6 Eylül 2023
Sibel Unur Özdemir:
“Çocuklar, yazdıklarınızı sevdiğinde sizin elinizi bırakmayacaklardır.”
Bizim Çağ Edebiyat: Söze izci olmakla başlayalım mı? Günümüzde önemini yitirse de sanırız sizin öğrencilik yıllarınızda izci olmak ayrıcalıklıydı, önemliydi. Siz izci miydiniz öğrenciyken? Olmak istediniz mi?
Sibel Unur Özdemir: Lise yıllarımda izciydim. Gurubumuz çok güzeldi. Birlikte eğlenceli vakitler geçirirdik. Milli bayramlarımızda yer alır, tören alanına giderken otobüste izcilikle ilgili şarkılar, marşlar söylerdik. Lise son sınıfa geldiğimde üniversite sınavlarına hazırlanabilmem için dershaneye gitmem gerekti. Ne yazık ki izcilik faaliyetleri ile dershane gün ve saatleri çakıştı. Bu nedenle izcilik serüvenim bitmiş oldu.
“Günümüzde çocuklar için önemini yitirdi” diyorsunuz ki bu çok üzücü çünkü izcilik çeşitli yaş gruplarındaki çocukların ve gençlerin zihinsel, bedensel, sosyal ve ruhsal gelişimine katkıda bulunan, yapıcı, yaratıcı yeteneklerinin geliştirilmesi için köprü olan bir eğitim aracıdır. Nedense güzel olan şeyleri elimizde tutmayı bilmiyor, zaman içinde yitiriyoruz.
Mesela çay içiyorsunuz, içine şeker atıp karıştırıyorsunuz. Sonra şekeri çayın içinde görebiliyor musunuz? Çay ve şeker örneğindeki gibi mesajlar metnin içinde yok olmalı ama demek istediğini de haykırmalı. Damakta o şeker tadını bırakmalı.
Bizim Çağ: Çocuklar için yazmanın en hassas noktalarından biri çocuğun sürekli değişen dünyasını anlayabilmek, onları olduğu gibi kabul edebilmek. Oysa biz yetişkinler/yazarlar bazen bu konuda dayatmacı tutumlar sergileyebiliyoruz. Siz bu konuda nasıl bir yol izliyorsunuz? Kendi doğrularınızla günümüz çocuğunun beklentileri çatıştığında ne yapılmalı?
S. U. Özdemir: Ben hem yetişkinler hem de çocuklar için yazıyorum. Çocuk okurlarım için yazarken gerek konu seçiminde gerek kurduğum cümlelerde gerekse imla kuralları konusunda çok daha özenli davranıyorum. Hiçbir zaman herhangi bir konuda dayatmacı olmadım, olmam da. Doğru olanı çocuklarımıza aktarmak, ufuklarını açmak yazar olarak görevimiz ama bunu katı bir tavırla, didaktik bir dille değil daha yapıcı, daha yumuşak hatta söylemek istediğimizi metnin içinde yok ederek vermek daha estetik olur, düşüncesindeyim. Mesela çay içiyorsunuz, içine şeker atıp karıştırıyorsunuz. Sonra şekeri çayın içinde görebiliyor musunuz? Çay ve şeker örneğindeki gibi mesajlar metnin içinde yok olmalı ama demek istediğini de haykırmalı. Damakta o şeker tadını bırakmalı.
Eğer çocuklar için doğru, düzgün, kalıcı eserlerle edebiyat dünyasında var olmak istiyorsanız değişen koşulları ve haliyle çocuğun günden güne gelişen dünyasını yakından takip etmeniz lazım. Öykülerinizle, masallarınızla, romanlarınızla küçük yüreklere dokunmak, onların sevgilerini kazanmak önemli. O yüzden de onların dilinden konuşmak, ilgi duydukları alanlarda ve konularda eserler yazmak, onların seviyesine çıkmak gerekiyor. Çocuklar, yazdıklarınızı sevdiğinde sizin elinizi bırakmayacaklardır çünkü her şeyin başı sevgidir.
Bizim Çağ: Kitabınızda bir grup izci, liderleriyle birlikte on günlük bir kamp için ormana geliyor. Kitabın ana kahramanı Çetin, bu on günde doğaya ilişkin farkında olmadığı, bilmediği pek çok şey öğreniyor. Çocuklarımızı doğayla tanıştırmamız, dost kılmamız (kitabınızda anlatmışsınız ama bir de sizden dinleyelim) neden önemli? Çocuklar doğada neleri fark ediyorlar?
S. U. Özdemir: Çocukluğum bahçe içinde bir evde geçti. Sümbüller, leylaklar, aslanağızları, horoz ibikleri, zambaklar, güller bahçemizi süslüyordu. Dalından koparıp şekerpare kayısı yedim. Çekirdeğini kırdım. Vişneleri kulağıma küpe diye taktım. Dut silkeledim. Komşulara dağıttım. Asma yaprakları topladım annem sarma yapacak diye. Üzümleri paylaştım arkadaşlarımla.
Bugünün çocuklarını düşündüğümde hemen hepsi ne yazık ki apartmanlara sıkışıp kalmış durumda. Doğada vakit geçirmeyi bırakın parka bile gidemiyorlar. Anne baba çalıştığı için kreşe gitmek zorunda kalıyorlar. Okuldan sonra etüde ve diğer aktivitelere yönlendiriliyorlar ebeveynleri tarafından. Yani bir binadan çıkıp diğer binaya hapsoluyorlar. Öte yandan teknolojinin esiri olmuşlar. Sanal ortamda domates yetiştiriyor, biberleri suluyorlar. Çocuklar ağaçları, çiçekleri tanımadan büyüyorlar. Oysa zihinsel, duygusal ve bedensel gelişimleri için doğaya ihtiyaçları var. Bir çiçeği koklamaları, bir meyveyi dalından koparıp yemeleri, bir ağaca dokunmaları, çimenlere uzanıp gökyüzünü seyretmeleri, toprakta yalınayak koşmaları en önemlisi de hayata hazırlanabilmek, sağlıklı olabilmek için açık havada vakit geçirmeleri çok, çok önemli.
Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki teknolojiden uzak durmak mümkün değil. Siz istemeseniz de o sizi içine alıveriyor.
Bizim Çağ: Kitabınızda “Dürttüm Teo’yu aynı Facebok’taki gibi.” diye bir cümlede sosyal medyaya da gönderme yapıyorsunuz. Bu baş döndürücü teknolojik gelişmelerin çocuklarımızı nasıl etkilediğini düşünüyorsunuz? Bu gelişmeleri reddetmemiz mümkün değil. Çocuklar da bu redden hoşlanmaz. Sözgelimi olumsuz sonuçlarından biri onları kitaplardan uzaklaştırmak olabilir mi? Ya da olumlu sonuçlarından biri çocukların düş dünyalarını zenginleştiriyor diyebilir miyiz?
S. U. Özdemir: Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki teknolojiden uzak durmak mümkün değil. Siz istemeseniz de o sizi içine alıveriyor.Yoksa zamanın gerisinde kalıyor, olup bitenden bihaber yaşıyorsunuz. İnternet sadece çocuklar için değil biz yetişkinler için de doğru ve yerinde kullanılırsa muhteşem bir şey.
Çocuğa internette geçirdiği fazla zamanın ona yarar değil zarar getireceği güzellikle anlatılmalıdır. Anne baba olarak çocuğun bir günü, ders çalışma, kitap okuma, televizyon izleme, internete girme gibi şeklinde programlanabilir. Bu davranış çocuğun disipline edilmesi için de önemlidir.
İnternetin sunduğu gelişmeleri doğru zamanda doğru yerde kullanmak çocuklarımızın kazancı olacaktır. Ödevlerini yaparken araştırma yapmak işlerini kolaylaştıracaktır. Evlerinden çıkmadan, yolda vakit harcamadan en kısa süre içerisinde bilgiye ulaşacaklardır. Ulaşacakları her bilgi doğru mudur, bu tartışılır ancak zamane çocuklarının en doğru olanını seçeceklerinden kuşkum yok.
Bizim Çağ: Çetin, sincapların üç aylığa kadar evcilleştirilebileceğini öğrenince aklından evde sincap beslemek geçiyor ancak sonra annesinin buna izin vermeyeceğini düşünüyor. Biz burada bir serzeniş hissettik. “Kötü anne, izin verse ne olacak sanki?” Çocukların hayvanlarla ilişkilerinde sınırlar nasıl çizilmeli? Bir hayvanı sahiplenmek çocuğa neler kazandırır ya da hayvan açısından bu, iyi mi olur? İşin içinden nasıl çıkılmalı?
S. U. Özdemir: Çocuklarının hayvan beslemesine izin vermiyor diye annelere “kötü” demeyelim. Onlar, annelik iç güdüsüyle doğru olduklarına inandıkları şekilde davranırlar. Çocukları söz konusu olduğunda ise akan sular durur.
Ben, hayvanların doğal ortamında yaşamasından yanayım çünkü doğaları böyle. Özgür bir şekilde koşup oynamak onların da hakkı. Evde hayvan bakılmaz mı? Bakılır ama ne kadar sağlıklı olur? Hayvan bakmak gerçekten çok zor bir eylem, sorumluluğu çok fazla. Kuş, balık belki ev ortamı için daha uygun ancak kuşların kafese konması, sahiplenilen evcil hayvanlardan bıkılınca onların kapı önüne konulması beni üzüyor.
Çocuklarımız hayvanları elbette tanımalı, birlikte vakit geçirmeli. Bu gelişimleri açısından da yararlı. Bu yüzden de fırsat buldukça doğa ile iç içe olmalı, doğada vakit geçirmeliler. Arılarla, kelebeklerle, karıncalarla tanışmalılar. Sokak hayvanlarını beslemeli, kuşlara su, yem vermeliler.
Biz, çocuklar için masallar, öyküler yazarken hayvan kahramanlara da yer veririz. Çocuklara bir şeyler öğretmek, onları hayata hazırlamak, iyi olanı kavratmak gibi konularda hayvan kahramanların varlığına ihtiyaç duyarız. Çocuklar hayvanları sevdiği için onların yol göstericiliğini daha çabuk özümser. Hayvan karakterlerle tanıştıklarında doğa ile de tanışırlar. Hayvan figürlerinin çocuk kitaplarında yer alması, onlara insansı özellikler yüklenmesi, çocukların doğa ve doğanın getirdikleri ile bağ kurmasını sağlar.
Her meslekte olduğu gibi öğretmenlerin arasında da işini iyi yapan da var, maalesef kötü yapan da. Konu çocuklar olduğunda kötü davranışların onları ömür boyu etkileyeceğini unutmamak gerekir.
Bizim Çağ: Kitabınızda izci lideri, çocuklara izci selamının neyi simgelediğini defalarca anlattığı halde sorunca çocuklar yanıt veremiyor. Bu durumda liderin çocuklara kızıp onları suçlamak yerine “Suç bende. Hiçbiriniz öğrenemediğinize göre demek ki ben anlatamamışım.” diyor. Hemen burada yüzümüzü öğretmenlerimize dönelim ve neler söyleyelim. Kendi öğrencilik yıllarınızı ve öğretmenlerinizi düşündüğünüzde karşınıza nasıl bir tablo çıkıyor? Bugün durumu nasıl görüyorsunuz?
S. U. Özdemir: Öğretmenlik kutsal bir meslek. Diğer mesleklere benzemiyor. O yüzden bu mesleği seçmek için öncelikle çocukları sevmek gerektiğini düşünüyorum. Her meslekte olduğu gibi işini iyi yapan da var, maalesef kötü yapan da. Konu çocuklar olduğunda kötü davranışların onları ömür boyu etkileyeceğini unutmamak gerekir.
Her çocuğun öğrenme kapasitesi farklıdır. Kimi çocuk ilk anlatışta anlar, diğeri ise birkaç kere dinleyince öğrenir. Bir başkası görsel olarak daha çabuk algılarken öteki çocuk kendi okuyarak ya da yazarak daha çabuk kavrar.
Rüzgâr Obası’nda lider, sorduğu soruyu hiçbir öğrencisinin cevaplayamadığını görünce suçun kendisinde olduğunu, izcilerine bilgiyi yeteri kadar aktaramadığını düşünüyor gibi gözükse de aslında izcileri utandırmamak, dersten uzaklaşmalarını önlemek için izlediği bir taktik bu. Çünkü onların sorduğu soruyu cevaplayamadıkları için üzüldüğünü fark ediyor. Bu davranışıyla öğrencilerini rencide etmeden bilgiyi yeniden tekrarlıyor ve onların tüm dikkatlerini konuya çekmeyi başarıyor. Nitekim, lider izci selamının anlamını bir kez daha anlattıktan sonra Dursun dinlediklerini bir çırpıda tekrar ediyor. Yani, lider bilinçli ve sakin davranarak izcilerin konuya odaklanmalarını sağlıyor ve bilmemek değil öğrenmemek ayıptır, diyerek onlara mesajını veriyor.
Bizim Çağ: Çetin ve Teoman, ormanın derinliklerine dalınca kayboluyor. Bu arada da kaçak avcılık yapan adamlarla karşılaşıyorlar. Adamlar onlara “cüce” diye seslenince çocuklar buna karşı çıkıyor: “Bizler cüce değil çocuktuk.” Bu cümleyle çok önemli bir soruna parmak basmışsınız. Biz yetişkinler çocuklara karşı zaman zaman böyle küçümseyici tavırlar takınabiliyoruz. Belki de bu arada onların yüreklerinde/beyinlerinde olumsuz izler bırakıyoruz. Siz kendi çocukluk yıllarınızı düşündüğünüzde nasıl tutumlarla karşılaştınız? Bunlar sizi nasıl etkiledi? Buradan hareketle ebeveynlere ipuçları verelim mi?
S. U. Özdemir: Romanda yer alan haydutlar yaptıkları işin yasal olmadığını biliyorlar. Aniden yakalanınca da suçlarını bastırmak, çocukları korkutmak ve sindirmek istediklerinden onlara “cüce” diye hitap ediyorlar. İşin içinde eğitimsizlik de var tabii. Çocuklar bu söylemi “Bizler cüce değil çocuktuk.” diyerek çürütüyor zaten.
Çocuklar anne-babayı rol model olarak alırlar. Öğretmenleri ise onların idolüdür, her söylediği doğrudur, dinlenir. Konu, anne babaya ve öğretmenlere geldiğinde çocuklara yönelik bu şekildeki söylemleri kabul etmemiz mümkün değil.
Bu tip hareketlere (lakaplara ve yüksek ses tonuna) maruz kalan çocuklar incinirler. Kendilerini önemsiz ve değersiz hissederler. Güven duygularını kaybederler. Hatta anlaşamadığı bir arkadaşını kızdırmak için büyüklerinden duyduğu yanlış kelimeleri onları üzmek için kullanabilirler. Bu nedenle çocuklarımıza sevgiyle yaklaşmalı, anlatmak istediğimiz şeyleri güzellikle ifade etmeliyiz. Böylece hem eğlenceli hem de eğitici bir yol izleyebiliriz.
Bizim Çağ: Kitabınızda izciliğin sloganı “Her gün en az bir iyilik yapmaktır.” diyorsunuz. Bunu çok sevdik. Değerli bir mesaj. Çetin ve Teoman, kaçak avcıların yakalanmasına yardım ederek iyilik yapıyorlar. Çocuklarımıza kazandırmamız gereken değerlerden biri de kuşkusuz bu. “İyi insan olmak” üzerinde duralım mı? Neyin iyi, neyin kötü olduğu tartışmalı bir konu. Çocuklar için yazıyorsak yazar bu noktada neye dikkat etmeli, neyi ölçü almalı?
S. U. Özdemir: İyilik, karşımızdaki kişiden maddi bir karşılık beklemeden yaptığımız yardımlardır. Günde bir iyilik yapmak, insanların mutlu olmasını sağladığı gibi iyilik yapan kişiyi de sevindirecektir. Yapılan küçük bir iyilik karşı taraf için çok büyük bir iyilik olabilir. Sıcak bir yaz gününde sokak hayvanları için bir tas su bırakmak, okuduğumuz bir kitabı arkadaşımızla paylaşıp onun da okumasını sağlamak, karşıdan karşıya geçen yaşlı bir teyzeye yardım etmek iyiliktir mesela.
Kâinatta her şey zıddıyla beraber vardır. Yaşamın içinde iyi de kötü de bulunuyor. Nasıl hayatta tamamen iyi ya da tamamen kötü karakterler/kavramlar bulunuyorsa kitaplarda da olabilir. Kitaplarda anlattığımız hikayelerde direkt olarak iyilik kavramını işleyebileceğimiz gibi kötünün üzerinden de iyiliği anlatabiliriz. Çocuklar için yazıyorsak onların anlayacağı bir dil kullanmalıyız. Onların duygu dünyasını yaralayacak olaylara imkân vermeden, konuyu yumuşatarak ve hangi yaş grubunu hedef aldıysak o yaş grubuna uygun olarak anlatmalıyız hikâyeyi.
Ve her gün bir iyilik yapmayı alışkanlık haline getirmeliyiz.
Çocuklar oynarken düşünüyor, oyun kuruyor, paylaşıyor, beceriler ediniyor, koşuyor, zıplıyor, atlıyor, tırmanıyor, karar veriyor, arkadaşlığın güzelliğini tadıyor, iletişim kurmayı öğreniyorlar.
Bizim Çağ: Kitabınızda Çetin arkadaşlarıyla çuval yarışı yapıyor, halat çekme oyunu oynuyor ve arkasından sokak oyunlarının bilgisayar oyunlarından daha heyecanlı olduğunu söylüyor. Günümüzde sokak oyunlarını hiç bilmeden büyüyen çocuklar var. Bu noktada “ne yazık ki” diyelim mi? Sokak oyunları çocuğun gelişimi açısından neden önemlidir? Siz sokaklarda oynadınız mı? Çocuğunuz oynadı mı? Yarın bir gün torununuz olduğunda o oynayabilecek mi? Yoksa bu, çok da önemli değil mi diye düşünelim?
S. U. Özdemir: Sokak oyunları, çocukların fiziksel, zihinsel, duygusal olarak gelişmesinde, sosyalleşmesinde çok önemli. Çocuklar oynarken düşünüyor, oyun kuruyor, paylaşıyor, beceriler ediniyor (koşuyor, zıplıyor, atlıyor, tırmanıyor), karar veriyor, arkadaşlığın güzelliğini tadıyor, iletişim kurmayı öğreniyorlar.Şimdi ne yazık ki tüm bu güzelliklerin yerini bilgisayar ve cep telefonu aldı.
Yukarıda da söylemiştim, bahçeli bir evde büyüdüm ben. Bahçemizde pek çok oyun oynardık. Ağaçlara çıkardık. Kapımızın önünde yakan top, is top, dalya oynardık. Trafik bu kadar yoğun değildi, tehlike yoktu. Mahalle kültürü vardı o zamanlar ve her mahallede mutlaka boş bir arsa olurdu. Bu arsalar çocukların oyun mekanıydı. Karnımız acıkınca bile eve girmek istemezdik.
Ne yazık ki benim oğlum da sokak oyunları oynayamadı. Çalışan bir annesi olduğu için kreşte büyümek zorunda kaldı. Torunumu ve diğer tüm çocukları neler bekliyor bilemiyorum insanların doğayı koruyamadıklarını düşündükçe. Orman yangınları, kesilen ağaçlar, seller, depremler, ozon tabakasının delinmesi vb. doğa olayları nedeniyle bizden sonraki nesle yaşayacak bir doğa kalacak mı acaba? Ve bu çok, çok önemli bir konu.
Bizim Çağ: Söyleşimizi genel bir soruyla bitirmek istiyorum. Çocuk edebiyatımızın öncelikli gördüğünüz sorunları nelerdir?
S. U. Özdemir: Bu konu öyle derin ki üzerinde saatlerce konuşulabilir. Madem sordunuz, gözlemlerim doğrultusunda bir şeyler söyleyeyim.
Çocuklara yönelik kitapların daha çok sattığı düşünülerek üretilen pek çok niteliksiz kitap var piyasada. İnsanlar ne yazık ki çocuklar için yazmanın daha kolay olduğu gibi yanlış bir düşünce yapısına sahipler. Oysa yetişkinlere her şeyi, istediğiniz gibi anlatabilirsiniz, bana göre bu daha kolaydır. Çocuklara yazmak zordur, onların seviyesine çıkmak, onların baktığı gözle görmek, ilgi duydukları konuyu ve türü yakalamak, imla kurallarına dikkat etmek meşakkatli bir iştir. Çocuklarımız öğrenmeye açıktır, ne verirseniz onu alırlar. İşte bu noktada yazara çok fazla sorumluluk düşer. Yanlış koyduğunuz bir noktanın bile vebali vardır.
Dikkatimi çeken bir başka husus da “çocuk yazar”ların türemesi. Bir de imza günü yapıp kitaplarını imzalattırıyorlar. İster istemez çocuğun egosu yükseliyor, ben oldum, duygusuna kapılıyor. Zaman içinde bu durumun çocuklara zarar vereceği ortada.
Çocukların yazdıkları şeyler çocuk edebiyatını oluşturmaz. Çocukların ne kadar deneyimi, tecrübesi var ki eser üretebilsinler. Her şeyin bir zamanı var. Heves edilebilir, çalışmalar yapılabilir ama kitaplaştırılmasını doğru bulmuyorum.
Çocuk edebiyatı çocuklar için yetişkinler tarafından kaleme alınan eserlerden oluşur. Çocuklar kendileri için yazılan bu eserleri okuyarak kelime hazinelerini zenginleştirecekler, hayata değişik açılardan bakılabileceğini öğrenecekler, gitmedikleri görmedikleri yerler hakkında fikir sahibi olacaklar, hayal güçleri genişleyecek, okurken başka dünyaların kapılarını aralayacaklar, eğlenecekler, düşünecekler, sorgulayacaklar.
Bir de kitap seçimi konusu var. Ebeveynler, öğretmenler hissettirmeden kontrol altında tutmalı çocukların neler okuduğunu ama çocukları sınırlandırmamalı. Okumaktan uzaklaştırılmamalı. Özgür bir birey olarak çocuk, okumak istediği kitabı, yazarı kendi seçebilmeli, okumanın tadına varabilmeli. Zaten Z kuşağı diye tabir ettiğimiz bu nesil çok akıllı, doğruyu bulup yanlış olanı eleyecektir. Çocuklarımıza güvenmeliyiz.
–
Bizim Çağ Edebiyat’ın Diğer Söyleşileri
Seza Kutlar Aksoy’la Söyleşi
BETÜL TARIMAN’LA SÖYLEŞİ
MÜNEVVER OĞAN’LA SÖYLEŞİ
CAHİT KAYA’YLA SÖYLEŞİ