Seza Kutlar Aksoy’la Söyleşi

25 Mart 2024
Bizim Çağ Edebiyat

Bizim Çağ Edebiyat : Size öncelikle kitaplarınızın konularını nasıl belirlediğinizi sormak istiyoruz. Bir kitabı yazma düşüncesi kafanızda nasıl oluşuyor? Şeker Kız ve Büyülü Elma’yı kaleme almak hangi duygu ve düşüncelerin sonunda geldi? 

Seza Kutlar Aksoy: Bunu keşfetmek, anlamak diye özetleyebilirim. Kendimi, çevremdekileri, ülkemi, yeryüzünü ve elbette konum olan çocukları ve gençleri anlamaya keşfetmeye çalışmak. Söz konusu çocuklar ve gençler olunca onların gözüyle dünyaya bakmak giriyor işin içine, ardından kurumlar, aile ve okul. Kurumların neler yaptığı, yanlışları… Gitgide genişleyen bir şey bu. Doğanın yağmalanması var. Kadın, erkek eşitsizliği… Çağımızın yeni buluşları, internet gibi, bunların olumlu olduğu kadar olumsuz yanları, bağımlılık yaratmaları. Sonuç olarak çocuklara söylemek istediğim şu: Büyükler tanrı değildir. Her şeye inanmak zorunda değilsiniz. Siz de aklınızın süzgecinden geçirerek kabul edin kimi şeyleri.

B. Ç. Edebiyat: Kitabınızın ana izleğiDoğa önemli midir? İnsan doğaya niçin zarar vermektedir? Doğa nasıl korunmalıdır?” sorularının çevresinde gelişiyor. Bu soruların yanıtlarını kitabın ana kahramanı Şeker’in deneyimleri, tanıklıkları ve en çok da düşleriyle okurunuza sunuyorsunuz. Okurunuzda bir çevre bilinci oluşmasını istiyorsunuz dersek sanırım bu, doğru bir belirleme olur. Bireysel olarak neler yapılabilir üzerine de okurlarınızı düşündürmek istiyorsunuz. Doğayla var olan insan neler oldu da doğaya adeta düşman bir yerde buldu kendini? 

S. K. Aksoy: Haklısınız. Ben bunun bir sistem sorunu olduğunu düşünüyorum. İnsanın   içgüdüsel birtakım özellikleri var, bunlar olumlu ya da olumsuz olabilir. Saldırganlık gibi hiç hoşumuza gitmeyecek dürtüler, toplum içinde zamanla törpülenip düzelebilir. Bunun için yasalar  da var. Ne yazık günümüzde olumsuz, ilkel dürtüler çok ön plana geçti. Kazanç hırsı, her zaman için çok cazip geliyor. Doğa, kimi yasalara rağmen gelecek nesiller hiç düşünülmeden tahrip ediliyor. Bilinçsiz toplumlar da bu durumun farkında değil, ya da baskılar nedeniyle engel olamıyor. 

B. Ç. Edebiyat: Kitabınızda ana izlek kadar yan izlekler de dikkate değer. Sözgelimi cinsiyet ayrımcılığı. Kızlar akılsız ve cahildir diyen öküz, buna kanıt olarak kızların Adem’in kaburga kemiğinden yapıldığını söyleyince Şeker buna karşı çıkar: “Ben hem akıllıyım, hem de çok şey biliyorum. Adem’in kaburga kemiğinden yapılmadım. Babam bir kitaptan okudu. Ademin kaburga kemiği eksik değilmiş.” Okurlarınızı sorgulamaya çağırıyorsunuz. Neler eklemek istersiniz?

S. K. Aksoy: Tüm kitaplarımın konuları içinde bu da var. Ayrımcılığın ailede başladığını düşünüyorum. Otorite ve yetke. Otoriter bir yapıyla babanın her şeyi kontrol altında tutması… Toplum içinde de böyle birtakım kurumlar olduğunu düşünebiliriz. Çağlar boyunca böyle. Bu, yeni bir şey değil. Ortaçağı biliyorsunuz. Kadın erkek ayrımcılığı günümüzde de devam ediyor. Gelişmiş ülkelerde de var ama bizim gibi toplumlarda biraz daha fazla. Virgina Wolf’un Kendine Ait Bir Oda kitabında vardır, Jane Austen’i çok beğendiğini söyler fakat Jane Austin’in kitaplarında olayların hep evin içinde geçtiğine dikkat  çeker. Kadın eve tutsak edilmiştir. Eş, anne olmaktır görevi. Geçmişe baktığımız zaman kadın yazarların erkek yazarlar kadar çok olmadığını görürüz. Bilimde de, sanatta da böyledir bu. Kadının örnek alabileceği, daha ileriye taşıyabileceği bir geçmişi yok. Kadın, erkek egemen yapı içinde engellenmiştir. Benim Şişko Patates adlı kitabımda kullandığım kimi masallar var. Alaattin’in Sihirli Lambası bunlardan biri. Kitabın baş kahramanı Çiçek, bu masalı bir oyun gibi tasarlar. Masal dediği şeyin kendi yaşamında da olduğunu görür. Babanın otoriterliği, annenin ikinci planda kalması… Kendisi öyle olmak istemez. Kimi düşünceler, masallar aracılığıyla bilinçaltımıza öyle tatlı bir biçimde girmiş, işlenmiş ki farkında bile değiliz. Kendini modern sayan kimi yazarların bile hem yetişkin hem de çocuk kitaplarında aynı erkek egemen anlayışın sürdüğünü görüyoruz. Bu yüzden sorgulamak çok önemli. Çocuğun kitapları eleştirel bir bakış açısıyla okuması, okuduklarını aklının süzgecinden geçirmesi son derece değerli. Çocuk o zaman görecektir ki masalın iyi tarafları kadar yanlış yönleri de var. Bilgi çağındayız. Toplum yapısı değişiyor artık. Kadınlar, pek çok şeyi farklı algılıyor ve onlara karşı çıkıyor. 

B. Ç. Edebiyat: Kitaba da adını veren kahramanınız Şeker, sekiz yaşında bir kız çocuğudur. Annesi, babası ve büyükannesiyle yaşamaktadır. Babası öğretim üyesi, annesi öğretmendir. Sağlıklı bir aile ortamında büyümek bir çocuk için çok önemlidir. Burada sağlıklı aile ortamının altını çizelim, Şeker’in Şeker olmasında ailesinin yeri üzerinde duralım. Şeker’in ailesiyle ilişkileri nasıldır? Buradan yola çıkarak anne babalara neler söyleyelim?

S. K. Aksoy: Aile çok önemli. Çok değer verdiğim Doğan Cüceloğlu’nu anmak isterim. Onun aile tanımları vardır. Ben ailesi, otoriter ve egemen. Sen ailesi, sen çok önemlisin, benim hiçbir özelliğim yok; boyun eğen bir tavır. Üçüncüsü de biz ailesi. Bu, biz ailesi çok değerli. Ben varım ama benim sınırlarım ve sorumluluklarım var. Sen varsın, senin de sınırların ve sorumlulukların var. Şeker’in ailesinde de böyle bir yapı (biz ailesi) olduğunu görüyoruz. Kadın erkek eşit. Doğaya saygılı. Anne, sosyal ortamı sağlıyor. Kızının eğitimine yardım ediyor. Baba ilgili. Şeker’in içinde yaşayarak örnek alacağı bir aile yapısı var.  İdeal bir ortam. Unutmayalım ki bilinçli bir birey olabilmesi için çocuğun desteklenmesi gerekir. 

B. Ç. Edebiyat: Sekiz yaşındaki bir çocuk için ailesinin yanı sıra okulu, öğretmeni, arkadaşları da oldukça önemlidir. Okul ortamında nasıl bir Şeker çıkıyor karşımıza? Şeker’in okulla arası nasıl? Arkadaşlarıyla ilişkileri nasıldır? Karşımızda nasıl bir öğretmen var? Burada da mesajımız öğretmenlere olsun. Şeker’in okuluna duyduğu sevginin arkasında neler var? 

S. K. Aksoy: Öğretmenliğin dünyanın en önemli mesleği olduğunu düşünüyorum. Toplum açısından çok değerli. Kitaptaki öğretmene baktığımızda onun pek çok rolü olduğunu görüyoruz. Bu kadar çok rolü üstlenmesi ne kadar hakça diye düşünüyorum. Ailelerin yapması gereken kimi görevler de ona yüklenmiş. Çok duyarlı bir insan öğretmeni. Donanımlı. Hoşgörülü. Hakkaniyet duygusu var. Çok anlayışlı. Sevgi dolu. Çocuk psikolojisinden anlıyor. Doğaya karşı duyarlı. İdealimdeki öğretmen. Böyle öğretmenlerle karşılaştığım zaman çok mutlu oluyorum.

 B. Ç. Edebiyat:  Fantastik yapıtlar, düş gücüne bolca yaslanır. Sizin kitabınız da Şeker’in düş gücüne yaslanıyor. Okurunuzdan anlatılanlara inanmasını beklemiyor, onları Şeker’in düşleri olarak kabul etmesini istiyorsunuz. Bu düşlerin kendi içinde bir mantığı olması da ayrıca dikkate değer. Sözgelimi Şeker, resim yapmayı sevdiği için çizdiği resimdeki elmayla konuşabilir. Hormonsuz, eğri büğrü elmaları ise duyamaz çünkü onları sevmez. Yese, tadını bilse onlarla da iletişim kurabilecektir. Masallarla düşleri de buluşturuyorsunuz. Şeker, masal uydurmayı seven bir çocuktur. Uydurduğu masallar düş gücünün ürünüdür. Düşlerin Şeker’in (çocukların/insanların) yaşamlarındaki yeri üzerine neler söylersiniz? Uydurduğu masallar/kurduğu düşler Şeker’in dünyayı daha iyi anlamasını sağlıyor diyebilir miyiz?

S. K. Aksoy:Çok güzel bir saptama bu. Çocukların oyunları ve hayalleri son derece değerli. Şeker’i ben kendime benzettim. Ben de çocukluğumda sürekli masallar uydururdum. Ben yazar olacağım, şair olacağım derdim. Çocuğun oyunlarına ve kurduğu düşlere dikkat etmek gerekir. Çocuk bu yolla geleceğini planlar. Oyunlar bu yüzden çok değerlidir. Yazarlarla çocukların aynı kandan olduğunu düşünüyorum doğrusu. Çocuklar kendileri baş roldedir, baş kahramanlardır, serüvenler yaşarlar, geleceklerini kurarlar. Yazarlar karakterler yaratır, onlara yaşatırlar serüvenleri. Bu yönüyle çocuklar ve yazarlar birbirlerine benzer. Evet, bence çocuk kurduğu düşlerle hem geleceğini tasarlar, hem kendini gerçekleştirir. Bu arada yaşadığı evreni de tanır

B. Ç. Edebiyat Çocuklar resim yapmayı sever. Okul öncesi dönemde boyama kitapları aracılığıyla renklerle, boyalarla, resimle tanışır. “Resim yapmak günahtır.” diyen bir anlayış olduğunu biliyoruz. Sizin kahramanınız Şeker’i ise diğer çocuklardan ayıran özelliklerden biri iyi resim yapması. Bu konuda kendine güveniyor. Şeker’in yaşamında resmin nasıl bir yeri olduğundan da söz edebilir miyiz? Ailesi, kızlarının resim yapmasını nasıl karşılıyor?

S. K. Aksoy: Sanatın her dalı çocuğu besler, bizi de besler. Ben resim de yapıyorum. Hobi olararak. Bu konuda ailelere ve öğretmenlere iş düşüyor çünkü çocuk bilemez. Çocuğunyüreklendirilmesi gerekir. Çok yetenekli olduğu halde farkedilmeyen bir çocuk, kendisi ve toplum için bir kayıptır. Ve kimbilir böyle kayıplar ne kadar çoktur. Değerli müzisyenlerin, yazarların geçmişlerine baktığımız zaman kendilerini keşfeden, yüreklendiren birileri olduğunu görebiliriz. Resmin bir başka yönü de var, akıl rahatsızlıklarında psikiyatrist çocuğun yaptığı resimler yoluyla onun sorunlarını fark edebilir. Resim, çocuğun bilinçaltını da ortaya çıkarır. Resim sağaltıcı. Kendimden biliyorum. Renklerin olağanüstü keyifli bir yanı var. Resmin engellenmeye çalışılması söz konusu olmuştur ama çok şanslıyız ki Atataürk gibi bir deha bunun yolunu açmış. Ressamları yurtdışına göndermiş, resim sanatını desteklemiştir.  

B. Ç. Edebiyat: Çocuğun gözüyle çocuğun dünyasını çok güzel anlatıyorsunuz. Çocuklar için yazıyorsak bu, çok önemli. Bir gün Şeker’in yaptığı resimler galerilerde sergilenecektir. Onları satın alanlar çok çok para verecektir. Şeker de o parayla dondurma, pasta, oyuncak alacaktır. Çok para kazanmayı düşleyen çocuk kahramanlarına ev, araba, yat, kat… aldıran yazarlar da var. 

Kitaptan bir alıntı yapmak istiyoruz.

Zeytin abla Şekere Fotoğraf çekmeyi unutma.” diyor.

“Ne fotoğrafı! Makinem yok ki benim.”

“Sen çocuk değil misin! Makineye ne gerek var! Başparmağınla işaret parmağını yuvarlak yap. Öteki elinle de pıt, çek fotoğrafını. Bu kadar basit işte.”

Çocuklar için yazmanın, dünyaya çocuk gözüyle bakabilmenin bir sırrı var mı?

S. K. Aksoy: Bu konuda sanırım başta söz ettiğim keşfetme, anlama olayı devreye giriyor. Çocuksu bir yapım var benim. Ben, büyükler için de yazabilirdim ama yazıya çocuk kitabı yazarak başladım. O çocuksu yapıdan kastım bana kalırsa yaşama sevinci. Çocuklara yüksekten bakan, onlara öğütler veren biri değil, onlarla aynı seviyede durmaya özen gösteren bir yazar olmaya çalışıyorum. Temel noktam çocuklara sevgim ve saygım. Bu çok sıradan görünüyor ama çocuğa saygı duymak çok değerli. Çocukların çok akıllı olduğunu düşünüyorum. Çocuğa sürekli öğüt veren, ben sana şunu anlatıyorum diyen kitapları sevmem. Kitabın içindeki olay, duygu, düşünce ne varsa ben kendim yaşamalı ve bulabilmeliyim. Yazarın tasarladığı kurguyu birleştirip onun ne demek istediğini kendim bulmak isterim. Zor yazarları sevmem de o yüzdendir. Çocuklar akıllıdır, hisseder, duyumsar, düşünür, kafalarında canlandırır, her şeyi bir arada yapabilir. Bir kitabı okurken ayrı ayrı duran parçaları bir araya getirerek o bütünün temelini, özünü ortaya çıkarabilir çocuklar. 

B. Ç. Edebiyat: Şeker’in düş dünyası, yazarların kurgu dünyalarına benziyor. Yaşadıklarına, öğrendiklerine, araştırdıklarına düş dünyasında yeni bir biçim vererek masallarını uydurmaktadır. Hayatın içinde bir çocuk. Düşler aleminde yaşamıyor aslında. Kendini düşlere kaptırmış, çevresinde ne olup bittiğinin farkında olmayan bir çocuk değil. Tam tersi gerçek yaşamla düş dünyasını birleştirerek masallar uyduruyor. O, ressam olmak istiyor ama masal uydurmaktan vazgeçmezse iyi bir yazar da olabilir. Tam bu noktada size çocuk kitabı yazmak isteyenlere neler önerirsiniz diye sormak istiyoruz. Şeker’i örnek alsınlar mı kendilerine? Neler eklemek istersiniz?

S. K. Aksoy: Yazarların kendi seçimleri vardır, saygı duyarım. Ben kitaplarımda bir gerçeği anlatmak istiyorum. Diyelim ki doğayla ilgili. Bunu eğlenceli biçimde anlatmaya çalışırım. Düşleri, rüyayı kullanırım. Fantastik olması kitabın bir süsüdür, bir serüvendir. Ama kahramanların ayakları yere basmalı, sonunda bir gerçekle buluşmalıdır bana göre. Elbette yazar ahkam kesmemeli, yok olmalı, yazar ortada olmamalı, kahramandır önemli olan. Onun yaşadıkları sonunda ayağı yere basan bir gerçekle buluşmalı diye düşünüyorum. Yoksa havada kalır birtakım şeyler. Benim yapmaya çalıştığım çocukta bir iz bırakmak. Ben böyle kitapları seviyorum. Sonuçta çocuğun bir cümleyle ifade edebileceği bir şey olmalı. Temel bir şey. Sevgi gibi, barış  gibi, doğanın korunması gibi tek cümleyle ifade edebileceği temel bir şey olmalı. Çocuk kitabı keyifle okumalı ve o heyecan içinde  fark etmese de onda bir iz kalmalı. Bu, kafasında  bir soru olabilir Onu araştırabilir. Benim anlayışım böyle. Ayrıca şunu da eklemek isterim. Yazma yeteneği edebiyatın elbet olmazsa olmazı. Buna çok okumayı ve çalışmayı da eklemek isterim. Yazarlığın okulu yok. Kendinizle yarışacaksınız, bu benim için bir varolma biçimi.  

B. Ç. Edebiyat: Gülmece, bu kitabınızda üslubunuzun temel öğelerinden biri. Sözü dil ve anlatıma getirmek istiyoruz. Çocuklar için yazarken dil ve anlatıma getirilen sınırlamalar kuru, yavan, yazınsal diyemeğeceğimiz bir üslupla çocukları karşı karşıya getiriyor. Bu tehlikeden nasıl korunmalı? Çocuklar için yazan/yazmak isteyenlere bu konuda neler söylemek istersiniz? 

S. K. Aksoy: Gülmece benim için çok değerli. Mizahın insanı güçlendirdiğini düşünüyorum. Mizah kitaplarını çok severim. Kuru, yavan şeyler, haklısınız. Çocuk yazınına elimden geldiği kadar jüri olarak da katkıda bulunmaya çalışıyorum, orada da karşıma çıkıyor, vurgulamak istediğim şu; aslolan edebiyattır, yani sözün büyüsü. Bu, genlerle olabilir ancak gen yeterli değildir, üzerinde çalışmak gerekir. Eline kalemi alan herkes yazar olamaz. Sıradan bir şekilde yazmak başka, edebiyat başka. Çocuk yazınında bu çok karşımıza çıkıyor, iyi bir satış olanağı olduğunu düşünen kimi insanlar, çocuk yazınını küçümsedikleri için, çocuktur anlamaz diyerek  kendilerine yazar rolü biçip yazıyorlar.  Milo ve Pilo’nun Olağanüstü Serüvenleri adlı kitabımdaben bunu anlattım, satış kaygısıyla yazarlığa soyunan genç bir yazar vardır orada. Bilinçli bir çocuğun sorgulamaları nedeniye kitabın içindeki kahramanların kaçtığı görülür. Bu, bir eleştiriydi. Edebiyat çok değerli. İyi bir edebiyat olmalı. Yazmak isteyenler, öncelikle yetenekli olduklarını düşünüyorlarsa kendilerini geliştirsinler. Önce de söylediğim gibi bunun okulu yok. Çok okusunlar, okumak insanı geliştirir. Çocukları önemsesinler. 

B. Ç. Edebiyat: Çocuklar, okudukları kitapların kahramanlarıyla özdeşim kurmayı sever. Şeker, onlar için hangi özellikleriyle örnek alacakları, onun gibi olmak isteyecekleri bir kahraman olduğu sorusuna yanıt verdik.  Kitabın ana kahramanı Şeker, durağan bir karakter olarak çizseniz de onunla tanışacak çocukların duygu, düşünce ve düş dünyalarında değişimler yaratabilecek güçtedir. Çocukların Şeker’in mücadeleci, düşleyen, merak eden, sorgulayan, araştıran kişiliğinden kendilerine çıkardıkları paylar arttıkça gözlerini para hırsı bürümüş insanların doğaya verdikleri zararlardan kurtulma umudumuz da artacaktır diyerek ben söyleşiyi bitirmek istiyoruz. Sizin eksik kaldı dediğiniz ya da eklemek istediğiniz bir şeyler var mı? 

S. K. A: Sorularınız çok güzeldi. Kitabın ne kadar güzel şeklide okunabileceğinin bir örneği sorularınız. Teşekkür ediyorum.

.