20 ARALIK 2023
SEVDA MÜJGAN

“Anlatıcının gerçek yaşamıyla düşlerinin arasına sıkıştığı ortadadır. Düştüğü açmaz, günümüzde pek çok insan için de geçerlidir desek yerinde bir belirleme yapmış olur muyuz?”
Yunan Yeni Dalgası ya da Yunan Tuhaf Dalgası, 2008’de Yunanistan’da yaşanan politik sorunların ve beraberinde gelen ekonomik krizin etkisiyle filizlenen postmodern bir film hareketidir. Bu kapsamda anılan filmlerin genel olarak aile, iktidar, ataerki, toplumsal cinsiyet, kimlik, beden, şiddet ve kayıp gibi temaların etrafında döndüğü görülür.
Yunan Tuhaf Dalgası’nın edebiyattaki temsilcilerinden Dimitris Sotakis’in yazdığı Yarım Kalp kim olduğu konusunda kendisiyle anlaşamayan (adı belirtilmeyen) bir adamın hikâyesidir.
Ortalama Bir Hayat
O zaman soralım: Olayların onun gözüyle ve diliyle anlatıldığı bu adam kimdir? Öncelikle kendisini bilinçli olarak hapsettiği öngörülebilecek bir günlük yaşamın içinde memnuniyetsiz ya da baskı altında olmadığını dile getirir. (Bu ne kadar nesnel bir belirlemedir, tartışılabilir.) Onunkisi “ortalama bir hayat”tır. On yıldır aynı kamuoyu araştırma şirketinde en ufak ilgi duymadığı araştırma sonuçlarını, istatitik verileri düzenler. Annesine kulak verirsek “… bütün gün sandalye tepesinde oturup o ofiste çalışmaktan hiçbir zaman mutluluk duymamış”tır. (s. 131) İlkokul öğretmeni Maria ile n beş yıldır evlidir. Psikolojik hendeklere düştüğü zaman karısı onu dengeli gerçekliğe döndürüp kurtarır. Dionysis adında on üç yaşında ender rastlanan bir olgunluk ve mantığa sahip, sessiz sakin bir oğlu vardır. Dionysis, kişisel evrenini yarattığı odasında (haritaları, masaüstü oyunları, çizgi romanları, matematik ve böceklerin hayatıyla ilgili kitaplarıyla) kendini güvenli ve huzurlu hisseder.
Burada üzerinde durulması gereken, anlatıcının düştüğü psikolojik hendeklerdir. Bu okura önemli ipuçları verebilecek bir durumdur. Bunun arkasında Maria’yla aralarında zaman zaman çıkan gündelik konularla hiç ilgisi olmayan anlaşmazlıkların nedeninin yattığı söylenebilir. Maria, kocasının “geçmiş”ine karşı takıntılıdır. Oysa o, bu takıntıyı son derece anlamsız bulur ve karısına zerre kadar hak vermez. Geçmişinin onu hâlâ ilgilendirdiğini sanmak, Maria’nın yanılgısıdır. Yavaş yavaş devasa boyutlara ulaşan aptalca güvensizliğinden ibarettir.
Bu noktada kimin haklı olduğunun açığa çıkarılması gerekir ki Yarım Kalp’in odaklandığı gerçek de budur. Maria’yı bu kadar rahatsız eden geçmişe baktığımızda ne görüyoruz? Anlatıcının sözleriyle ifade edersek “bu lanet olası geçmiş resim sanatı”dır. Karısıyla bütün gerilimlerinin kaynağı budur. Maria, kocasının “büyük bir ressam olması, ölümcül aşklar yaşaması gerektiği” biçiminde yorumlar yapar. Onun geçmişte yaşadığı bozgunun izlerini taşıdığını düşünür.
Lanet Olası Geçmiş
Anlatıcının “lanet olası” diye nitelendirdiği geçmişine bakmamızın zamanı geldi. Bu, neden lanet okunacak bir geçmiştir?
Anlatıcının geçmişine egemen olan, kendisini resim yapmaya adamasıdır. Güzel sanatlar fakültesinde, başkentte özel bir okulda ve Paris’te resim eğitimi alır. Öğrencilik yılları ve sonrasında kent merkezinde bir atölye daire kiraladığı yıllar hayatının en güzel zamanlarıdır. (Maria’nın tahammül edemediği de kocasının hayatının en güzel yılları diye o günleri anmasıdır.) Bu, onun kendini bütün olarak gördüğü bir dünyadır. Bu dünyada resim kadar onun gibi resim eğitimi alan Myrto’nun da rolü büyüktür. Myrto, ilham perisi ve tüm varlığını borçlu olduğu aşkıdır. Tarifsiz bir sarhoşlukla boğuldukları, tutku ve mutluluk dolu üç yılın ardından (Birlikte dünyayı dolaşmış, içmiş, şarkı söylemiş, yeni dostlar edinmişlerdir.) anlatıcının neden olduğunu anımsamadığı bir nedenle yolları ayrılır. Aklında kalan “başka seçeneğinin olmadığı”dır. Myrto’nun resimden çabucak vazgeçip babasının nakliye firmasıyla ilgilenmeye başlaması okura bu iki genci bir arada tutan asıl bağın resim olduğunu düşündürebilir. Bu bağ ortadan kalkınca ilişki de sona ermiştir. Anlatıcı, kendisini avucunda saatli bomba patlamış gibi hisseder. “Bana rastlayan biri, benim yerime bir ceset görüyordu.” (s. 8) Yaşadığı bu “bozgun”, anlatıcının atölyesini terk ederek resim yapmayı tümüyle bırakmasına, sanatla ilgili her şeye kapısını kapatmasına yol açar. En önemlisi ise bütünlüğünü yitirir. Artık “yarım bir kalp”tir.
Yarım Bir Kalp Olarak Sürüp Giden Yaşam
Yaşam “yarım bir kalp” olarak sürüp gidemez mi? On beş yıl boyunca sürüp gider. Üstelik Maria, bu yaşamdan memnundur. Anlatıcı onun gözlerine baktığı zaman öyle anlar. “Bu oyun tam ona göre. Kurallar onun ölçülerine göre belirlenmiş.” Maria, hayatını kendi sarsılmaz disipliniyle yaşar. O ise “sadece bir yola girmiş ve ilerlemekte”dir. Ancak “Zaman zaman bu evde geçirdiğimiz tüm o yıllar bana bir an gibi geliyor, ben sürekli aynı noktada bulunuyormuşum gibi hissediyorum.” diye düşünmekten de kendisini alamaz.
Anlatıcının yaşantılarını “oyun” diye nitelendirmesine dikkat edelim. Oyunlar gerçek değildir ve her oyunun bir sonu vardır. Anlatıcı, on beş yıldır süren bu yaşamın gerçek olmadığına ve bir gün sona ereceğine mi işaret ediyor? Sürekli aynı noktada bulunduğunu hissetmek kişiyi nasıl etkiliyordur diye de sormak/düşünmek durumundayız.
Bu noktada sorulması gereken sorulardan biri de kuşkusuz Maria’nın kocasını ne kadar tanıdığıdır.
Anlatıcı, karısının onun tek bir versiyonunu tanıdığını düşünür. “Tanıştığımızdan beri zikzaklar ve slalomlar olmadan belirli bir yönde rota çizen emsalsiz bir varlıktım.” (s.15)
Anlatıcı, birlikteyken resim hakkında konuşmasına izin olmayan karısının yanında tümüyle kendi olamaz. “Onun yanında resimle ilgili bir program izlemeye ya da sanat hakkında aklımı meşgul eden konuları konuşmaya bile cesaret edemiyordum.” (s. 53) Ortak hayatlarının yazılı olmayan kuralları yıllar önce şekillenmiştir. Anlatıcının “olmak istediği kişi olmasına olanak tanımayan karısı”na kızgın olmadığını söylemesinin ardında yatan nedir? “Onun bu tutumu benim hayatım için de bir tür kalkandı, dağılıp gitmemi önlüyordu.” (s. 37) Maria’nın ömür boyunca kocasına kalkan olacağını söyleyebilir miyiz? Dağılıp gitme olasılığını ortadan kaldırmak daha akılcı değil midir?
Resmi Bırakmamış Olsaydı…
Anlatıcının aklından zaman zaman “resmi bırakmamış olsaydım, şu anda gitmiş olduğum yolu seçmemiş olsaydım, bir zamanlar beni mutlak mutluluğa götüreceğinden emin olduğum eski rotamda ilerlemeye devam etseydim…” diye geçer. Bu durumda hayatının nasıl bir yön alabileceğini hayal etmeye çalışır. Elbette bu hayalin birbirine karşıt iki yönü vardır. Sanatın yarattığı muğlak ve kaotik koşullar içinde çöküntüye uğrayabilir, büyük bir çıkmaza sürüklenmiş olabilir. Birçok sanatçının yaşamı bunu doğrular niteliktedir. Başarılı olma garantisi yoktur. Hayatta insana bu garantiyi verebilecek işler olsa bile sanatı bunlardan biri kabul etmek güçtür. Bu garantinin arkasından gitmek, risk almayı devre dışı bırakmak demektir. İnsanların çoğuna bunun daha cazip geldiği düşünülebilir. Anlatıcı için bunu söyleyebilir miyiz? Alıştığı rutinin dışına çıkmak istememesi, onu benimsemesi, o rutinin içinde sürdürdüğü yaşamın artılarına odaklanması halinden memnun olduğunu düşündürebilir. Bunun yanı sıra resmin arkasından gitseydi “sevdiği her şeyle çevrili benzersiz bir coşkunun içine dalmış” olabileceğini de göz ardı etmez.
Bir ikileme düşer mi? Bunu açık açık ifade etmez. Karısının, oğlunun ve onun kendi mikrokozmoslarını yaratıp içinde yaşadıklarını kabul eder. Kaderin onun için nelere gebe olduğunu bilmekten hoşnut görünür. “… yarın tam olarak neler olacağını biliyorum. Birbirimize nasıl takılacağımızı, şarabı nasıl etkileyici şekilde açacağımı, her şeyi biliyorum. Benim doğrum bilinmeyen herhangi bir açıyla kesişmiyor, ben balkonda oturup umutsuzluğa düşmek yerine bu tuhaf denklemden zevk alıyormuşum gibi yaparak yaşamaya devam ediyorum.” (s. 16)
“Zevk alıyormuş gibi yaparak yaşamaya devam etmek” haklı olarak okurun kafasını karıştıracaktır. Anlatıcı sanki resmi ardında bırakarak girdiği yolda seçiminin doğru olduğunu kendisine kanıtlama çabası içindedir ancak başarılı olamaz çünkü “yarım bir kalp”tir.
Ne Yapmalı?
Anlatıcının gerçek yaşamıyla düşlerinin arasına sıkıştığı ortadadır. Düştüğü açmaz, günümüzde pek çok insan için de geçerlidir desek yerinde bir belirleme yapmış olur muyuz? Doğru hayatı (neyse o doğru hayat) yaşadığımız konusunda kuşkularımız var mı? Ardımıza baktığımız zaman ağzımızdan çıkmaya hazır bir “keşke”nin varlığıyla huzursuz oluyor muyuz? Hayatımıza sahip çıkmaya çabalarken/çabalarsak en yakınımızdaki insanların bile yanımızda olmayabileceği yüzümüze tokat gibi çarpıyor mu? Sorular çoğaltılabilir ki kitabın en güçlü yanlarından biri bu birbirine eklenip duran sorulardır. Ne yapmalı? Yazılacak bir reçete yok. Edebiyatın böyle bir işlevi de yok. Anlatıcı, kendince aydınlığa/umuda bir pencere açacak ancak onun da tartışmaya açık olduğu rahatlıkla söylenebilir. Öyleyse karar okurun diyerek aradan çekilelim.
.
Yarım Kalp, Dimitris Sotakis, Delidolu Yayınları, Eylül 2023, İzmir
.

Sevda Müjgan’dan Kitaplar Üzerine
Mario Levi’den Bir Başyapıt: Yanlış Tercihler Mahallesi (28 Temmuz 2024)
İki Kadın, İki Aşk (28 Mayıs 2024)
Psikolojik Bir Şiir: Deniz Feneri (16 Mart 2024)
Emekli İlkokul Öğretmeni Tomris Vural’ın İlk Romanı:MANDAL (1 Mart 2024)
Roman Kahramanı Olarak Genç Bir Akademisyen (23 Ağustos 2023)
O Yazar Muhtemelen Kimdir? (24 Temmuz 2023)
.