19 Temmuz 2023
HATİCE EROĞLU AKDOĞAN


Otobüsten inip ana caddenin karşısına geçtiğimde şehrin gürültüsüyle birlikte nemli sıcağına da iyiden iyiye sırtımı dönmüş sayılırdım. Artık ferahlamış bir halde, tepeden aşağıya sık sık gelip gittiğim arkadaşlarımın Eriklidere’deki evine inebilirdim. Gülbiye ile Samire’nin dere yamacındaki bir çukura sığdırılmış geniş evi, şehir kaçkınlığımın önemli bir sığınağı niteliğindeydi.
Madem etrafımızı kuşatan ya da sırtınızı döndüğünüz şehirden uzaklaşmaya başlıyoruz; market, manav ve halk ekmek büfesinden gerekenleri almadan aşağıya inmek olmaz. Tüketim çarkının her yanı sardığı bir yaşamda, bizim dere yamacında ihtiyaç olan bir şeyi alabilecek bir bakkal ya da dükkan bulmamız biraz zor. O yüzden hemen Gülbiye’yi telefonla arayıp “Bir şey lazım mı?” diye sormadan edemiyorum.
Tepeden aşağı tek ya da iki katlı her evin köşesi ve yan boşluklarında toprağın havasını, suyunu bol bol semirmiş ağaçlardan birer ikişer de olsa var. Kiraz, elma, erik, hurma, incir, dut ilk göze çarpanlardan. Evlerin çevresinde oluşturulmuş küçük tarhlarda ise salata niyetine yenilebilen maydanoz, roka, soğan, nane gibi yeşil sebzeler ekili. Ha deyince dile geleceklermişçesine de öyle canlılar ki onlara baktıkça içimi gülücükler yalayıp geçiyor. Cam saydamlığındaki nazik yapraklar sizi yemeye kışkırtırcasına kendine çekiyor. Ee, ben de göz hakkını kullanmayı ihmal etmiyorum. Eriklidere’ye gidip gelen biri olarak kendimi şanslı saysam da bazen “Ah, bir de burayı insanların yerleşmediği haliyle görebilseydim!” diye hayıflanıyorum.
Çevre sakinlerinin bir bildiği olmalı ki her türlü ağacın olduğu yerde “erik” ismini semtlerine vermiş ya da verdirmişler. Evet, evet! Erik ağacı bu civarda çok fazla. Hem de dallarda şu sıra sapsarı ve salkım salkım. Dipleri de üst üste binen eriklerden dolayı pestil kalıbı haline dönüşmüş. Denildiğine göre, -hele ki burada yerleşim yokken- dik yamaçtaki ağaçlardan dereye doğru o kadar erik yuvarlanırmış ki derenin adı da o yüzden Eriklidere oluvermiş. Doğrusu çok da akla yakın. Üstelik evlek açarken kazınmış, düzleştirilmiş yamaçta şu haliyle bile inmek zorluyken bakir halinin ne denli dik olduğunu tahmin etmek zor değil. Yokuş dik, daldan düşen erikler de yuvarlanınca “işte erik işte dere, ikisini bağla birbirine” gibisinden oluvermiş.
Belki dereden su akıyor mu diye merak eden bulunur. Eskiden dereden az da olsa aşağı yöne kıvrılarak, tepelerin arasından geçerek Boğaz’a doğru ilerleyen bir su yolu vardı. Daha eskisi ise tepelerden inen suların çağıl çağıl birbirine karışarak coştuğu bir dönem olmalı. Ayrıca benim bildiğim derenin iki yanı geniş bir patikaydı. Tamponu yüksek bazı arabalar kendilerine kestirme yapmak için olsa gerek buradan gelip geçmeye çalışıyordu. Çamura saplananları ya da yol bozuk olduğu için gerisin geri dönmeye çalışanlara da tanık oluyorduk.
Dere çevresindeki gecekondu yerleşimcileri, belediyenin kapısını aşındırarak oraya düzgün bir yol yapılmasını isteyip duruyorlardı. Belediye ise tapusu olmayan semte hizmet götürmeyi oldukça ağırdan alıyor, “Bu evler yıkılacak” gerekçesiyle asfalt yol yapmayı erteliyordu. Ama hiçbir şey olduğu gibi yerinde durmuyordu ki… Mahalleli bir yandan evlerinin bir gün yıkılacağı kaygısını taşırken diğer yandan evini sağlamlaştırma, güzelleştirme işini de yürütmeyi ihmal etmiyordu. Ee yıllar içinde nüfus çoğaldı, yapılar çoğaldı. Mahallenin hali belediyenin düşündüğünün çok ötesine geçti. Denildiğine göre daha çok da çöp kamyonları rahat çalışsın diye derenin dip yatağına asfalt döktüler. Şiddetli yağmur ve kar yağışından sonra asfalt pörsüse bile artık orası adıyla da asfalt yoldu.
Bugün indiğim derenin geniş her iki yamacı gecekondu. Karşıdaki tepe yamaçları ise havayı, rüzgarı ve güneşi somurarak beslenen beton, metal ve camdan yükselen gökdelenlerle kaplı. Yayla yamacındaymış gibi etrafın tadını çıkara çıkara aşağıya doğru ilerlerken telefonum çalıyor. Samire arıyor. “Eliff! Cancağızım neredesin?”
“Gelmek üzeriyim” der demez telefon karşı taraftan kapanıyor. O zaman anlıyorum ki almamı istedikleri bir şeyi unuttular da onu söyleyecekti ancak geç kaldığını anlayınca konuşmayı sonlandırdı!..
Son etapta sapsarı, bal kıvamlı eriklerini yere süzmüş soldaki ağacına imrenerek bakmamın ardından aynı yönde asfalt parçasıyla yamanmış dar patikadan içeri saptım. Evet evet! Artık istese de vahşileşmiş şehir beni burada kolay bulamaz. Ağaçlar boylarını, Eriklidere’yi karşı yamacın gökdelenlerinden dahi gizleyecek denli uzatmış.
Geniş bir ailesi olan Gülbiye ile Samire’lerin burada aşağıya doğru yan yana dizili üç evleri var. Birinde abisi ve yengesi, ortadakinde anne babası, en altta da birbirine karşılıklı gelen iki evin birinde Gülbiye ve Samire, karşısında ise kız kardeşlerinin kiracısı oturuyor. Dıştan ya da kuşbakışı bakıldığında üç evin o küçücük alana sığması insanı şaşırtabilir. Doğru, dıştan bakıldığında küçük görünse de içine girildiğinde hiç de öyle olmadığı anlaşılır. Evler de bahçe de olabildiğince rahat bir genişliktedir. Kızların dediğine göre yokuş üzerinde kendilerine ev yeri açmak için çok uğraşmış, taşlı toprağı ufalamak için bitkin düşmüşlerdir.
Sokaktan saptıktan sonra en aşağıdaki eve gelişigüzel yapılmış basamaklarla iniyorum. Ortada bir yerde bir an durup olgunlaşmış kırmızı ve beyaz duta bakıyorum. Elmalar daha çok ham. Bir erik de burada bahçe ortasında var. Alt dallardakini koparmışlar. Sona kalan dona kalır. Olsun ben de ne yapar eder, bir ara payıma düşene uzanmayı başararak aradaki mesafeyi kapatmış olurum.
Birkaç ev topluluğunun olduğu bu adada evlerin kapısı kilitli değil. Dışarıdan gelen için kapı ya dayalıdır ya da anahtarı üstündedir. Ayakkabımı çıkarıp duvara dayalı dolap raflarından birine koyuyor ve anahtarı çevirip kapıyı açıyorum. Bir yanı mutfak olan L şeklindeki geniş holde kimse görünmüyor.
“Kimse yok mu?”
Kulağımı kabarttığımda soldaki balkon tarafından gelen sesleri alıyorum. Bir kez daha sesleniyorum ama karşılık yok. Geniş ev! Kendisi kısmen yere gömülü ama bir de çatı katı var. Bağırsan ses ulaşmaz. Neyseki burası teklifsiz girilen bir yer olduğu için önemli değil. Yukarıda şehir ne kadar yanıyorsa burası o kadar serin. Eriklidere hem İstanbul hem değil! Tepeleri işin içine katmasak İstanbul’un içine ve çevresine mahalle olarak gömülmüş ne çok meyveli dere var. Ayvalıdere, Elmalıdere, Cevizlidere, Karanfildere, Kirazlıdere… Onlar da Eriklidere gibi adıyla müsemma olmalı.
–

Hatice Eroğlu Akdoğan’ın Diğer Yazıları
Bir İlk Kitap Serüveni
Tante Rosa’nın Dost Dergisinde Başlayan Yolculuğu
Belleğimiz Olan Bir Kütüphanede Yaşayan Kadınlar
Berivan’ın Dilindeki Kelepçe