1920’li Yıllardan 2020’li Yıllara Ülkemizde Değişen Öğretmen Profili: İKİ DİL BİR BAVUL

2 Ekim 2024
AYSU SOLMAZ

Orhan Eskiköy ve Özgür Doğan’ın yönetiği, 2008 yapımı
İki Dil Bir Bavul, Denizlili Emre Aydın öğretmenin ilk görev yerinde (Şanlıurfa’nın Siverek ilçesine bağlı Demirci köyü) geçirdiği bir öğretim yılını konu alan belgesel bir filmdir. Yönetmenler, filmde üç kız üç erkek olmak üzere altı çocukla çalışmaya başlasa da filmin çekimleri sırasında bu sayı artar, filmin jeneriğinde on altı çocuğun adı yer alır. Çocukların kimi Türkçeyi hiç bilmez, kimi çok az bilir. Film çekildiğinin farkında da olsalar bu, onların doğallığına gölge düşürmez. 

Batı’da büyük büyük apartmanlarda, istediklerine kolay ulaşabildiği koşullarda yaşayan Emre öğretmene ilk kez geldiği Doğu’da her şey “acayip” gelir. “İllaki zorlukları olacaktır,” diye düşünür. Buna hazırdır.

Bozkırın ortasındaki tek sınıflı köy okulu, yalnızca görev yaptığı yer değildir, kaldığı lojmanı da (Odayı demek daha doğru olacaktır.) içinde barındırır. Onu yer yatağında yatarken görürüz. Makarna pişirir, bulaşık yıkar, elektrikli süpürgeyle odasını süpürür. Sobasını yakar. Temel gereksinimlerini en alt düzeyde karşılayan bu odada hep yalnızdır.

Köylüler, öğretmene ve okula karşı olumsuz hiçbir tavır sergilemez. Anneler okula gidecek çocuklarının elini yüzünü yıkar, kızlarının saçlarını tarar. Babalar, çocuklarının dersleriyle ilgilenir. Emre öğretmen köylülerle birlikte okulun bahçesinde kuyu açar, su çıkarır. Öğrencilerin genel başarı durumlarını konuşmak üzere toplantıya çağırdığı veliler, büyük oranda onun bu çağrısına olumlu yanıt verir. “Siz öğretmensiniz, bizden daha iyi biliyorsunuz. Çocuklarımızı sizlere emanet ediyoruz. Öğreten sizsiniz, bir kusurumuz varsa affedin,” dyerek ona duydukları saygıyı, güveni dile getirirler. Emre öğretmen, ev ziyaretleri de yapar. Üstüne taş düştüğü için parmağı kopar gibi ortadan ikiye ayrılmış bir çocuk için öğretmenden yardım istenir. O da elinden geleni yapar, çocuğun parmağına oksijenli su, tendürdiyot döker.  

Genç öğretmenin karşısına çıkan en büyük engel “dil” sorunu olur. O, Kürtçe; öğrencileri de Türkçe bilmez. Bir parçası olduğu “Milli Eğitim Sistemi” içinde onun görevi Türkçe eğitim öğretim yapmaktır. Koyduğu sınıf kurallarının başında “Kürtçe konuşmamak” gelir. Nedenini şöyle açıklar: “Çünkü derslerimizin hepsi Türkçe. Siz Kürtçe konuşursanız ben anlamam ne dediğinizi. Sekiz sene daha eğitim göreceksiniz ve hepsi Türkçe olacak.” Emre öğretmen, Kürtçeyi yok saymaz. Bunu, bir ev ziyareti sırasında “İki dil biliyorum” dediği için kendisiyle alay edildiğinden yakınan köylüye karşı takındığı tavırla ortaya koyar. Köylünün anadili Kürtçedir, Türkçeyi on beş yaşından sonra öğrenmiştir. Oysa onunla “Sen Kürtçeyi de dil mi yaptın?” diye kahkahalarla alay edilmiştir. Emre öğretmen “Bu, yanlış!” diyerek açıkça köylüden yana bir tutum sergiler.  

Çocuklar çekingen ve tutuktur. Öğretmen Türkçe bilmemelerinin dışında onlarla hiçbir sorun yaşamaz. Öğrencilerine yalnızca okumayı yazmayı öğretmeyi amaçlar. “Bırak matematikmiş, hayat bilgisi falan filanmış, bunları bırakayım, ben bunlara bu sene en azından Türkçeyi güzelce öğreteyim, okuyup yazsınlar. Nasıl olsa bu altyapıyla ben onlara bu sene kaybettiklerini önümüzdeki sene verebilirim,” diye düşünür.

Emre öğretmen, okulun ilk gününde siyah pantolonu, beyaz gömleği, çizgili kravatı, özenle biçimlendirdiği saçlarıyla kendisine, öğrencilerine, mesleğine duyduğu saygıyı yansıtacak biçimde sınıftan içeriye girer ve bu, hep aynı biçimde sürer. Öğrencilerine karşı ilgili, anlayışlı, güler yüzlüdür.

Kalemini açmak isteyen öğrenciyi çöp kabının başına kendisi götürür. (Öğrenci Türkçe bilmediği için söylediklerini anlamamıştır.) Öğrenci kalemi açamayınca alır, kendisi açar. Yanına gelip utana çekine ona bir şeyler söyleyen öğrencisine doğru eğilir, boyunu onun boyuyla eşitler, gülerek ona yol gösterir, ne söylemesi gerektiğini öğretir: “Tuvalete gidebilir miyim?” Öğrencileriyle şakalaşır. Onlarla birlikte resim yapar, şarkı söyler. Okulun bahçesine birlikte ağaç dikerler. 

Öğrencisini çeşiti resimlerin ve yazıların yer aldığı büyükçe bir kartonun önüne çağırır, arıyı göstererek “Bu ne?” diye sorar. Öğrenci onu Kürtçe yanıtlar. Türkçesini bilmez. Öğretmen ona ve tüm sınıfa heceletir: a-rı.

Tahtaya e ve l harflerini yazar, onları birleştirir, ortaya çıkan sözcük “el”dir. Tahtaya elinin resmini çizer. İki öğrencisini tahtaya çağırır, el ele tutuşmalarını ister. Bu kez tahtada yazan sözcük “el ele”dir. 

Ders sonu masasının önünden geçen çocuklarla el şaklatarak vedalaşır: “Güle güle. Derslerinizi yapın.”  

İlgili, anlayışlı, güler yüzlü Emre öğretmenin tavrı, öğrencileri Kürtçe konuştuğu ya da ödev yaptığı zaman değişir. Onları tahtanın önünde tek ayak üstünde bekleterek cezalandıracak kadar kızar. “Dersimiz Türkçe, kitaba Kürtçe yazıyor!” diye isyan eder. Öğrenciler, kuşkusuz onun dile getirdiği gibi Kürtçe yazmakta inat ettikleri için öyle davranmazlar. Sınıfın dört duvarının dışında hayat onlar için Kürtçe sürmektedir. Kimisinin annesi Türkçeyi hiç bilmez. 

Burada hem öğretmenin hem öğrencilerin içine düştüğü ikilem, kuşkusuz iki tarafı da incitir. Emre öğretmenin dile getirdiği sorunun çözümü onları aşmaktadır: “Beni anlamıyorsunuz değil mi? Ben de sizi anlamıyorum. İyi. Ne yapacağız?”

Filmde dikkat çeken noktalardan biri de Emre öğretmenin annesiyle yaptığı telefon konuşmaları olur. Bu konuşmalar, izleyiciler için Emre öğretmenin duygu ve düşünce dünyasına açılan birer kapıdır.“ Hiçbir şey yok. Ben tamam köye geleceğimin farkındaydım ama bu kadar kötü bir yer hayal etmemiştim. En azından suyum olur diyordum. O bile yok.”

“Vallahi yorucu anne. Geldi, hepsi değil de yarısından fazlası geldi işte. Zor oluyor çocuklarla uğraşmak. Hepsi bir arada. Bugün birinci sınıflar geldi. Türkçe bilmiyorlar, konuşuyorum boşa konuşuyorum gibi oluyor, hiçbir şey anlamıyorlar. Ben nasıl ders anlatacağım?”

“Dersteydim anne. Tenefüse çıkardım çocukları. Burada durum malum. Aramak gelmiyor içimden kimseyi. Kimseyle konuşmuyorum.” 

“Üç gündür elektrik de yok. Şarjım bitecek, merak etme kapanırsa telefon, bana ulaşamazsan…”

Tüm bu koşullar altında Emre Aydın, bir öğretmen olarak üzerine düşeni yapar. Yıl sonu geldiği zaman öğrencileri okumayı yazmayı öğrenmiştir. Karnelerini alırlar. 

Emre öğretmen, bir bavulla geldiği köyden yine aynı bavulla ayrılırken öğrencileri onu “Kendinize iyi bakın,” diye uğurlar. Yaz tatili nedeniyle köyden ayrılır. Tatil bitiminde köye dönecektir. 

Sonuç
1920’li yıllardan 2020’li yıllara ülkemizde değişen öğretmen profilini ele aldığımız bu yazı dizimizde, 2008’de Demirci köyünde görev yapan Emre öğretmenin; meslektaşları Zeyniler Köyü öğretmeni Feride’yle, Gümüşdere köyü öğretmeni Lale’yle, Pirkanis köyü öğretmeniyle, İstanbul Şakir Bey İlkokulu öğretmeni Hüsnü’yle ortak en önemli özelliği, öğrencileri için elinden gelenin en iyisini yapma çabasıdır. 2020’li yıllarda ise Samet öğretmen (Kuru Otlar Üstüne) bambaşka bir kimlikle karşımıza çıkacak ve meslektaşlarından kesin çizgilerle ayrılacaktır.  

Kuru Otlar Üstüne filmiyle sürecektir.

.

Aysu Solmaz’ın Diğer Sinema Yazıları
1920’li Yıllardan 2020’li Yıllara Ülkemizde Değişen Öğretmen Profili: ÇALIKUŞU
BİR DAĞ MASALI

HAKKARİ’DE BİR MEVSİM
ÖĞRETMEN
*
“HER” Filmi Üzerine Bir Deneme
Füruzan’ın Sinemaları
Kitap Anlatır, Film Gösterir (Piyanist)