Emekli İlkokul Öğretmeni Tomris Vural’ın İlk Romanı: MANDAL

1 Mart 2024
SEVDA MÜJGAN

Tomris Hanımcığım, “Mandal” (ilerde daha iyi anlaşılacağı gibi ilk romanınız) “Ben Tomris Vural. Emekli ilkokul öğretmeniyim. Bir tane oğlum, bir tane kocam, bir tane de kedim var.” (s. 5) cümleleriyle başlıyor. Bu üç cümleniz, üç sayfalık bir dertleşmeye kapı aralayabilir. Biz ne de olsa “bir dokun bin âh işit” toplumunun kadınlarıyız.

Nesnelerin sayısını belirtmek için kullandığımız “tane” sözcüğünü kocanız için kullanmanızın altında yatan ironi, bana tam da taşı gediğine koydu dedirtiyor.  

Editörünüzün (Bizler editör gözü, eli değmeden okura ulaşan bunca kitabın arasında boğulurken bir editörünüz olduğu için ne kadar şanslı olduğunuzun farkında mısınız diye sormadan edemeyeceğim.) kocanızın romanınızın giriş cümlelerinden rahatsız olabileceği kaygısını ise çok yerinde bir belirlemeyle savmışsınız: “… eşimin romanımı okumayacağını, zaten dünyalı erkeklerin karıları tarafından yazılan hiçbir şeyi, hatta alışverişe çıkmadan ellerine tutuşturdukları küçük notları bile okumadıklarını söyleyeceğim.” (s. 5) Bu durumda sizin kocanız da dünyalı olduğuna göre belki sorun yoktur ancak ne olur ne olmaz deyip eşinizin ”Bir tane kocam var.” cümlesini bir yakınma olarak görme olasılığını göz ardı etmeseniz mi? “Niye bir tane kocam var? Bunca yıl… İki, üç, dört…” Bundan dolayı yazıklandığınızı düşünmüyorum. (Gerçi bence yazıklansanız da olur. Erkeklere bir çiçekle gelmeyen bahar, kadınlara gelmeye söz mü veriyor?) “Tane”ye değil (Türkçeyi muhtemelen sizin benim kadar iyi bilmiyordur.) ama “bir”e takılabilir mi? Her ne kadar toplum olarak birden fazla karılara (Bu sözcüğü hiç sevmem ama burada kocanın karşıtı olarak kulanmak durumundayım.) alışkın da olsak henüz “Yedi Kocalı Hürmüz”lerin tiyatro/sinema yapıtlarından başka yerde varlık göstermesini hoş göremeyiz.

Gerçi siz “Söz ağızdan, yazı kalemden bir defa çıkar” diyerek ilk natüralis yazarlar gibi (Benim onlara ilişkin bildiklerim oldukça yetersiz.)  davranmayı, geri dönüp değişiklik yapmamayı yeğlediğinizi belirtiyorsunuz. Ben yine de altını çizmeden geçemeyeceğim. “Edebiyattan fazla anlamam.” (s. 5) deseniz de Yunus Emre yüzyıllardır uyarıp durur: “Söz ola kese savaşı/Söz ola kestire başı”O baş evliliğimse, o noktaya geliniyorsa ben o başı da keserim!” diye bana kafa tutmanızdan da çekinmiyor değilim. 

Görüyor musunuz, tek bir sözcük koca bir sayfanın işgaline yol açtı.  Kedinizi duyar gibiyim: “Benim bir tanecik kedi olmaya itirazım yok.” Bakın şu -cik ekinin yaptığına! Oğlunuza sözü kaptırmadan naçizane, ilk paragrafı değiştirmenizi isteyebilecek editörünüze kafa tutmamanızı  da öneririm. Dışarıda romanınızı basmak için sıra bekleyen çok sayıda yayınevi yok. Yaşını başını almış, adı sanı duyulmayan bir yazarın ilk romanı… Kitabınızı para verip bastırmanız daha akla yakın ama onun da emekli bir öğretmen için iyi bir seçenek olduğunu söylemek zor. 

“Bu dünyada erkekler kadar özgür olamayan biz kadınlar, bari yazmak konusunda müstakil olalım isterim.” (s. 5) Destekliyorum sizi. Erkek egemen bir dünyada “kadın” olduğunu unutmak zor. “Kadın yazar” tartışmasına uzanmasın diye sözlerim, belirteyim istedim.

Eşiniz dünya harikası. İyi bir eş, anlayışlı bir baba. Oğlunuz iyi huylu, munis bir ergen. Çok sevdiğiniz bir mesleğiniz, dünya tatlısı öğrencileriniz var. İşiniz başınızdan aşkın. Dolayısıyla “roman yazma” düşüncesinin aklınıza düşmesi için emekli olmayı beklemek durumundaydınız. Emekli olunca içinizi kaplayan büyük boşluğu, kadınlara dair bir roman yazarak doldurmak istemeniz anlaşılır.
“… bedenimle, aklımla, yeterince dolduramadığım kendi hayatımın yerine, belki bana da bir faydası olur niyetiyle, hayatlarını dolduramayan nice kadının yarım yamalak hayatını roman diye yazmak istiyorum. Romanımın adı “Mandal” olacak. Sadece “Mandal”. (s. 6) 

(Emekli olunca içlerimizi kaplayan büyük boşlukları da tartışmak isterdim sizinle. Şimdi konuyu dağıtmayalım ama konuşalım bir ara.)  

Mandal” konulu projenizin sizi heyecanlandırdığını görüyoruz. Bu heyecanınızı annenizle, eşiniz Rasim Bey’le ve oğlunuz İsmail’le paylaşmak istemeniz de doğal. Kimsenin sizi desteklememesi doğal değil diyeceğim ancak çok gerçekçi. Babanızın “yıllarca bir sömürge ülkesinin valisi gibi ezdiği” (s.10) anneniz, kocanıza danışmadan böyle bir karar almanızı onaylamaz: “Bir Rasim’e sor bakalım, ne diyecek!” (s. 7) Kadıncağızın kaygıları pek de haksız değil. “…oturup aylarca roman yazarsan evinizin düzeni bozulur, yemek, çamaşır filan…” (s. 7) Kendinizi “Yıllarca öğretmenlik yaptım, evimin düzeni bozuldu mu?” diye savunabilirsiniz elbette. Öyle de yapıyorsunuz ancak bunun sizin özverinizle gerçekleştiğinin farkındasınız, değil mi? “Emekli olana kadar hayatım evimle okulum arasında geçti.” (s. 9) Kendinize ayıracak zamanınız hiç olmadı.Limitiniz ya dolarsa Tomris Hanım? “Romanıma ara verip kalkıp yemek yapayım.” demek yerine “Bugün de başlarının çaresine baksınlar!” demeye kalkarsanız… Bana sorarsanız çok iyi olur! Çocuk değil karşınızdakiler! Annenizin “kişisel tarihinden gelen eziklikle kızının başı dik, özgür bir kadın olmasını hayal bile edemediği”ni düşünseniz de belki o, sizi sizden iyi tanıyordur, anneler bilir, sıkılın bu düzenden! Bozun bu düzeni!

Rutin ev işleri dşında, oğlunuz uyuduktan sonra eşinizle yaptığınız sohbetlere takıldığımı belirtmeden geçemeyeceğim. Adına sohbet de deseniz kocanızın konuşmanıza pek fırsat vermediğini, dolayısıyla iş yaşamınınızın yükünü üzerinizden atamadığınızı dile getiriyorsunuz. Oysa o, (Avukattır.) üçkağıtçı avukat arkadaşlarından başlayıp iktidardan muhalefete tüm siyasilere kadar anlattıkça anlatır. Üstelik kendinizi sıklıkla “… insanların iyi şeyleri kendilerine saklayıp sıkıntılarını içine attıkları bir çöp sepeti gibi” (s. 10) hissetmenize yol açar. Bu durumda eşinizi nasıl oluyor da “dünya harikası, iyi bir eş” (s. 5) olarak görüyorsunuz, anlayabilmiş değilim.“Çok sevilen, çok kazanan, kendi adına bürosu olan başarılı bir avukat” olmasında gizli olabilir mi “iyiliği/harikalığı” diye artniyetli düşünceler geçmiyor değil aklımdan. Çok kazanan kocaları elbette sever karıları! Zaten siz de annenizin iyi bir koca bulduğunuzu, onu kızdırıp küstürüp kaçırmamanız gerektiğini düşündüğünü dile getiriyorsunuz. Kocanızın anlayışlı, “gezdiren” bir insan olduğunu da (s. 15) söylemiştiniz. Kadın başınıza (!) gezmeniz söz konusu olamadığı için mi bu “gezdiren” sıfatına gerek duydunuz? Gerçi dini bayramlarda anneme gidelim diye tutturan erkeklerin oranı düşünüldüğünde (ki ben de bu konudan hayli dertliydim) sizin sürekli sahillere gitmeniz büyük bir şans diyeceğim ama yerinde olmayacak çünkü “çok kazanan” kocanız olmasa öğretmen aylığınızla o sahil senin, bu sahil benim gezmeniz de pek mümkün olmayacaktı.

Sizin kafanız karışık olabilir mi Tomris Hanım? Öyle bir kitap mı vardı? “Bütün Kadınların Kafası Karışıktır” Belki de benim kafam karışmıştır. 

Roman yazma kararınız karşısında Rasim Bey’in “Hayırlı olsun Hanım.” diye başlayıp ardından oldukça gerçekçi bir gözle durumu değerlendirdiğini kabul etmek zorundayız. “Hangi yayınevine bastıracaksın?” (s. 12) Steinbeck’in ilk romanının doksan yayınevi tarafından geri çevrildiğini bilmiyordum. İlk romanı doksan yayınevi tarafından geri çevrilen Steinbeck’in bugün dünyaca ünlü bir yazar olduğunu düşünürsek deneyin elbette. Umudunuzu yitirmeyin! Oğlunuza gelince “Romancılar hep erkeklerden oluyor. (…) Kadınlar romanda başarılı olmuyorlar.” (s. 13) sözleri yenilir yutulur gibi değil ancak haklısınız, tam bir cahillik!  

Annenizi, kocanızı, oğlunuzu geçtik, bana sorarsanız çok önemli bir sorununuz daha var: Kendinize ait bir odanız yok! Eşinizin ve oğlunuzun var, sizin yok! Boş bulduğunuzda yemek masasının kenarına ilişip… Olmaz öyle! Virginia Woolf’a kulak verin siz! Roman yazıp çok para kazanmayı beklemeden kendinize ait bir oda edinin! Her ne kadar iyi huylu olduğunu söyleseniz de, oğlunuza ilişmeyin, ergendir, odası ona kalsın. Kocanızın rüstik masalı, berjer koltuklu çalışma odasına el koyun. Onu yemek masasına gönderin! Sosyal demokrat bir avukat olduğuna göre eşitlikten yana bir tutum takınmasını umabilir miyiz?  

Cesaretinizi kırmak istemem Tomris Hanımcığım ancak görünen o ki siz kadın kimliğinizden sıyrılamadan yazar olamayacaksınız. Sakın yanlış anlamayın! Sizin kadın kimliğinizle bir derdiniz olduğunu elbette düşünmüyorum ancak içinde yaşadığınız dünyanın/toplumun kadınla dertleri bitmiyor! “Erkek egemen toplumun öyle ya da böyle kadını ezmesi insanlığın çok eski bir hâli.” (s. 19)

Roman yazmaya karar vermenizin en iyi yanı (Bana sorarsanız ki sorun bence. Güzel güzel söyleşiyoruz.) ne, biliyor musunuz Tomris Hanım? Yaşadıklarınız, yaşamınız, kendiniz üzerine sanırım hiç olmadığı kadar düşünmeye/sorgulamaya başladınız. Sorgulanmayan bir hayatın yaşanmaya değmeyeceğini söyleyen düşünüre, hak vermemek mümkün mü? Düşünmenin sakıncalarını/nelere yol açabileceğini bir öğretmene anlatmaya kalkacak kadar elbette densiz değilim. Kendinizi hiçbir alanda yeteri kadar müstakil hissetmediğinizi söyledikten sonra “Sanıyorum müstakil bir yaşam sürmek yerine, yönetilmeye müsait bir yaşam sürüyorum. Müsait yaşamlara belki de emanet yaşam demeli; toplumun bize verdiği, sakın bırakma dediği, sürdürdüğümüz ama bize ait olmayan yaşamlar içindeyiz.” s. (18) diye çok önemli bir gerçeğin farkına varıyor, bunu dillendirme yürekliliği de gösteriyorsunuz ki ben otobiyografik özellikler taşıyacağı anlaşılan ilk romanınızı, “Mandal”ı ilgiyle, heyecanla, merakla okumayı sürdüreceğim. Belki de bir kadın olarak “kendime ait yaşamı bulmak için” buna (romanınıza) gereksinimim vardır. Belki de tüm kadınlar “MANDAL”sız bir yaşam düşünmemelidir/düşünmesinler.

____________

Üstün Dökmen, Mandal, Epsilon Yayınevi, Ocak 2024, İstanbul.

.

Sevda Müjgan’ın Diğer Yazıları
Mario Levi’den Bir Başyapıt: Yanlış Tercihler Mahallesi (28 Temmuz 2024)
İki Kadın, İki Aşk (28 Mayıs 2024)
Psikolojik Bir Şiir:Deniz Feneri (16 Mart 2024)
Yarım Kalp (20 Aralık 2023)
Roman Kahramanı Olarak Genç Bir Akademisyen (23 Ağustos 2023)
O Yazar Muhtemelen Kimdir? (24 Temmuz 2023)