Ayşegül Bayar’la Söyleşi

Söyleşi: SEVDA MÜJGAN
12 Mayıs 2023



Ayşegül Bayar:
“İçimdeki mutsuzluğu gör ve rahatsız ol!”

“Bana göre acıyı bulaştırma isteği, yaşama duyulan hıncın, öfkenin bir sonucu. Ama bu isteği yazarak ya da başka bir sanat dalıyla, başka bir etkinlikle açığa vurmak hıncı eyleme dönüştürmek demektir.” 

Sevda Müjgan: Kitabınızın adıyla başlamak istiyorum: Rengini Benden Alan. Bunun kitabı okuduğumuzda şu biçimde açıldığını görüyoruz: Rengini Olcaydan alan dünyamız. Biz, Behram ve Olcay. Biri 19 yaşında (Olcay) diğeri 23 yaşında (Behram) üniversite öğrencisi iki genç. Birbirine aşık. Kitabınızın adı bu aşk ilişkisine nasıl bir sınır çiziyor ya da çiziyor mu? 

Ayşegül Bayar: Edebi üretimlerime ad verirken bu adın metinle bütünleşip bütünleşmediğine, onu ne derecede ifade ettiğine bakarım. Bu biraz da metnin isteklerine kulak vermeyi gerektiren bir süreç. Hiçbir metnin, kendini sınırlandıracak bir ada ihtiyaç duyacağını sanmıyorum. Rengini Benden Alan da sınırları reddeden, toplum dayatmalarına, toplumun hatalı kodlamalarına meydan okuyan bir metin olması bağlamında adıyla Olcay ve Behram arasında kurulan dünyayı, geliştirdikleri ortak dili vurguluyor. Bu vurgudan hareketle de metnin heteronormatif algıları yok etme meselesine öncülük ediyor. Aşk başlığı altında toplumsal katmanlar açan bir metnin anlattığı aşka sınır, çerçeve ya da yönlendirme -nasıl adlandırmak istersek- çizmesi mümkün olmadığı gibi romanın ifade ettikleriyle de çelişen bir durum olacağı kanısındayım.

S. M: Kitabınızdaki çatışmanın temelinde Olcay’ın eşcinsel bir erkek olması var. Dünya tarihine baktığımızda eşcinselliğin hastalık, suç, günah, sapkınlık vb. olarak görüldüğü karşımıza çıkıyor. Biliyoruz ki bu anlayışı sürdüren toplumlar/insanlar bugün de varlığını koruyor. Hangi duygu ve düşünceler sizi böyle bir konuyu ele almaya yöneltti? Çekinceleriniz oldu mu? (Olcay’ın dünyasını gerektiğince anlatamamak gibi.) Bu kitabı yazım süreci nasıl bir süreçti? 

A. B: Cevabı sorunun içinde aslında. Homofobi, transfobi gibi tarihe karışması gereken terimler bu yüzyılda dahi varlığını sürdürüyor. Bir bireyi cinsel yönelimi nedeniyle hastalıklı sayan zihniyet, nefret söylemlerini de şiddet ve hak ihlallerini de beraberinde getiriyor ne yazık ki. Bir yazar olarak bu karanlık atmosferden rahatsızlık duymamam mümkün değil elbet. Kitabın çıkış noktasında da bu rahatsızlık var ancak burada önemli olan nokta kitabın konusunun “hassas” ya da “cesaret gerektiren” şeklinde tanımlamalardan arınması gerektiğidir. Çekincelerim olmadı, olamaz. Kadın erkek aşkını da anlatabilirdim, iki kadının aşkını da. Arada fark olduğunu düşünmüyorum. Olcay’ın dünyasını anlatamamak gibi bir çekincem de olmadı zira edebi metinler ortaya koyan her yazar gibi ben de yola karakterimi çok iyi tanıyarak, onunla bütünleşerek çıktım.

S. M: Kitabınızda öne çıkan izleklerden biri de aile, aile yapısı, aile ilişkileri. Bu çerçeve içinde Olcaya ve ailesine baktığımızda ne görüyoruz? Olcay, ailesinin tek çocuğudur. Anne (Yurdanur) sindirilmiş bir kadın. Söz hakkı yoktur. Kocası tarafından aşağılanır. Baba (İlyas) baskın karakter. Bizim toplumumuzun yabancı olmadığı bir aile yapısı. Bu yapı içinde baba, oğlundan neler bekliyor? Oğlunun isteklerini dikkate alması söz konusu mu? Olcay, eşcinsel olduğunu dile getirebilir mi? Öncelikle baba-oğul ilişkisinden söz edebilir miyiz? İlyasa bu romanın kötü adamı mı diyeceğiz? 

A. B: Olcay’ın ataerkil düzene entegre olmuş bir ailesi var, evet. Ancak burada bir parantez açılması gerektiğini düşünüyorum. Rengini Benden Alan klasik bir baba oğul ilişkisi üzerinden ilerlemiyor. Karakter psikolojilerinin ön planda olması eril kodlamaların vurgulanışında belirgin, keskin roller oluşmasını engelliyor. Bu çerçevede İlyas oğlundan neler bekliyor? Tabii ki önce, her babanın evladından bekleyeceği şeyler bekliyor ama asıl üzerinde durulması gereken İlyas’ın abartılı beklentileri. Zira kendi kurduğu yapıları çarpıtan da delen de yine o. Oğluyla ilgili bir “kusursuz erkeklik” ütopyası var. Bu kusursuz erkek bedenen de ruhen de yenilmez olacak. Toplumun erkeğe biçtiği rolü mükemmel bir şekilde oynayacak. Oğlunu korkularından vazgeçirmek için mezarlıklardan geçiren, karanlıkta bırakan İlyas bir yandan da kendine yandaş arıyor. Olcay’ı çocuk sayılabilecek bir yaşta rakıya alıştırmasının nedeni de bu. İkisinde de bir kaygılı bağlanma durumu söz konusu. Hal böyleyken Olcay’ın babasının vereceği tepkileri kestirmesi olanaksız. Bireyin cinsel yönelimini ailesi ya da bir başkasına açıklama/açıklamama tercihi kendisine aittir zaten. Olcay da o gece, o cinnet anını yaşamasaydı belki hiç açılmayacaktı. Ama bunlar, İlyas’ı salt kötü olarak nitelendirebileceğimiz durumlar değil. Onun psikolojisinin temelinde de sevgisizlik yatıyor çünkü. 

S. M: Olcay açısından baktığımızda okur herhangi bir süprizle karşılaşmıyor. Aile yapısı Olcay’ın yazgısını da belirliyor bir yerde. Behram için durum farklı. Oysa o da eşcinsel. (Olcay ve Behram birbirlerine aşık.) Behram için durum neden farklı? Bunu açabilir miyiz?

A. B: Okuru herhangi bir sürprizle karşılaştırmak gibi bir kaygım yok. Metin, Olcay’ı ontolojik bir bakış açısıyla okuyucuya aktarıyor. Sadece onu değil, Behram’ı da. Sözlerine bakılırsa Behram da bitmek tükenmek bilmeyen bir anlam arayışı içinde. Olcay ya da Behram, toplumun çizdiği genel çerçeve ikisi için de aynı. Sadece şunu diyebiliriz, Behram özünü keşfetme ve yüzleşme sürecinde daha sağlam adımlarla ilerlemiş ve varoluşsal sancılarını eyleme dönüştürmeyi başarmış. Bunda en büyük etken, onu anlayışla karşılayan, koşulsuz seven bir dede tarafından büyütülmüş olması. Bu onun Olcay’la karşılaştırıldığında sahip olduğu ekstra bir avantaj sadece. 

S. M: Olcay ağrılı, bastırılmış bir ilk gençliğin ardından parçalandığını hissediyor. Artık tek bir Olcay yoktur. Olcaylar vardır: Her şeyden korkan utanan Olcay, sanatla gizli gizli sevişen Olcay,  Behram’ın Olcay’ı,  sahnedeki Olcay, babamın Olcay’ı… “Kaç kişiyim, bilmiyorum.” diyor. Olcay, Ben kimim?” sorusuna nasıl yanıt verecek? Bu ağır yükü nasıl taşımalı/taşıyacak/taşıyabilecek mi?

A. B: Olcay çocukluğundan itibaren sıkışıp kaldığı o sonsuz karanlığın içinde bellek, çevre ve kimlik gibi duyumlarının dengesini yitirmiş ve onu tahakküm altına alan yargılar nedeniyle bölünmüş. Yalın haliyle, bu bir id ve ego çatışmasının temsili aslında. Ama bu çatışma aynı zamanda Olcay’ı adım adım çıkışa yaklaştırıyor. Bence, Olcay ben kimim sorusunun yanıtını kendi içinde çoktan vermiş, şu an kendini normların baskısından kurtarmaya ve içinde keşfettikleriyle barışmaya çalışıyor. Barışma ve barıştırma. Onun çift yönlü arzusu da bu ve şunu net bir şekilde söyleyebiliriz, yakında taşıması gereken bir yükü olmadığını fark edecek. 

S. M: Olcay ne olması gerektiğini çok güzel ifade ediyor: Benim tek istediğim ortada ve mutlu olmak…” Saklanmak istemiyor. Babası ve Behram, aynı anda hayatında olsun istiyor. İkisinden birini seçtiğinde bir parçasını geride bırakmış oluyor. Ancak böyle bir seçeneği olmuyor. Behram’ın bir süre sonra bu ilişkiyi taşıyamaz olduğunu görüyoruz: Babanın aramızdaki varlığından çok sıkıldım, onu göndermek zorundasın.” diyor. Okur, bu noktada Behram’ın Olcay’ı anlamadığını mı düşünmeli? Aşkın da gücü bir yere kadar mı? Bütün aşklar bir gün biter mi?

A. B: Cevap vermeye sondan başlayayım, biter. Aşk da çağımızdaki her şey gibi bir simülasyondan ibaret artık. Ama okura Behram’ı anlamayan bir Olcay sunmayı hedeflemedim. Aksine onu o kadar iyi anlıyor ki onu kanatan dikenlerin yerlerini ezbere biliyor. Tek derdi onu bu dikenlerden kurtarmak ve özgürleştirmek. Bu yolda da ilk olarak İlyas’ı etkisizleştirmesi gerektiğinin farkında ama buna ne kendisinin ne Olcay’a beslediği aşkın gücü yetmiyor. Burada Behram’ı değil, Olcay’ı, onun duyduğu aşkı irdelememiz gerektiğini düşünüyorum. Okurun metinde bıraktığım bilinçli boşluklarda bu sorulara yanıt bulacağından eminim.  

S. M: Olcay, “Özgür olan tek Olcay var, o da sahnede.” diye düşünüyor. Behram’ın ona armağan ettiği kanatları takıp bir barda iki gece sahne alıyor. İçindeki en hayat dolu Olcay’ı görevlendiriyor, hoplaya zıplaya şarkı söyleyecektir. Yoksa açlıktan ölecektir. Abartılmış Olcay modelinin, özgür olan tek Olcay olması üzerine neler söyleyelim? Olcay, özgürlüğe nasıl bir tanım getiriyor?

A. B: Rengini Benden Alan çoklu okumaya açık bir metin. Olcay’ın mevcut konumuyla geleceği arasında köprü rolü üstlenen sahne, geçiş sürecini temsil etmesinin yanında aynı zamanda da yer yer okuyucusuna asıl karanlık oda burası mı yoksa, dedirtiyor. Sahnede, gecenin sonuna dek tamamlanmış bir Olcay görmüyoruz çünkü. Sırf sevilmek için canhıraş bir şekilde eğlendiren, bazen zoraki hoplayıp zıplayan bir Olcay söz konusu orada da. Evet özgür ama “Beni alkışlayanların, yarın öbür gün başka bir ortamda bir nefret söyleminde bulunmayacağından emin olmam mümkün mü?” diye düşünüyor bir yandan da. Ama gecenin sonunda abartılmış Olcay, gerçek Olcay’a dönüşüyor. Programı kapatırken kanatları sırtından atan Olcay, artık döngüsünü tamamlamış, özüyle barışmış bir Olcay. 

S. M:  Olcay’ın ve Behram’ın ortak bir yönleri var: yazmak. Behram’ın öyküleri sağda solda yayımlanıyor. Behram, Olcay’ın yazdıklarını içdökümü olarak görse de bir gün onun iyi bir yazar olacağına inanıyor. Kitaptan bir alıntı yapmak istiyorum: Neden yazıyoruz sence Olcay? Boğulduğumuz için mi? Kaçmak için mi? Öyle olsa hep güzel şeylerden bahsederdik, değil mi? Mutlu insanlardan… Ama biz acımızı yansıtmaktan, onu başkalarına bulaştırmaktan haz alıyoruz. Bu cesareti kendinde kimler bulur, biliyor musun? Şu ya da bu sebepten ötürü sürünün dışında olanlar.” Acımızı yansıtmak, tamam ama acımızı başkalarına bulaştırmaktan haz almak, bunu cesaret olarak nitelendirmek beni düşündürdü. Ayşegül Bayar, bu konuda ne düşünüyor? Behrama katılıyor mu? O, (Ayşegül Bayar) neden yazıyor?

A. B: Bana göre acıyı bulaştırma isteği, yaşama duyulan hıncın, öfkenin bir sonucu. Ama bu isteği yazarak ya da başka bir sanat dalıyla, başka bir etkinlikle açığa vurmak hıncı eyleme dönüştürmek demektir. Behram yazarak bu hıncı bir isyana, bir meydan gösterisine dönüştürüyor. Bu cesaret değil de ne? Ben olsam haz alırım bundan, alıyorum da. Çünkü uyumsuz olduğum için yazıyorum. Çünkü başkaları için üzerinde bile durulmayacak şeyler içimde okyanusa dönüştüğü için yazıyorum. Bunun yanında, yazmanın psikolojisine inmeyi severim. Okurken de yaparım bunu. Yazar bu metni nasıl bir psikolojiyle ele almış, neler canını acıtıyor, neler öfkelendiriyor, çözmeye çalışırım. Bence çoğumuz yazarak “İçimdeki mutsuzluğu gör ve rahatsız ol!” çağrısı yapıyoruz okurlarımıza. 

S. M: Olcay, kampüste bir ağacın altında oturup Tutunamayanlar’ı okurken Behram yanına geliyor, Oğuz Atay en sevdiğim yazar.” diyor. Her şey bu cümleyle başlıyor. Tutunamayanlara özel bir anlam yüklediğinizi söyleyebilir miyiz? Siz de Olcaya ve Behrama katılıyor musunuz? En sevdiğiniz yazar Oğuz Atay mı?

A.B:Sevdiğim, kendime örnek aldığım pek çok yazar var tabii ki. Bunlardan biri de Oğuz Atay. Ama kitabımda ona ve Tutunamayanlar’a selam vermek istememin yazar hayranlığından daha öte bir nedeni var. Oğuz Atay’ın ayrıksı, yalnız, hayata tutunamayan, tutunmayarak başkaldıran ve düzenle ince ince dalga geçen karakterleri bana her okumada farklı bir şey öğretiyor. Selim’le Turgut’la büyüyorum sanki. Büyü gibi bir şey bu. Benim karakterlerime de bulaşsın, onlara da görmedikleri, fark etmedikleri yeni yollar açsın istedim. 

S. M: Biz aynı toplumu oluşturan bireyler olarak birbirimizi anlamak zorundayız. Kitabınızı bu çerçevede değerlendirdiğimde kitabınız Olcayları anlama yolunda atılmış güçlü bir adım. Umarım sesini pek çok kişiye duyurur. Eklemek istediğiniz, eksik kaldı dediğiniz bir şeyler var mı diye sorarak söyleşimizi sonlandırmak istiyorum.  

A. B: Teşekkür ederim. Rengini Benden Alan’ı ifade edebilmemde vesile oldunuz. Şunu eklemek isterim, birbirimizi anlasak da anlayamasak da hiçbir zaman anlayamayacak olsak da saygı duyarak kucaklamak zorundayız. Normal olan, olmayan şeklinde yapılan sınıflandırmaların kalktığı, eşitlik, özgürlük ve adalet kavramlarının yerli yerine oturduğu, ırkçı söylemlerin yok olduğu bir toplumda yaşamak hepimizin dileği. Umarım Rengini Benden Alan da bu mücadele yolunda ufacık da olsa bir çakıl taşı olabilmiştir.

.