynaştırırım, velakin aklım erince de pişman olur, tövbe ederim. Meşrutiyet’te de böyle yaptım, Cumhuriyet’te de böyle yaptım, şapkada da böyle yaptım, yazıda da böyle yaptım. Ben bu köyün çocuklarını okutuyor, kıt kannat geçiniyordum derken günün birinde yerime genç bir öğretmen hanım geldi. Yirmi yıl Ekmekççioğlu medresesinde dirsekk çürütmüş Şükrü Efendi, bu köyde hiç değilse on tane hafız yetiştirmiş Şükrü Efendi çocukları okutamazmış da ha bu okuturmuş yani hem ekmeğimi elimden alacak hem benim bilmediğim şeyler öğretecek, ben de onun babasına rahmet okuyacağım! Öyle yağma mı var? Başladım attan alta kuyusunu kazmaya, ben dolap çeviredurayım, bana kızacağına şefkatle muamele etti, beni kendine dört elle sarılmaya mecbur etti. Marifet benim kötü adam olduğum değil, sadece cahil gafil adam olduğumu anlatmak…”
Müfettiş Hanım’ın “Sen kimsin Şükrü Efendi?” sorusuna verdiği yanıt da dikkate değerdir.
“Adım Şükrü olmuş, Ali olmuş, Veli olmuş, ne çıkar? Halk diye bir şey vardır ya ben oyum işte. Sizin yılanlar dediğiniz insanlar hava gibi her yerdedir, çoğu benim gibi cahildir, birer birer aramak neye yarar onları? Onları da sizin gibi okumuş kimseler sözlerinin doğruluğuyla, bilgileriyle uyarıp yola getirmeli.”
Bu konuşmalara tanık olan Lale öğretmenin yüzünde sürekli bir gülümseme vardır. Bu kendine güvenin arkasında yatan nedir diye düşünüldüğünde buna “Cumhuriyet’in aydınlığı” diyebiliriz.
Şikayetler arasında yer alan bir diğer suçlama ise “Ömer diye bir delikanlıyla ilgisi olduğu”dur. Ömer için söylenenler yalan değil, yanlıştır. Ömer, kaza geçirdiği zaman ilk müdahaleyi yaparak hayatını kurtardığı bir öğrencisinin ağabeyidir. Lale öğretmene aşıktır. O, evde yokken odasına girer, vazoya bir demet çiçek koyar, yatağın üzerindeki yastığı düzeltir, gaz lambasının islenen camını temizlemek üzere alır. Lale öğretmene yakın olmak istediği açıktır ancak bu durum öğretmen tarafından tepkiyle karşılanır. Onu odasına bir daha girmemesi gerektiği konusunda uyarır. Çıkabilecek dedikodular onu kaygılandırır. Aralarında herhangi bir ilişki söz konusu değildir. 1960’lı yıllar ve öncesinde “namus bekçiliğine soyunmak” doğal karşılanan bir durumdur. Suçlamanın yersiz olduğu görülür.
Filmin ana tema müziği, öğrencilerin seslendirdiği “Orada bir köy var uzakta”dır. (Münir Ceyhan ve Orkestrasının eşlik ettiği çocuk korosunu alkışlamadan geçmeyelim.) Gezmesek de tozmasak da bizim olan o köyler, “gökte yıldız kadar” çoktur. Oralarda görev yapan köy öğretmenleri “kara göklerin yıldızları”dır ve “sabaha kadar yurdumuzu ışıtacak”tır. Bir Dağ Masalı bu ruhu, inancı ve beklentiyi ortaya koymakta başarılıdır. Feride öğretmen (Çalıkuşu) yerini Lale öğretmene (Bir Dağ Masalı) bırakmıştır ve karşımızda “güçlü ve umut veren bir öğretmen” vardır.
.
Yazı Hakkari’de Bir Mevsim filmiyle sürecektir.
.
Kaynaklar
Yrd. Doç. Dr. M. Çağrı İnceoğlu, Bir Dağ Masalı’nda Muhafazakar Modernleşme, Marmara İletişim Dergisi, Temmuz 2010, Sayı: 17, sayfa: 93-111.
Mustafa Pala, “Muhafazakâr Modernizm”: Bir D(emir)ağ Masalı,
mustafapala.blog, Yayımlanma Tarihi: 27 Kasım 2021, Erişim Tarihi: 8 Haziran 2024.
Sözü edilen şiirler:
Ahmet Kutsi Tecer, “Orda Bir Köy Var Uzakta”
Cahit Külebi, “Köy Öğretmenleri”
Melih Cevdet Anday, “Bir İlkbahar Şiirine Başlangıç”
.

Aysu Solmaz’ın Diğer Sinema Yazıları
1920’li Yıllardan 2020’li Yıllara
Ülkemizde Değişen Öğretmen Profili:
ÇALIKUŞU (14 Haziran 2024)
HAKKARİ’DE BİR MEVSİM 26 Haziran 2024)
ÖĞRETMEN (13 Temmuz 2024)
İKİ DİL BİR BAVUL (2 EKİM 2024)
*
“HER” Filmi Üzerine Bir Deneme (3 Nisan 2024)
Füruzan’ın Sinemaları (28 Şubat 2024)
Kitap Anlatır, Film Gösterir (Piyanist) (16 Eylül 2023)