Göksu N. Çakır’la Söyleşi

18 Şubat 2024
Söyleşi: Sevda Müjgan

GÖKSU N. ÇAKIR

Rize’de dünyaya gelen Göksu N. Çakır, Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Kimya Bölümünden mezun oldu. Sınıf öğretmeni olarak İstanbul’da görev yapıyor. AÖF Türk Dili ve Edebiyatı öğrencisi. Edebiyat dünyasına 2015’te yayımlanan öykü kitabıyla (Suzan’ın Yürüyüşü) girdi. Öyküyle başladı, arkasından şiirler, romanlar ve çocuk kitapları geldi. Son yayımlanan kitabı da yine bir öykü kitabı: Pazar Kahvaltısı. 

Sevda Müjgan: Yaşam öykünüzde kimya eğitimi aldığınız, sınıf öğretmeni olarak çalıştığınız, şu anda da edebiyat eğitimini sürdürdüğünüz yazıyor. Başta seçiminizi sayısaldan yana yapıp sonradan edebiyata dönmüşsünüz diye mi yorumlayalım bunu? Bu nasıl bir süreçti? 

Göksu N. Çakır: İlkokul yıllarında matematik dersiyle tanıştığımda, o zorlu soruları çözmek ve onların mantığıyla oynamak beni büyüledi. Ortaokul ve lise yıllarında matematik öğretmenlerimin özverili çalışmalarıyla bu sevgim daha da derinleşti. Sayıların gizemli dünyasına her adım attıkça içimdeki tutku büyüdü. Liseyi tamamladıktan sonra matematik bölümünde eğitimime devam etme kararı aldım. Ancak aynı zamanda edebiyatla olan bağım da hiç kopmadı. Edebiyatın büyülü dünyası, matematiğin somut düşüncelerinden farklı bir tat verdi bana.

Matematik ve edebiyat arasındaki dengeyi sağlamak için sayısal bir alanda eğitim almaya karar verdim. Kimya bölümüne ilgimle birlikte matematik eğitimimi alırken edebiyata ilgim de asla azalmadı. Kimya bölümüne girdiğimde asıl hedefim kimyager olmak değildi. Öğretmenlik yolunu seçtim çünkü bu benim için birçok kapıyı açıyordu. Çalışma saatlerimin dışında edebiyatla ilgilenmek için yeterli zamanım olacaktı ve bu benim için çok değerliydi.

Şimdi matematik ve edebiyat arasında bir denge kurarak öğrencilere bilgi ve ilham vermek için yola çıktım. Hem sayıların büyülü dünyasına rehberlik ederken hem de kelimelerin sihirli dansında kaybolmanın keyfini yaşamak benim için büyük bir mutluluk kaynağı. İki tutkuyu bir arada yaşatarak içsel dengeyi bulmak ve öğrencilere de bu dengeyi keşfetmeleri için ilham vermek en büyük arzum. 

S. Müjgan: Sizi ilk kitabınıza getiren süreçten söz edebilir miyiz? Yazma düşüncesi ilk olarak kafanızda ne zaman, nasıl oluştu? Adınızı ilk kez ne zaman, nerede bir yazının altında gördünüz? 

G. N. Çakır: On bir yaşındayken, Türkçe öğretmenimizin verdiği bir ödevle hayatımda yeni bir sayfa açıldı. Sınıfta yazdığım şiirin birinci olması, içimde yeni bir cesaretin filizlenmesine neden oldu. O an, “Ben de yazabilirim” düşüncesiyle dolup taşmıştım. Şiirler yazmaya başladım; anneme, babama, tanıdıklarıma ve gördüğüm her şeye dair duygularımı kâğıda dökmek beni mutlu ediyordu. Her şiiri bir defterde biriktirdim ve hâlâ saklarım, onlar benim için çok değerli bir hazine. Bu yazma tutkusu, lise yıllarına kadar devam etti. Üniversiteye başladığımda bile ara ara yazmaya devam ettim. Bir gün, edebiyat fakültesinin “Yediveren” adında bir dergi çıkardığını duydum. Heyecanla kaleme aldığım “Bu Akşam” adlı şiirimle dergiye başvurdum ve ne mutlu ki Kasım 1996’da yayımlandı. İşte o an, yazma serüvenimin ilk büyük adımıydı. Bu deneyim, benim için bir dönüm noktası oldu. İlk kez kendi yazdığım bir eserin yayımlandığını görmek, içimdeki heyecanı ve motivasyonu arttırdı. Artık edebiyatla ilgili bir gelecek hayal etmeye başlamıştım. 

S. Müjgan: Sizi yazmaya iten duygular ve düşünceler nelerdi? Neden yazmak istediniz?
İnsan neden yazar?

G. N. Çakır: Yazmaya ilgim, hayatı ve iç dünyayı daha derinlemesine anlama arzusundan doğdu. Yazmak, içsel bir yolculuğa çıkmak, duygu ve düşüncelerimi kâğıda dökmek demekti benim için. Her kelimeyi seçerken, her cümleyi kurarken kendimi ifade etme özgürlüğü buluyordum. Yazmak, benim için bir terapi gibiydi; duygularımı dışa vurmak ve iç dünyamdaki karmaşayı düzenlemek adına bir araçtı.

İnsan neden yazar sorusuna gelince herkesin farklı bir nedeni vardır. Bazıları yazarak kendilerini ifade etmeyi severken bazıları ise düşüncelerini ve hikâyelerini paylaşmayı tercih eder. Yazmak, insanın iç dünyasını keşfetmesine, duygularını ifade etmesine ve düşüncelerini aktarmasına olanak tanır. Ayrıca yazmak, insanların hayal gücünü ve yaratıcılığını geliştirir, onlara farklı perspektifler sunar ve dünyayı daha derinlemesine anlamalarını sağlar.

Yazmak, stresi azaltabilir, zihni rahatlatabilir ve insanı daha pozitif bir ruh haline sokabilir. Hayal gücünün sınırlarını zorlayarak, insanlar yazarak yeni dünyaların kapılarını aralayabilir ve kendi gerçekliğini şekillendirebilirler. Sonuç olarak, yazmak insanların içsel dünyalarını keşfetmelerine, duygularını ifade etmelerine ve yaratıcılıklarını sergilemelerine olanak tanır. 

S. Müjgan: “İyi bir yazar olma” konusunda kafanızda şekillenenler nelerdi? Neleri yapmalıyım ya da yapmamalıyım diye düşündünüz? Önünüzde uzanan nasıl bir yol gördünüz? 

G. N. Çakır: İyi bir yazar olmanın temelinde, sürekli olarak okumak ve yazmak yatar. Bir yazarın olmazsa olmazı, geniş bir okuma yelpazesine sahip olmasıdır. Bu, çağdaş eserlerden klasiklere, romanlardan şiire, felsefeden tarihe kadar geniş bir yelpazeyi içermelidir. Okuma alışkanlığı, yazarın zengin bir kelime hazinesi edinmesine, farklı tarzları ve teknikleri öğrenmesine yardımcı olur. Ayrıca, hayal gücünü ve kalemini beslemek için tiyatroya ve sinemaya gitmek de önemlidir. Bu, yazarın görsel dünyasını zenginleştirir, karakter gelişimini anlamasına ve diyalog yazma becerilerini geliştirmesine yardımcı olur.

Neler yapmalıyım sorusuyla ilgili olarak daha çok okumak ve yazmak kesinlikle öncelikli olmalıdır. Değerli eserler keşfetmek, farklı yazarların tarzlarını incelemek ve yazma becerilerini geliştirmek için önemlidir. Her fırsatta kalem tutarak, farklı konuları ve tarzları deneyerek yazma becerilerini geliştirmek, yazarın kendini ifade etme yeteneğini artırır ve kendine özgü bir ses geliştirmesine yardımcı olur.

Kısacası, iyi bir yazar olmanın yolu sürekli öğrenmek, keşfetmek ve deneyimlemektir. Okumak ve yazmak, yazarın yeteneklerini geliştirmesine ve edebi dünyada kendine sağlam bir yer edinmesine olanak tanır. 

S. Müjgan: “Göksu N. Çakır nasıl yazıyor?” diye soralım mı? Yazarken olmazsa olmazlarınız var mı ya da her yerde, her koşulda yazabilen şanslı yazarlardan mısınız?

G. N. Çakır: Her yerde yazabilirim ancak genellikle bu küçük notlar halinde olur. Bazen olur olmaz yerde aklıma bir cümle ya da bir kelime düşer, bu durumda hemen defterime not alırım. Bu notlar birikir ve zamanla şekillenir. Daha sonra bu notları bilgisayara geçirirken sessiz bir ortam tercih ederim. Böylece cümlelerin akışını daha iyi hissedebilirim ve yazma sürecim daha verimli olur. Yazarken, içsel sessizlik ve odaklanma benim için önemlidir. Sessiz bir ortamda, dikkatimi dağıtmadan kelime ve cümleleri akıtmak daha kolay olur. Ancak bazen dışarıdan gelen ilhamla da yazabilirim. Seyahat ederken, doğada dolaşırken veya farklı bir çevrede bulunurken de yazma isteğim artabilir. Bu durumlarda da elimdeki araçlarla not alırım ve ileride bu notları yazıya dönüştürürüm. Herhangi bir konuda yazarken, öncelikle konuya dair derinlemesine araştırma yapmayı ve farklı açıdan bakmayı severim. Bu, yazının içeriğini zenginleştirir ve okuyuculara daha etkileyici bir deneyim sunar. Ayrıca, yazarken içsel bir motivasyona ve tutkuya sahip olmanın önemli olduğunu düşünürüm. İçten gelen bir ilhamla yazılan metinler, okuyucuya daha samimi ve etkileyici gelir. Yazma sürecimde sessizlik, odaklanma ve içsel motivasyon önemli rol oynar. Her yerde yazabilirim ancak en verimli yazma ortamı benim için sessizlik ve kendi iç dünyama odaklanmak sağlar. Bu şekilde, yazma sürecimde daha derin ve anlamlı metinler ortaya çıkar.

S. Müjgan: Son kitabınıza adını da veren “Pazar Kahvaltısı” adlı öykünüz üzerinden bir değerlendirme yapabilir miyiz?  Öykünüzün kahramanı Adil, Londra’da bir öğrenci. Geçici bir süreyle bulunduğu Londra’yı benimseyememiştir, aklı geçmişini bıraktığı İstanbul’dadır. O, pek çok gencin artık şans olarak gördüğü yurtdışında bulunmanın eksilerine takılmıştır. Pek çok gencin yurtdışına gitme düşleri kurduğu günümüzde konunuz oldukça güncel. Bu konu, kaleme alınabilecek pek çok konu arasından nasıl sıyrıldı?

G. N. Çakır: Öyküde, Adil’in iç dünyasına ve duygularına odaklanarak onun yurtdışındaki deneyimlerini ve iç çatışmalarını detaylı bir şekilde işlemeye çalıştım. Yurtdışında olmanın getirdiği yalnızlık, yabancılık hissi ve köklerinden uzaklaşma gibi temaları işlerken aynı zamanda Adil’in içsel yolculuğunu da vurgulamaya çalıştım. Bu sayede, öykü sadece yurtdışında yaşamanın zorluklarına odaklanmakla kalmayıp aynı zamanda kişisel kimlik arayışı ve köklerine bağlılık gibi evrensel konuları da ele aldı.

Öykünün konusu, aslında günlük yaşamdan ve gözlemlerimden ilham alarak şekillendi. Günümüzde birçok gencin yurtdışında eğitim veya yaşam fırsatı aradığını ve bununla birlikte yaşadıkları zorlukları gözlemledim. Adil’in hikâyesi, bu genel gözlemlerimden ve gözlemlediğim bireysel deneyimlerden esinlenerek oluşturuldu. Ancak öyküyü yazarken sadece güncel bir konuyu ele almakla kalmayıp karakterlerin derinliklerine inmeye ve evrensel duyguları ifade etmeye de özen gösterdim. Bu sayede, öykünün sadece belirli bir zamana veya yere değil, herkesin kendinden bir parça bulabileceği evrensel bir nitelik kazanmasını sağladım.

S. Müjgan: “Pazar Kahvaltısı” adlı öykünüzün girişinde okur, Adil’in sevgilisinden ayrılmak istediğini öğreniyor. Öykü bu doğrultuda ilerlerken okurunuz “Ayrılsınlar.” diye düşünmeye başlarken (Ben bir okur olarak ayrılmaları gerektiğine ikna olmuştum.) sevgilisinin attığı bir mesajla (Onun için her şey yolundadır. “Sevişmek için harika bir gün. Seni pazar kahvaltısına bekliyorum.”) Adil düşüncelerini bir tarafa itip sevgilisine kucak açıyor. 

Bu noktada şunu öğrenmek istiyorum: Öyküye sonunu bilerek mi yazmaya başlarsınız ya da kahramanlarınızı özgür bırakmaktan mı yanasınız? Öykü kafanızda nasıl biçimleniyor? Öykü anlayışınız üzerine neler söylersiniz?

G. N. Çakır: Konuların durduk yere gelmesi genellikle çağrışımlarla başlar. Bir kelime, bir nesne veya bir duygu, yazıya ilham veren unsurlar olabilir. Ben de öykülerimi yazarken genellikle belirli bir kahraman veya olay örgüsüyle başlamam. Öykünün ana karakteri zihnimde belirir ve zamanla kendi hikâyesini oluşturur. Bu süreçte, karakterin duyguları, düşünceleri ve davranışlarıyla birlikte şekillenir. Yazma sürecinde, karakterin kendi hikâyesini anlatmasına izin verir ve onun duygusal ve zihinsel yolculuğunu izlerim. Bu sayede, hikâye organik bir şekilde gelişir ve karakterin iç dünyasına daha derinlemesine nüfuz ederim.

Kafamda beliren bir konu, bir düşünce veya bir duygu, genellikle bir kahramanın doğuşunu tetikler. Bu kahraman, başlangıçta belirgin bir yüz hattı veya kişilik özellikleriyle tanımlanmaz; daha çok bir siluet, bir gölge gibidir. Ancak yazma sürecine girdiğimde, bu siluetin giderek şekillendiğini ve karakterin kendi hikâyesini anlatmaya başladığını görürüm. Başlangıçta belirsiz olan kahramanlarım, yazma sürecinin ilerlemesiyle birlikte daha net bir kimlik kazanır. Onları bir film seyreder gibi tanırım ve iç dünyalarını keşfederim. Karakterlerimin özgür olmasına izin veririm; çoğu zaman, hikâyenin seyrini onların belirlediğini hissederim. Onlar beni yönlendirir, duyguları ve düşünceleriyle beni etkilerler.

Öykü yazarken, kafamda canlanan sahneler ve diyaloglar bir araya gelerek hikâyenin biçimini alır. Bu biçimi ben değil, ana karakterlerim belirler. Onların duyguları, kararları ve eylemleri, öykünün gidişatını belirler. Bu süreçte, karakterlerimle birlikte yolculuk yapar, onların iç dünyalarına dalar ve hikâyenin akışını izlerim. Bu sayede, öykü organik bir şekilde gelişir ve okuyucuya daha derin bir deneyim sunar.  

S. Müjgan: 2015’ten 2023’e imzanızı altı kitabın altında gördük. Edebiyat dünyamızda kendinize bir yer açtınız/edindiniz. Edebiyata emek verdiniz. Bu dünyayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Neler eksik, yanlış ya da yerli yerinde? Neler olmalı/olmamalı?

G. N. Çakır: Türk edebiyatının köklü geçmişi ve zengin kültürel mirası, çeşitli temaları ve derin hikâyeleriyle dünya edebiyatına önemli katkılar sunmuştur. Bu zengin birikim, farklı perspektiflerden bakarak ve insan ilişkilerini işleyerek yazma çabasıyla değerlendirilmelidir. Kâğıdın pahalı olması, eserlerin baskı kalitesini ve yayımlanma sayısını olumsuz etkilemektedir. Bu durum, bazı değerli eserlerin görmezden gelinmesine veya az sayıda insanın erişimine neden olabilir. Neyse ki, dijital platformların yaygınlaşmasıyla birlikte edebiyatın erişilebilirliği artmıştır. Bu platformlar, yazarların eserlerini daha geniş bir kitleyle paylaşmalarını sağlayarak edebiyatın yaygınlaşmasına ve çeşitlenmesine katkı sunmaktadır.

Yayımlama sürecinde veya ödül dağıtımında kişisel ilişkilerin ve tanıdıkların etkisinin fazla olduğu eleştirileri de mevcuttur. Bu durum, edebiyat dünyasında adaletsizlik ve özgünlüğün gölgelenmesine neden olabilir. Bununla birlikte birçok yazar, kendi tarzlarını ve özgün eserlerini ortaya koymaya devam etmektedir.

Yayınevlerinin, ticari kaygı gütmeyen bir şekilde eserlere odaklanması, edebiyatın kalitesini ve çeşitliliğini artırabilir. Eserin sanatsal değeri, toplumsal etkisi ve yaratıcılığı, yayınevlerinin değerlendirme kriterlerinde ön planda olmalıdır. Dengeli bir yaklaşım, sanatsal değeri ve ticari başarıyı bir araya getirerek, edebiyat dünyasının gelişimine katkı sağlayabilir. 

S. Müjgan: Yazarın en büyük dostunun eleştirmenler olması gerekirken onların pek de sevildikleri söylenemez. Eleştirmen yokluğunun edebiyatı vasatlaştıracağını söylesek sizce yerinde bir belirleme yapmış olur muyuz? Sizin eleştiri ile aranız nasıl? Eleştirilerinden çok yararlandım dediğiniz kişiler oldu mu?

G. N. Çakır: Eleştirmenler, yazarlar için önemli bir geri bildirim kaynağıdır ve eserlerin gelişimine katkı sağlarlar. Eleştiriler, esere farklı bir bakış açısı kazandırarak yazarların perspektifini genişletmelerine ve eserlerini daha derinlemesine anlamalarına yardımcı olur. Eleştiri eksikliği, edebiyatın durağanlaşmasına ve çeşitlilik eksikliğine yol açabilir. Bu nedenle, yapıcı eleştiriyi olumlu bir şekilde karşılar ve eserimin gelişmesine katkı sağlayacağına inanırım.

Eserimin güçlü yanlarını vurgulamanın yanı sıra zayıflıklarını ortaya koymak adına eleştirilere açık olurum. Bitirdiğim bir eseri, güvendiğim ve sevdiğim kişilere okutup, onların olumlu ve olumsuz düşüncelerini alırım. Bu geri bildirimler, eserimin daha etkili ve anlamlı olmasını sağlar

Kerime Nadir’in biyografik romanını yazarken, Selim İleri’den aldığım eleştiriler benim için çok değerliydi. Bu eleştiriler, eserimi geliştirmeme ve daha derinlemesine incelememe yardımcı oldu. Her eleştiri, eserimin daha iyiye gitmesi için bir fırsat olarak değerlendirilir ve bu eleştirilerden önemli dersler çıkarırım.

S. Müjgan: Eleştirmenlerin ardından editörler üzerinde de duralım mı? Bir yayınevinde çocuk kitapları editörlüğü yapıyorsunuz. (Hâlâ sürüyor mu?) Bir kitabın başarısında iyi bir editörün çok önemli bir rol oynadığını biliyoruz. Bu rolü açabilir miyiz? Eleştiriye bu kadar tahammülsüzken editörlerle çatışmadan yol almak mümkün olabiliyor mu?

G. N. Çakır: Şu anda serbest editörlük yapıyorum. Bu süreçte eleştiriye açık olmanın ve editörlerle sağlıklı iletişim kurmanın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Herkesin fikirleri ve bakış açıları farklıdır, bu yüzden eleştiriyi olumlu bir şekilde kullanarak metinleri daha da geliştirebiliriz. Editörlerle olan ilişkimizde çatışmadan ziyade yapıcı bir yaklaşım benimsemek önemlidir. Açık iletişim ve anlayışlı editörlerle çalışmak, yazma sürecini olumlu yönde etkiler. Editörlerin deneyimi ve bilgisi, metnin daha etkili ve okunabilir hale gelmesine yardımcı olabilir. Eleştirileri yapıcı bir şekilde ele almak ve metni geliştirmek için açık olmak, yazarın eserini daha da ileriye taşımasına olanak sağlar.

Her eleştiri, metni daha da iyileştirmek için bir fırsattır. Bu nedenle, editörlerle olan ilişkide karşılıklı anlayış ve işbirliği önemlidir. Birlikte çalışarak, metnin daha etkili ve güçlü bir şekilde ortaya çıkmasını sağlayabiliriz. 

S. Müjgan: Çocukların yaşamında edebiyatın nasıl bir yeri olması gerektiğini düşünüyorsunuz? Çocuklar için “Edebiyat ne işe yarar?” Çocuk kitapları size bu konuda neler söylüyor?

G. N. Çakır: Çocuklar için edebiyatın önemi, sadece duygusal gelişimlerine değil, aynı zamanda hayal güçlerini ve dil becerilerini geliştirmelerine de katkıda bulunmasıyla öne çıkar. Bu kitaplar, çocukların duygusal zekâlarını ve sosyal becerilerini geliştirmelerine olanak tanır. Hikâyeler aracılığıyla farklı karakterlerin deneyimlerini gözlemleyerek, çocuklar empati yeteneklerini geliştirirler ve kendilerini başkalarının yerine koyarak dünyayı daha derinlemesine anlama fırsatı bulurlar. Ayrıca, çocuk edebiyatı dil becerilerini güçlendirmeye de yardımcı olur. Zengin kelime dağarcığı ve dilbilgisi yapıları, çocukların iletişim yeteneklerini ve yazma becerilerini geliştirmelerine katkıda bulunur. Okudukları hikâyelerle yeni kelimeler öğrenirler ve bu kelimeleri kullanarak kendilerini ifade etme becerilerini artırırlar.

Dolayısıyla çocuklar için edebiyat, onların bilişsel, duygusal ve sosyal gelişimlerini desteklemenin yanı sıra dil becerilerini güçlendirmelerine de yardımcı olur. Bu nedenle, çocuklara erken yaşlardan itibaren kitap okuma alışkanlığını kazandırmak ve onları farklı dünyalarla buluşturmak son derece önemlidir.

S. Müjgan: Ben iyi bir okur olmadan iyi bir yazar olunamayacağına inanarak sormak istiyorum. Siz okuyacağınız kitapları nasıl belirliyorsunuz? Edebiyat portallarında, dergilerde, gazetelerde yayımlanan (eleştiri demek zor) tanıtım/övgü yazıları sizin için ne kadar yol gösterici oluyor? Okura rehberlik yapılabiliyor mu? Ne yapılmalı?

G. N. Çakır: Edebiyat dünyasında hangi kitapları okuyacağımı belirlerken çeşitli kaynaklardan yararlanıyorum. Edebiyat portalları, dergiler ve gazetelerde yayımlanan tanıtım yazıları ve eleştiriler, yeni kitaplar hakkında fikir sahibi olmamı sağlar. Ancak sadece bu yazılarla yetinmek yerine, genellikle kendi ilgi alanlarıma ve okuma tercihlerime uygun olan kitapları araştırıyor ve seçiyorum. Okuduğum kitapların edebi değeri ve kalemimi besleyip beslemeyeceği benim için önemlidir. Bu nedenle, satın almadan önce kitabın içeriğini ve yazarını araştırırım. Yazarın önceki eserleri, tarzı ve edebi yaklaşımı hakkında bilgi sahibi olmak, kitabı seçerken önemli bir faktördür. Bunun yanı sıra, kitapçılarda dolaşırken rastgele kitapları karıştırır ve arka kapak yazılarını okurum. Böylece bilmediğim ancak ilgimi çeken kitapları keşfederim. Arkadaşların önerileri de benim için önemlidir. Onların okudukları ve beğendikleri kitapları denemek, bazen beklenmedik keşifler yapmama yardımcı olur. Okurken dikkat ettiğim şeylerin başında edebi değer gelir. Kitapların sadece popülerlikleri veya övgü almaları değil, benim için anlam ifade etmeleri önemlidir. Bu şekilde, okurken hem zevk alırım hem de yazma becerilerimi geliştirmeme katkı sağlarlar.

S. Müjgan: Bir yazarın en önemli besini kuşkusuz kitaplar. Bu yönüyle baktığımızda okumasam olmazdı diye düşündüğünüz kitaplardan söz edebilir misiniz?

G. N. Çakır: Kitaplar, bir yazar için yaşamın bir parçasıdır ve benim için de vazgeçilmez bir kaynaktır. Okuduğum her kitap, benim yazma becerilerimi ve edebi vizyonumu besleyen birer hazine niteliğindedir fakat bazı kitaplar vardır ki onları okumasam olmazdı dediğim nadir eserlerdir. Bu kitaplardan ilki, Gabriel Garcia Marquez’in Kolera Günlerinde Aşk adlı eseridir. Marquez’in benzersiz anlatımı ve olağanüstü hikâyesi, beni derinden etkilemiş ve edebiyat yolculuğumda önemli bir kilometre taşı olmuştur. Benim için hayal gücünün sınırlarını zorlayan bir başyapıttır. Jose Saramago’nun Körlük adlı romanı da bu kitaplar arasında yer alır. Saramago’nun deneysel tarzı ve derin anlam katmanları, insan doğasını ve toplumsal ilişkileri sorgulamama yardımcı olmuştur. Bu kitabı okumasam, edebi deneyimimde önemli bir eksiklik hissederdim. Ursula K. Le Guin’in Yerdeniz Büyücüsü serisi, fantastik edebiyata olan ilgimi artıran ve beni farklı dünyalara götüren bir başka önemli eserdir. Le Guin’in benzersiz dünya yaratma yeteneği ve derin karakterleri, benim için ilham verici olmuştur.

Güzel, değerli sorularınız için teşekkür ederim.

S. Müjgan: Zaman ayırdığınız için ben de teşekkür ederim. Bundan sonraki çalışmalarınızda başarılar dilerim. Kitaplarınızın yolu açık olsun.

.