Cahit Kaya’yla Söyleşi

25 Kasım 2023

Cahit Kaya:
Kartal Pençesi, okuyanlara hem okuma zevki verecek hem de ilham olacak.”

Bizim Çağ Edebiyat: Kartal Pençesi, “Kartallar Takımı” adlı serinizin 3. kitabı. Serinin 1. kitabı Kartallar Takımı Cesaret (2014) alt başlığıyla yayımlanmış. 2. kitap Kartallar Takımı Hayalet Avcısı. Kartallar Takımı; gözüpek, serüvenci, kültürlü, zeki ortaokul öğrencisi beş çocuktan oluşuyor: Yıldırım, Ülkü, Irmak, Tolga, Arda.

Bu önbilgilerden sonra sözü Kartal Pençesi’ne getirebiliriz artık. Kitabınızda “psikolog onaylı roman” diye bir açıklama yer alıyor. Bu açıklamanın iki yönü var. Psikolog onayına gereksinim duyulması, yazarın yayınevinin, editörün o kitabın ortaya çıkmasında emeği geçen herkesin yetersizliğine işaret ediyor diye düşünülebilir. Özel durumlar olabilir tabii. Sözgelimi Hayatı Sevmeye Devam Et adlı kitabın üzerinde de benzer bir açıklama vardı. Orada “görme engelli olmak” gibi ağır bir konu işlendiği için bu, yadırganmayabilir. Diğer yandan çocuk kitapları üzerine söz söyleme yeterliğini kendinde bulan ebeveynlerin ve öğretmenlerin belki iyi niyetlerle yola çıkıp vahim sonuçlara yol açtıkları da bilinen bir gerçek. Biz de size önce bunu sormak istiyoruz: Neden böyle bir açıklamaya gerek duydunuz? Bu açıklamanın arkasında bir baskı mı yer alıyor? Çocuklar ve gençler için yazmak, bir baskıyı da beraberinde mi getiriyor? 

 Cahit Kaya: Küçük bir köy okulunda göreve başlamıştım. Okulumuzda kütüphane ve çocukların okuyabileceği kitaplar yoktu. Çocukların maddi durumu da iyi değildi. Birkaç okuldan kitap istedim. İki yüze yakın kitap geldi. Tüm kitaplara baktım, çok güzel, yeni alınmış kitaplar. Sakıncalı hiçbir kitap görmedim. Ortaokulda bir müdür, dört öğretmeniz. Müdür Bey, ben yokken diğer öğretmenleri toplamış. Aralarında ne konuştular, bilmiyorum. Elliye yakın kitabı çocuklara uygun değil diye bir köşeye ayırmışlar. Çoğunluğu da dünya klasikleri.  Türkçe öğretmeni benim. Yeni öğretmen olduğum için fazla ısrar etmedim. Daha sonra büyük okullarda,  birden çok Türkçe, edebiyat öğretmeni olan okullarda çalıştım. Öğretmen arkadaşlarım öğrencilere “Kitap okuyun” diyordu ama şu kitabı okuyun diyemiyorlardı. Dünya klasiklerinden birkaç kitap söylüyorlardı o kadar. Hele yerli yazarların adını anamıyorlardı. Ben ağırlıklı olarak yerli yazarlarımızın okutulmasından yanaydım. İdareden, velilerden eleştiri çok aldım. Şikâyet edenler de oldu.

O sıralarda yayımlanan bir makalemde, “Milli Eğitim yüz tane kitap belirlesin, öğretmenler rahatlıkla kitap önersin” diye düşüncemi dile getirmiştim. Bir yıl sonra Milli Eğitim, “100 Temel Eser” belirledi. Genelde dünya edebiyatından kitaplar belirlenmişti, yaşayan yazarlar yoktu. Okul kütüphanesine kitap almaya çekinen okul müdürlerinin bu kitapları okullarına toptan aldıklarını gördüm. Öğretmen arkadaşların bir kısmı bu kitaplardan seçtiklerini gönül rahatlığıyla öğrencilerine önerdiler. Bu bir kısıtlama değildi. Bu listede yer alanların dışında kitap öneremezsiniz denirse bu yanlış.

Bir dönem dünya klasiği olan bazı yapıtlar, hatta yerli yazarlarımızdan birkaçı daha sonra duygusal şiddet içeriyor diye çok eleştirildi. Aynı zamanda tanınmış yayınevlerinden çıkan bazı kitapların çok eleştirildiğini de gördük. Bu kitapların da editörleri vardı. Bir kitap okuyucuyu etkileyebilir, yönlendirebilir. Anne baba çocuğunun okuyacağı her kitabı alıp okuyamaz. Bu kitap çocuğuma uygun, diyemez. Öğretmenin de çıkan her kitabı alıp okuması olası değil. Buna ne zamanı vardır ne de maddi olarak gücü yeter.

Biz bu kitapları çocuk kitabı diye yazıyoruz. Ben bir psikolog kadar çocuk gelişimini bilemem.  Kitabımı kendim bastırdığım için, kendim için söylüyorum, psikoloğa gereksinim duydum. İstedim ki anne baba benim kitabımı çekinmeden alıp çocuğuna okutabilsin. Öğretmen önerebilsin. Her kitabımı basılmadan önce beş altı öğretmene dosya halindeyken okuturum, onların görüşünü alırım. Bu benim yöntemim. Çok okunsun kaygısı var mı, var elbette.

B. Ç. Edebiyat: Bir romanın nasıl ortaya çıktığı, en çok merak edilen konulardan biridir. Kartal Pençesi’ni yazma düşüncesi sizde nasıl oluştu? Kitabı kaleme almadan önce nasıl bir hazırlık yaptınız? Kitapta çok ayrıntılı ve gerçekçi betimlemeler var. Olayların geçtiği Dereköy’ün esinlenildiği bir köy var mı, yoksa bütünüyle kurgu bir köy mü?

C. Kaya:  Televizyonda Yörüklerle ilgili bir belgesel izliyordum. Okumak isteyip de okuyamayan Yörük çocuklarını gördüm. Buradan esinlendim.

Her kitabımı yazarken ön hazırlık yaparım. Olayların geçeceği yerleri araştırırım. Olanağım varsa gidip gezerim, fotoğraflar çekerim. Oradaki kişilerle konuşurum. Yörüklerle ilgili de sosyal medyada araştırma yaptım. Koyun, keçi çobanlarıyla, Yörükler ile ilgili gruplara üye oldum. Onlara “Sorunlarınız ve çözüm yolları nelerdir?” diye sorular yönelttim. Kimi iletiler yolladı, kimiyle telefonla görüntülü görüştüm. Yörüklerin yaşamıyla ilgili canlı videolar geldi. Hatta telefonu olan çobanlarla keçi gütmelerini canlı izledim.

Benim de dedelerim Yörükmüş.  Çocukluğum köyde geçti. İnek, manda güttüm. Dayımların koyunları vardı. Dayımla koyun gütmeye giderdim. Köyümüzde keçiler de vardı. Çoban arkadaşlarla keçi gütmeye de giderdim. Birçok anı gözümün önünde uçuşuyor. Burada anlatılan yerler yüzde doksan gerçek yerler. Yaşadığım yerler. Bazı yerler, birkaç yerin birleşimi de olabilir.

B. Ç. Edebiyat: Romanın kahramanı Poyraz, ilkokulu bitirmiş bir çocuk. Öğrenimine devam etmek istiyor. Ancak babasının hastalığı, okulla arasına giriyor. Ailenin 300 keçilik bir sürüsü vardır ve bu sürü onların geçim kaynağıdır. Babanın rahatsızlığı, sürüyü gütme sorumluluğunu Poyraz’ın üstüne yıkıyor. Anne, bu sorumluluğu almaya niyetleniyor ancak başarılı olamıyor. Sürü, kurtların saldırısına uğruyor. Bu noktada baba ile oğul arasında bir çatışmaya tanık oluyoruz. Karşımızda okumak isteyen oğul, engellemeye çalışan bir baba var. Bu çatışmadan söz edebilir miyiz? Baba ve oğul hangi duygu ve düşünceler içindedir?

C. Kaya:  Okullarımızda öğretmenlerimiz okumanın önemini kavratıyorlar. Çocuklar okumak istiyorlar. Tarımda çalışmak zor, aileler de okumanın önemini çok iyi biliyor. Aileler meslek edindirmek için çocuklarının okumasını istiyor.  Poyraz da kendi çektiği sıkıntıları görüyor, biliyor. Özellikle de orman köylüsünün sorunlarını… Okumak istiyor. Okuyan kişilerin tarım yapması hem tarım sorununu çözecek hem de bilinçli bir köylü oluşacak. Poyraz da okuyup orman müdürü yani mühendisi olmak istiyor. Sorunları çözme hayali var. Şerife sağlıkçı olacak, Poyraz orman mühendisi. Teknolojiyle tarımı birleştirirsek bu ülke çağ atlar. Bunu da yapacak olan Poyraz gibi köyde doğup büyüyüp okuyacak, köyüne dönecek kişilerdir.

B. Ç. Edebiyat: Kitapta iki baba da (Poyraz’ın ve Süleyman’ın babaları) oğullarını iyi bir çoban olarak yetiştirmeye çalışmaktadır. Her anne baba, çocuğum okusun da bizim çektiğimizi çekmesin derken onlar çocuklarının çobanlığın inceliklerini öğrenmesini istemektedir.  Poyraz’ın ve Süleyman’ın babaları, oğullarının okumasını desteklemiyor. Kitapta “Okuyanlar aç geziyor.” deniliyor. Bir zaman yoksulun umudu olan “Oku da kendini kurtar,” dan bugün ”Okuyanlar aç geziyor.” noktasına gelinmesi üzerine neler söylemek istersiniz? 

C. Kaya:  Bizden iki önceki kuşakta okuyan birçok akrabam var. Bizden bir önceki kuşakta özellikle okullardaki sol sağ çatışmaları ve okutmanın masraflı olması nedeniyle çoğu aile çocuğunu okutmadı, okuması için zorlamadı, destek vermedi. Biz ortaokulu on çocuk dört kilometre yürüyerek bitirdik. Ben liseye, sonra üniversiteye gittim. Sürekli babamdan para istedim. Benimle birlikte ilkokulu, ortaokulu bitiren ama öğrenimini sürdürmeyenler  gurbete gittiler. Önce çırak oldular, babalarından hiç para istemedikleri gibi babalarına tatilde parayla geldiler. Ben üniversiteye başladığımda çıraklığa gidenler usta olup evlendiler, çoluk çocuk sahibi oldular. Bizim kuşak ve bizden sonraki kuşağı aileler okutmadılar. Buradaki okumaya büyüklerin olumsuz bakmaları bu yüzden.

B. Ç. Edebiyat: Babası; Poyraz’ın aklını çelmek, onu okuma düşüncesinden uzaklaştırmak için ona beş keçiyi satarak son model bir cep telefonu alıyor. Poyraz’ın böyle bir isteği olduğu kitapta dile getirilmemiş. “Gençlerin böyle bir isteği vardır” genellemesinden hareket edilmiş olabilir. Son model cep telefonuna kitapta özellikle vurgu yapılmış. Telefonunuz son model olmasa da onunla görüntülü konuşmalar gerçekleştirebilirsiniz, sosyal medyada aktif olabilirsiniz. Yine de gençlerin son model bir cep telefonu isteği var. Poyraz, cep telefonuyla ilgili karşıt düşünceler içindedir. Bir yandan babasının telefonu almasını çok olumlu buluyor. Telefon uzakları yakın etmekte, bilmediğini bildirmekte, tanımadığını tanıtmaktadır. Diğer yandan keçilerini ilk kez telefona daldığı için kaybeder. Telefonu uğursuz bir şey olarak görür. Cep telefonu bağımlılığı 7’den 70’e bir sorun olarak önümüzde duruyor.  Siz kitabınızda “cep telefonuna nasıl bir işlev yüklediniz? Bunu açabilir miyiz?

C. Kaya: Telefon çok amaçlı kullanılabilen bir araç. Neye gereksinim duyuyorsan onun için kullanabiliyorsun. Haberleşme her telefonda var. Not defteri, sözlük, kitap… Cep telefonundan kitap okuyanlar, gazete okuyanlar, banka hesaplarına girenler… Biri oyun amaçlı kullanıyor, biri bankamatik olarak kullanıyor. Defterin, kalemin, kitabın yerini almaya başladı. Bir kütüphane bile olabiliyor. Telefonla konuşurken araba kullanmak, yürürken direğe çarpmak, özçekim yaparken uçurumdan düşmek… Arkadaş edinmek, dünyanın bir uçundaki kişilerle tanışmak, bilgi akışının kolaylaşması… Salgın döneminde birçok çocuk cep telefonuyla derslerini izledi.

Kartal Pençesi’nde son model telefon denmesinin altında aslında babanın kentteki yaşama, koşullara meydan okuması da var. Onlar bile alamıyor ama ben alıyorum anlamına da gelebilir. Biz bu keçilere sahip olabilirsek kenttekilerden daha iyi yaşayabiliriz iletisi de çıkabilir. Ayrıca Dursun Kara, telefonu oğlu Poyraz’ın aklını çelmek için de alıyor. 

B. Ç. Edebiyat:  Poyraz’ın isteği orman müdürü olmak. Okuyup köyümü terk edeyim diye düşünmüyor aslında. Büyük kentte yaşamaya bir özlem yok burada. Bir çözüm yolu arıyor. Öğrenimini nasıl sürdürebilir? Aradığı çözüm ona cep telefonuyla sosyal medya aracılığıyla geliyor.Sosyal medya genellikle yerilirken siz kitabınızda Facebook’a olumlu bir işlev yüklemişsiniz. Ben de sosyal medyanın olumlu yanlarını görmekten yanayım. Ancak bir çocuğun burada nasıl bir denge kuracağı düşünülebilir.  Ne dersiniz?

C. Kaya:  Genelde yeniliklere olumsuz bakarız, olumlu yanlarını pek görmeyiz. Ortaokuldaki çocukların çoğunda telefon var.  Onlara elbette sosyal medyanın olumsuzluklarını da anlatmak gerekir. Ancak önemli olan olumlu kullanmayı sezdirmek. Poyraz da “Okumak istiyorum” diye Facebook’tan iletiler yolluyor dört bir yana. Komşu çocuğu Süleyman yakın köydeki kızla konuşmak için telefon istiyor. Poyraz’ın kız arkadaşı Şerife var. İkisi de okumak istiyor. İhtiyaçları okumak, okumak için telefonu kullanıyorlar. Dengeyi çocuklar kendileri bulacaklar.

B. Ç. Edebiyat: Kitabınız çocuk okurlarınıza kimi sorunlarla ilgili farklı seçenekler sunuyor. Bunu, onları düşündürmek açısından olumlu buluyoruz. Poyraz öğrenimini nasıl sürdürecek? Tek seçenek okula gitmek değil aslında. İnternetten derslerine çalışıp dışardan bitirme sınavlarına girmesi aslında çok gerçekçi bir çözüm. Bu da teknolojik gelişmelerin sunduğu bir olanak sonuçta ama bu, kitapta yeğlenen yol olmuyor. Okula gitmekten yana bir tavır konuluyor. Bu noktada devreye keçilerin dron aracılığıyla güdülmesi giriyor. Oturduğu yerden keçi gütmek. Keçilere üzerinde verici olan tasmalar takmak. Çoban Arbış adı verilen oyuncak bir kartal. Televizyonun kumandası gibi… Düğmelere bas, Arbış’ı yönet. Telefonla, uyduyla keçileri gütmek… Bir makine çobanlık yapabilir mi? Oysa mera hayvancılığı yerine çiftlik hayvancılığı yapmak da bir seçenek olabilir mi? Uzaktan keçi güdeceğine uzaktan oku ya da okula git, çiftlik hayvancılığı yap gibi sorunlara farklı farklı çözümler bulanabileceğinin altı çiziliyor. Keçilerden vazgeçmiyorsunuz ama. Anne, keçileri satıp şehre gidelim, ben gerekirse evlere temizliğe gider, oğlumu okuturum dese de köyde kalınıyor. Karakeçiler neden bu kadar önemli ya da önemli mi? Sanrırım burada da okurunuza bir iletiniz var.

C. Kaya: Çiftlik hayvancılığı yapmak, mera hayvancılığına göre çok kolaydır ama girdi çıktıları hesapladığında çok masraflı olduğunu söylüyorlar.  Aynı zamanda mera hayvanlarının etinin, sütünün daha sağlıklı olduğunu uzmanlar söylüyorlar. 

Bir hayvan düşünün, yaz kış, soğukta, karda buzda doğada karnını doyursun. Böyle bir hayvan olabileceğine çoğu kişi inanmıyor. Ama var, bu hayvan karakeçidir. Eskiden tarlası hiç olmayan ya da çok az olan kişiler karakeçi beslerdi.  Araştırmalarımda çok ilginç bilgilere rastladım. Karakeçiler, orman yangınlarını yüzde elli önlüyor. Bir karakeçi sürüsü, yirmi beş bin işçinin yapacağı orman temizliğini yapıyor. Erozyonu önlüyor. En önemlisi de Türkiye’nin yüzde yetmiş beşi dağlık taşlık, yani tarıma elverişli olmayan topraklar. Buralar yıllardır boş duruyor. Çalılık, makilik… Buralardan nasıl gelir elde edebiliriz? Türkiye yapısına en uygun hayvan karakeçi. Ekilip biçilmeyen bu yerler, ülkemizin yüzde yetmiş beşi, karakeçiyle değerlendirilirse iki yüz milyona yakın karakeçi besleyebiliriz.

B. Ç. Edebiyat: Poyraz, Facebook’ta üye olduğu gruplarda okuma isteğini dile getiriyor. Kartallar Takımı’yla da böyle tanışıyor. Son model cep telefonu, sosyal medyada aktif olmak… günümüz gencinin dünyasına giriyorsunuz. Zaten kitabınızın ana sorunu teknolojik gelişmelerin hayatımızı kolaylaştıracağına/dünyanın ilerlemesine hizmet edeceğine vurgu yapmak. Ama buna karşı duran insanlar da var. Köylü, uçan nesnelerin köylerine uğursuzluk getireceğinden kaygılanır. Süleyman’ın babası, keçi güden demir kartalın onların aç kalmasına yol açacağını düşünür. Bu nedenle olumsuz bir dizi olaya yol açar. Cep telefonlarına, sosyal medyaya, teknolojiyle birlikte gelen tüm gelişmelere karşı duran insanlara neler diyelim? Bu dün de böyleydi, bugün de. Belki gelecekte de böyle olacak. Teknolojik gelişmelere karşı duranlar hep olacak mı?

C. Kaya: Bizler tırpanla buğday biçerdik. On dönümlük, on bin metre kare yeri beş günde biçmiştim. Buğdayların harmana taşınması için dört beş kişi gerekiyordu. Harmanda da yığın yapacaksın, sonra harman döğmek vardı. En az yedi sekiz kişi gerekirdi. Sonra sen de o kişilere yardıma gideceksin. Şimdi on dönümlük buğday tarlasına biçerdöver giriyor, üç saatte hepsini hallediyor. Teknoloji yaşamı kolaylaştırıyor. Köylüler örneğini görünce hemen benimsiyorlar, maliyeti de düşükse hemen sahip oluyorlar. Rahmetli annem saatlerce yoğurttan yağ çıkaracağım diye yayık yayardı. Yayık makinesi alınca ne kadar sevinmişti.

Teknolojik aletleri üretmek, satmak, kurmak, çalıştırmak, bakımı onarımı… Bir kapı kapanır, yeni bir kapı açılır yani yeni iş alanları oluşur. Irmak üzerine köprü yapılınca salcı işsiz kalır ama birçok kişinin işi kolaylaşır.

 B. Ç. Edebiyat:  Kitabı, Kartallar Takımı’ndan Ülkü’nün sözleriyle kapatalım. “Teknoloji, insanları aç bırakmaz. Yaşam biçimini değiştirir. Üretimi kolaylaştırır, artırır. Yeter ki bilim teknik iyi kullanılsın. Kimse işsiz, aç kalmaz.”

Eksik kaldı dediğiniz bir nokta ya da eklemek istedikleriniz var mı?   

C. Kaya: Kartal Pençesi, okuyanlara hem okuma zevki verecek hem de ilham olacak. Gençlerimiz geleceğe umutla bakacak. Çobanlığın onurlu, yararlı bir meslek olduğunu sezecek.

Kitabı çok iyi analiz etmişsiniz, sorularınız harikaydı. Sizinle söyleşi yapmak çok zevkliydi. Herkese gönülden sevgiler.