Psikolojik Bir Şiir: Deniz Feneri

16 Mart 2024
SEVDA MÜJGAN

Neden kelimelerle bu kadar yükseklere uçuyorum?”
Virginia Woolf günlüğünde Deniz Feneri’nin hazırlık, yazım ve basım aşamalarını başından sonuna kadar anlatır. Öncelikle bu sayfalardan kısa alıntılar yaparak verilen emeği gözler önüne sermeye çalışalım. 

Virginia Woolf, 14 Mayıs 1925’te günlüğüne şöyle yazar: “Gazeteciliğe ara verip Deniz Feneri üzerine çalışmaya başlamam an meselesi artık. Bu kitap oldukça kısa olacak, içinde baba karakteri büsbütün olacak ve anneninki  ve sonra St. Ives, çocukluk ve tüm o dahil etmeye çalıştığım alışılagelmiş şeyler, hayat, ölüm vs. Ama merkez baba karakteri.” (s. 101)

27  Haziran 1925’te ise şu satırlarla karşılaşırız: “Bunları yazmaya çalışırken (eleştiri yazıları) Deniz Feneri’ni oluşturmaya çalışıyorum. Her yerden deniz duyulmalı. Kitaplarım için roman yerine yeni bir isim uydurma düşüncesi var aklımda. Virginia Woolf’tan yeni bir… Ama ne diyeyim? Ağıt mı?” (s.105)

20 Temmuz 1925’te Deniz Feneri’ni kurgulamaya şöyle devam eder: “Teması duygusal olmalı. Bahçede bir baba, bir anne ve çocuk; ölüm, deniz fenerine yelken açma. Gerçi sanırım başlayacağım zaman onu bir şekilde zenginleştirip kalınlaştırıp şimdi algılayamadığım dallar, kökler vereceğim ona. Bütün karakterleri özlerine inmiş olabilir, çocukluk, sonra da bu kişisel olmayan şey, zamanın akıp gitmesi ve tasarımımın birliğinin devamlı kırılması. O geçiş (Kitabı üç bölüm olarak düşünüyorum. Birincisi oturma odası penceresinde, ikincisi yedi yıl sonra, üçüncüsü deniz yolculuğu) çok ilgimi çekiyor.” (s. 106)

5 Eylül 1925’te çalışmalarını sürdürdüğü görülür: “Deniz Feneri’nde çok hızlı ve ongun bir hamle yaptım. Yine de on beş günden daha az bir sürede yirmi iki sayfa ilerledim. Hâlâ emekliyorum  ve kolayca zayıf düşüyorum ama eğer istim üzerinde olursam kitabı sonsuz bir keyifle örüp bitireceğime inanıyorum.” (s. 107)

23 Şubat 1926’da çalışmalarından duyduğu memnuniyeti dile getirir: “Romanım beni bir bayrak gibi dalgalandırıp duruyor. Bu roman, Deniz Feneri. Kendi açımdan şunu söylemeye değer galiba, en sonunda Jacobs’un Odası savaşından sonra, Mrs. Dallawoy ıstırabından sonra -sonu hariç ıstıraptı- şimdi tüm hayatımda hiç yazmadığım kadar hızlı ve özgürce yazıyorum, herhangi bir romanımdan yirmi kat daha hızlı. Düşünüyorum da bu, doğru yolda olduğumun bir kanıtı.” (s. 111) 

30 Nisan 1926’da kitabının ikinci kısmına başlar: “Dün Deniz Feneri’nin ilk bölümünü bitirdim ve bugün ikinci kısmına başladım. İşin içinden çıkamıyorum. İşte soyut yazı yazmanın en zor bölümü. Boş bir ev anlatmalıyım kimsenin karakterini vermeden, zamanın geçişi, tutunacak hiçbir şeyi, gözü ve yüz hatları olmayan. Neyse, çok acele ediyorum ve tek seferde iki sayfa karalıyorum. Bu saçmalık mı, deha mı? Neden kelimelerle bu kadar yükseklere uçuyorum ve görüldüğü gibi dilediğimce özgürüm?” (s. 115)

3 Eylül 1926’da son bölüm üzerinde çalıştığını yazar: “Romanın sonu kolayca görünür oldu artık ama bu son gizemli bir şekilde bana yakınlaşmıyor. Çimlere oturan Lily’yi yazıyorum fakat bu onun son bölümü mü bilmiyorum. İşin kalitesinden de emin değilim. Tek kesinlik her sabah bir saat süreyle antenlerimle havayı rastgele taradıktan sonra genellikle 12.30’a kadar sıcağı sıcağına rahatça yazıyorum, böylelikle iki sayfamı tamamlıyorum. Bu sayede kitap bitmiş olacak, üç hafta içinde yani yazılıp bitmiş olacak, öyle öngörüyorum bugünden itibaren.” (s. 127)

23 Kasım 1926’da ortaya koyduğu yapıttan memnun olduğunu dile getirir: “Her gün Deniz Feneri’nin altı sayfasını yeniden yazıyorum. Sanırım bu Mrs. Dallawoy kadar hızlı gitmiyor ama zaten büyük bir bölümünü çok kabatasalak buluyorum ve daktiloya çekerken doğaçlamak zorunda kalıyorum. Bunu dolmakalem ve mürekkeple tekrar yazmaktan daha kolay buluyorum. Şu anki kanaatim bunun kitaplarımın açıkça en iyisi olduğu.”(s. 130)

14 Ocak 1927’de kitap  bittiği için minnet doludur: “Pazartesi günü Leonard’ın okuması için hazır. Böylelikle bir yıl içinde bitirmiş oldum ve bu işten kurtulduğum için yine müteşekkirim. 25 Ekim’den beri gözden geçirip yeniden daktiloya geçiriyorum. Bazı bölümleri üç sefer tekrar yazdım. Şüphesiz üzerinde daha çalışmalıyım ama yapamam. Bunun zorlu, kuvvetli bir kitap olduğunu hissediyorum.” (s. 131)

23 Ocak 1927’de Leonard, Deniz Feneri’ni okur: “İşte, Leonard Deniz Feneri’ni okudu, bunun benim en iyi kitabım ve bir başyapıt olduğunu söylüyor. Ben sormadan söyledi bunu. (…) tamamen yeni bir şey olduğunu söyledi, ‘psikolojik bir şiir’ adını taktı.” (s.131)

12 Şubat 1927’de Virginia Woolf, Deniz Feneri’nin matbaadan gelmesini bekler. Kitabı yeniden okuması gerektiğini düşünür. “Tek seferliğine ekseriyetle ve serbestçe okumak istiyorum, sonra da detaylar üzerinde durmayı. Deniz Feneri’nin ilk belirtilerinin aleyhimde olduğunu söyleyebilirim. Roger, açıkça ‘Zaman Geçiyor’u sevmedi. Harpers ve Forum sürekli yayın hakkını reddetti. (…) Ancak bu görüşler kitabın gözden geçirilmemiş kabataslağına atfedildi.” (s. 132)

Kitap 5 Mayıs 1927’de çıkar. Çıkmadan 1.690 adet satılmıştır. Virginia Woolf, günlüğüne şunları not eder: “Lit. Sup’ta çıkan centilmence, nazikçe,  çekingen, güzelliği öven, roman karakterlerinden şüphe eden ve beni kısmen bunalıma sürükleyen eleştirinin nemli bulutunun gölgesi altında yazıyorum. “Zaman Geçiyor” konusunda endişeliyim. Tamamının yumuşak, boş, yavan ve duygusal olabileceğini düşünüyorum.” (s. 135)

18 Haziran 1927’de günlüğüne düştüğü nottan akşam yemeği sırasında adını daha sonra Dalgalar olarak değiştireceği Pervaneler’in hikayesini heyecanla anlatacaktır. Onu da çok hızlı yazabileceğini düşünmektedir. 

Hiçbir şey, sadece tek bir şey değildir.”
Virginia Woolf,  Ramsay ailesinin çevresinde biçimlendirdiği Deniz Feneri’nde (özgün adı To the Lighthouse) okuruna, bir öykü anlatmak yerine kahramanlarının iç dünyalarını aydınlatmak, akıllarından geçenleri aktarmak ister. Bilinç akışı tekniğinin kullanıldığı, monologlar üzerinden ilerleyen romanda öne çıkan kahramanlar olur

Woolf’un çocukluk anılarına dayanarak annesini ve babasını anlattığı, otobiyografik özellikler taşıyan romanı; annesine, babasına ve çocukluğuna bir ağıt olarak  nitelendirilir.

Virginia Woolf’un  ablası Vanessa, yazdığı bir mektupta “Deniz Feneri”ne ilişkin şunları söyler: 

“Her hâlükârda bana öyle geldi ki kitabın ilk kısmında annemizi tasvir etmişsin. Bu tasvir benim hayal edeceğimden daha yakın ona. Öyle mezardan kalktığını görmek adeta acı verici. Onun kişiliğinin olağanüstü güzelliğini hissettirmişsin ki herhalde bu dünyada yapması en zor şey. Büyüyüp de onunla yeniden eşit koşullarda tanışmak gibi bir şeydi ve senin onu bu şekilde görebilmen en şaşırtıcı yaratma başarısı gibi görünüyor bana. Sanırım babamı da onun kadar  net bir şekilde anlatmışsın. Belki ben yanılıyorumdur ama bu o kadar da zor değil. Yakalanabilecek daha fazla şey var, yine de bana öyle geliyor ki bu onun hakkında gerçek bir fikir veren tek şey. Bu yüzden portre devam ettikçe görüyorsun.  Sen benim gözümde çok iyi bir sanatçısın ve insanın kendisini bu ikisiyle yeniden karşı karşıya bulması o kadar sarsıcı ki başka hiçbir şey düşünemiyorum.” 

Çocukluk ve ilk gençlik yıllarında Virginia Woolf’un ailesi (Stephen ailesi), yaz aylarını Cornwall kıyılarındaki St. Ives’de geçirir. Orada bir deniz feneri vardır. Virginia Woolf daha on yaşındayken kaleme aldığı bir yazıda onu derinden etkileyen bu fenerden söz eder. Kardeşi Adrian’ın en büyük düş kırıklıklarından birinin o fenere gidememek olduğunu söyler.

Deniz feneri, romanın başlıca simgesidir. Deniz fenerinin neyin simgesi olduğuna ilişkin farklı yorumlar yapılır. Feneri, “yaşam ve zaman denizinin ortasında karanlıkları aydınlatmak için insanlarca gösterilen çabanın simgesi” olarak gören eleştirmenlerin yanı sıra “fenerin yanıp sönen ışığı insan yaşamında birbirini hızla izleyen sevinçlerle acıların, insan ilişkilerinde aydınlık ve karanlık anların simgesi” ya da “fırtınalar arasında hiç sarsılmadan duran, kaybolanlara yol gösteren, karanlıkları aydınlatan sevgi” diye yorumlayanlar da olur. 

Virgina Woolf, deniz feneriyle ne demek istediğini soran arkadaşına bir mektubunda “Hiçbir şey demek istemedim.” diye yanıt verir.  Ancak  “Hiçbir şey, sadece tek bir şey değildir.” diye eklemeyi de unutmaz.

Romanda ise Mrs. Ramsay ise kendisi ile deniz feneri arasında şu cümlelerle bağlantı kurar: “Örgüsünden başını kaldırıp dışarı baktı, gözleri fenerin üçüncü ışığıyla karşılaştı, kendi gözleriyle göz göze gelmiş gibi oldu. Sanki bu ışık yalnız onun yapabileceği bir biçimde tüm zihnini, tüm yüreğini karış karış tarıyor, tüm yalanları yok ediyor, temizliyordu. Bu ışığı övmekle, kendini övmüş oluyordu ama bu, boşu boşuna bir kendini beğenmişlik değildi çünkü kendi de tıpkı o ışık gibi eğilmezdi, durup  dinlenmeden araştırırdı ve güzeldi.” (s. 84)

En İyi Kitap ve Bir Başyapıt
Roman, “Pencere” (135 sayfa), “Zaman Geçiyor” (21 sayfa) ve “Deniz Feneri” (73 sayfa) olmak üzere üç bölümden oluşur.

Pencere”, eylül ayında bir öğleden sonra başlayıp geceye kadar sürer. Mrs. Ramsay, evin bahçesine bakan pencerede oturur, deniz feneri bekçisinin oğluna armağan etmek üzere çorap örer. En büyük isteği ertesi gün deniz fenerine gitmek olan altı yaşındaki James, annesinin dizinin dibinde renkli bir katalogdan resimler keser. Mr. Ramsay hava kötü olacağı için deniz fenerine gidilemeyeceğini savunurken Mrs Ramsay oğlunu mutlu edebilmek için gidebileceklerini söyler. Mr. Ramsay, bahçede dolaşır. Ressam Lily Briscoe  bir resim üzerinde çalışır. Yaşlı şair Mr. Carmichael bir bahçe koltuğunda uyuklar. Akşama doğru Mrs. Ramsay ile evin genç konuklarından Charles Tansley  kasabaya giderler. Gece birlikte akşam yemeği yenir. Bu bölüm, “Pencereden dışarıya bakıldığında deniz ve fenerinin ışığı, içeriye bakıldığında ise Ramsay ailesinin günlük yaşamı görülür.” diye özetlenebilir.

“Zaman Geçiyor”da on yıllık bir süreye çok kısa değinilir. 

Okur, “Mr. Ramsay, karanlık bir sabah bir koridorda tökezleyerek kollarını uzattı ama bir gece önce Mrs. Ramsay ansızın ölüverdiği için uzatılan kolları boş kaldı.” (s. 157) cümlesiyle Mrs. Ramsay’ın öldüğünü öğrenir. Ramsayların kızları  Prue, evlenmiş ve çocuk doğururken ölmüştür. Ramsayların oğullarından Andrew ise 1. Dünya Savaşı sırasında Fransa’da yaşamını yitirmiştir. 

Deniz Feneri”nde ise  sabahtan öğleye kadar geçen bir zaman dilimi ele alınır. Artık küçük bir çocuk olmayan James ve Cam babalarının buyruğuna boyun eğmek zorunda kaldıkları için istemeden onunla birlikte deniz fenerine giderler. Ancak fener, James’in düşlerindeki gibi “sisler içinde gümüş gibi parıldayan bir kule” değildir. “Ak badanalı kayaları, çırılçıplak sivrilen kuleyi oturduğu yerden görebiliyordu. Bir kara, bir ak, çizgi çizgi boyanmıştı. Pencereleri de görebiliyordu. Kayaların üstüne kurusun diye serilen çamaşırları bile görebiliyordu. Fener bu idi demek.” (s. 222)

“Sözcükler kalır, resimler kalır.”
Virginia Woolf, Ramsay ailesinin çevresinde biçimlendirdiği Deniz Feneri’nde okuruna, bir öykü anlatmak yerine kahramanlarının iç dünyalarını aydınlatmak, akıllarından geçenleri aktarmak ister. Monologlar üzerinden ilerleyen romanda öne çıkan kahramanlar oluşturur. 

Mrs. Ramsay; elli yaşlarında, saçları kırlaşmaya başlamış, boş zamanlarında yün ören, bencillikten uzak bir kadındır. Kocasının kendisinden üstün olduğuna inanır, onun sözünden çıkmaz, ona gösterdiği saygıyı başka kimseye göstermez, onu hep destekleyerek sevgisini belli eder. Mr. Ramsay ise karısının zeki ve bilgili olmadığını düşünmekten hoşlanır. Hatta onun okuduğunu anlayıp anlamadığından bile kuşku duyar. Ona karşı sert ve kaba davrandığı da olur. Çevresine kutsal bir duvar çekip içine bir imparator görkemiyle kurulmuştur. 

Lily Briscoe, Virginia Woolf’tan izler taşır.  O, romanının içinde bir ressam olarak yaşar. Toplumun geleneksel kalıplarına uymayışı, başkaldırısı, sanatçı olması Woolf’u çağrıştırır. Lily’nin Mrs. Ramsay’ı taparcasına sevmesi de Virginia  Woolf’un annesine sevgisini yansıtır. Lily, romanda sözü edilen resmini 44 yaşında bitirir. Bu, Woolf’un da “Deniz Feneri”ni yazdığı yaştır. 

Mrs. Ramsay, Lily’nin aile dostları William Bankes’le evlenmesini ister. Lily bir gün başarılı, ünlü bir ressam olacak olsa bile  bunu değerli görmez. Bir kadının mutlaka evlenmesi, çocuğu olması gerektiğini düşünür. “Evlenmemiş bir kadın, yaşamın en güzel yanını kaçırmış sayılır.” (s. 68) Fakat Lily kendisini bir “kız kurusu” olarak nitelese de evlenme fikrine olumlu bakmaz. Yalnızlıktan hoşlanır, kendi kendine olmayı sever. Evin genç konuklarından Mr. Tansley’in “Kadınlar resim yapamaz, kadınlar yazı yazamaz.(s. 67) sözleriyle dile getirdiği erkek zihniyetinin karşısında yine de resim yapmayı sürdürür ancak kendine güveni yoktur. “Az kalsın ağlayacaktı. Resmi kötü idi, çok kötü idi, berbattı.“(s. 67) Öyle ki romanın ilk bölümünde başladığı bir resmi ancak on yıl sonra bitirebilecektir. 

Güzel bir kadın, iyi bir eş ve anne olan Mrs. Ramsay, ölüp gittikten sonra arkasında Lily’nin onun için yaptığı resimden başka bir iz kalmayacaktır. Virginia Woolf’un annesi de Mrs Ramsay’ın kişiliğinde Deniz Feneri’nde varlığını sürdürecektir.

“Hepimiz geçip gidiyoruz, hiçbir şey kalmaz, her şey değişir ama sözcükler kalır, resimler kalır.” (s. 214)

.

Kaynaklar:
Virginia Woolf, Deniz Feneri, Çev. Naciye Akseki Öncül, İletişim Yayınları, 2. Baskı, 2001 İstanbul.

Virginia Woolf, Bir Yazarın Günlüğü, Çev. Seda Erol Le Morellec, Kırmızı Kedi Yayınevi, 2022 İstanbul. 

Mina Urgan, Virginia Woolf, Yapı Kredi Yayınları, 12. Baskı, Mart 2023, İstanbul.

Quentin Bell, Virginia Woolf: Yaşam Bir Rüyadır, Uyanmak Öldürür, (Çev: Zehra Sayan), Everest Yayınları, 2007 İstanbul.

M. Başak Uysal, Hümanist ve Feminist Bir Yazar  Olarak Virginıa Woolf’un Entellektüel Birikimi, Atatürk üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitsü  İngiliz Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Doktora Tezi,  Erzurum 1998.

.