23 Eylül 2023
İyi öykü yoksa iyi film de yoktur! Zaten bu yüzdendir ki sinema yönetmenleri iyi senaryo bulmak için yazın’a yönelir.
Uyarlama denince akla biyolojiden toplumbilime kadar değişik alanlarda değişik kavramlar gelir ama yazınla ilgilenen bizler için kavram daha somuttur. İngilizce’deki adaptation sözcüğünden dilimize girmiş. Türkçesi zayıf olanlar ‘adaptasyon’ diyor. Anlamları:
1. Yazınsal bir yapıtı (roman, öykü, oyun…) üzerinde değişiklikler yapıp yerli geleneklere ve yaşantıya uygun duruma getirerek çevirme. Örneğin, Fransızca ve İngilizce yazılmış birçok yapıt bizim dilimize ve kültürümüze uyarlanmıştır. Molière’in yapıtları ilk akla gelen örneklerdendir.
2. Bir yapıtı başka bir türe, bir sanat tekniğine aktarma. Örneğin, bir öykü ya da romanı, sahne oyunu ya da operayı, tiyatroya ya da sinemaya uygun biçime getirme. Çok örnek var:
Shakespeare’in /Şekspir/ ünlü oyunu sinemaya uyarlanmış: Finlandiyalı iş adamı Hamlet, babasının beklenmedik ölümü ve şirketteki payı dolayısıyla sevmediği bir iş ortamına katılmak zorunda kalır. Ama şirkette daha çok amcasının sözü geçmektedir. Bunu başlangıçta pek önemsemez ama daha sonra babasının ölümünde kuşkulu noktalar olduğunu fark eder, falan filan. Hamlet Goes Business / Hamlet İşe Girişir (1987)
Ünlü romanlar değişik yıllarda ve değişik ülkelerde sinemaya uyarlanmıştır. Çok sayıda filmi çekilen Savaş ve Barış ya da Gurur ve Önyargı romanları gibi. Ya da örneğin bir operanın bir savaş filmi biçimine sokulması: Mozart’ın Sihirli Flüt operası sinemaya uyarlanmış. Müziğiyle, çarpıcı savaş sahneleriyle, aynı adla sunulan unutulmaz bir gösteri.
Yukarıdaki tanımların birincisi için bir çeviri tekniği, ikincisi için ise bir öyküyü alıp başka türde yeniden yaratma denebilir çünkü ikincisinde özgün öykü üzerinde büyük değişiklikler yapılabilir.
Tiyatroyla içli dışlı olduğum dönemlerde daha çok sahne yapıtlarının sinemaya aktarılması ilgimi çekerdi. Shakespeare’in yapıtlarının sinemaya aktarılmasını bir yana koyarsak (çünkü onları değerlendirmeye benim soluğum yetmez) tiyatro oyununu sinemaya uyarlamanın en görkemli örneklerinden biri Amadeus filmidir.
İyi bir film yaratmanın önkoşulları için birçok özellikler sayabilirsiniz: İyi yönetmen gibi, iyi oyuncular gibi, iyi kurgu gibi… Ama en başta bence iyi bir öykü gelir. Örnek olarak The Name of the Rose / Gülün Adı (1986) ve The Count of Monte Cristo / Monte Cristo Kontu (2002) filmleri çok iyi yazılmış iki romana dayalıdır. Her ikisi de birçok kez filme alınmış. Ben bunlardan kendi beğendiklerimi seçtim.
Amadeus (1984) filmi ise çok iyi bir tiyatro oyunundan kaynaklı: Peter Shaffer (tam adıyla Sir Peter Levin Shaffer, 1926 –2016) İngiliz roman, oyun yazarı ve senarist. Birçok oyunu sinemaya uyarlandı. Bunlardan en çok bilinen Amadeus, besteci Wolfgang Amadeus Mozart’ın yine besteci Antonio Salieri ile Avusturya sarayındaki ilişkisini ve çatışmasını anlatır. Film 8 Oscar kazanır –en iyi film, en iyi yönetmen, en iyi oyuncu, en iyi müzik ve en iyi senaryo da içinde olmak üzere. Peki, oyun mu daha iyi, film mi? Yanlış soru dediğinizi duyar gibiyim. Sanatın iki ayrı alanındaki yapıtları birbiriyle karşılaştırmak yanlış olmaz mı? G. Bernard Shaw’un Man and Superman / İnsan, Üstinsan (1903) oyunu ile oyunun biraz esnek biçimde dayandığı Mozart’ın Don Giovanni (1787) operası karşılaştırılır mı? İki yapıt iki ayrı sanat alanının ürünüdür. Doğal olarak onları değerlendirme ölçütleri farklıdır. Ama ille de bana sorarsanız ikisi de başyapıttır! (Ayrıca bir de her iki yapıtın dayandığı (ve Don Juan karakterinin tarihsel olarak kaynaklandığı) El burlador de Sevilla / Sevil Sahtekârı (1630) adlı oyun da var. Oyunu yazan, barok dönemi İspanyol şair, tiyatro yazarı ve Katolik keşiş Tirso de Molina’dır! Ama bu kaynak elimizde olmadığı için onun niteliğini değerlendirmek zor.)
İyi öykü iyi sinemanın başta gelen koşuludur dedik. İyi öykü yoksa iyi film de yoktur! Zaten bu yüzdendir ki sinema yönetmenleri iyi senaryo bulmak için yazın’a yönelir.
Hemen her sanattan bir bölüm sinemada yer bulabilir. Müzik, opera, bale, yazın, mimarlık, resim sanatları… Bunun için sinemaya sanatların sanatı demek abartma olmaz sanıyorum.
Birçok sanat, içinde başka sanat türlerini bulundurabilir. Bir tiyatro oyununda müzik kullanabilirsiniz örneğin ya da köşeye ünlü bir tablonun reprodüksiyonunu yerleştirebilirsiniz –ister iyi çekilmiş bir fotoğrafını, ister bir ressamın elinden çıkan bir kopyasını. Yazdığınız ya da sahnelediğiniz bir operada dekor olarak ünlü bir kilisenin ayin salonunu kullanabilirsiniz. Sinema bu bakımdan bütün sanatlardan daha esnektir. Hemen her sanattan bir bölüm sinemada yer bulabilir. Müzik, opera, bale, yazın, mimarlık, resim sanatları… Bunun için sinemaya sanatların sanatı demek abartma olmaz sanıyorum. Romanı yazarken müziği sezdirebilirsiniz, resmi betimleyebilirsiniz, hatta balenin ritmini aktarabilirsiniz. Ama eliniz söz sanatıyla sınırlıdır. Bu bakımdan sinemanın olanakları daha geniştir; sinema bütün sanatları içerebilir.
Bunu söylerken güzel sanatlar için bir alt-üst sıralaması yapmıyorum elbette. Sinemada bir senfoni ya da sonattan bir bölüm kullansanız da kullandığınız parça hiçbir zaman orkestra salonunda çalınan aslının zenginliğini ve görkemini barındırmaz. Bir opera ya da baleden bir bölüm de koyabilirsiniz filmin içine. Ama aslını arayan, sahneye yönelmelidir. Öteki sanatlar sinema için bir araçtır yalnızca.
Yazın-sinema ilişkisi kalıplara dayanan bir ilişki de değildir. Çok sık duyduğumuz bir sözdür: Filmi seyrettim, romanı berbat etmişler! Eğer sinemaya giderken, romanı olduğu gibi ekranda izleyeceğinizi bekliyorsanız doğal olarak düş kırıklığına uğrarsınız. 400 sayfalık bir romanda anlatılan öykü, film yönetmeni için kaba bir araçtır. Anlatılan öykünün birçok bölümü atılabilir, yeni bir bakış açısı eklenebilir, olayların zamansal sıralaması değiştirilebilir. Ortaya konan yapıt, romanda anlatılan öykünün ödünsüz bir kopyası değil, bir yeniden yorumlanışıdır. Tarihte nasıl çeşitli Hamlet ya da Ferhat ile Şirin öyküleri anlatılmışsa, film yönetmeni de aynı konuyu yeniden anlatıyordur. Bu kendi aklımızdaki örnekle karşılaştırıldığında berbat da olabilir, daha iyi de olabilir. Bir romanı bütün bölümleriyle, ayrıntılarıyla, kişileriyle ‘olduğu gibi’ görmek için sinemaya giden, evde kalıp romanı yeni baştan okusa daha iyi eder bence. Sinema ayrı bir sanat türüdür. Teknikleri ayrıdır, dolayısıyla değerlendirilmesi de farklı yapılmalıdır.
Film, yazılı metinden iyi de olabilir kötü de dedik ya… Kelebek/Papillon (1973) filmi bunun için iyi bilinen örneklerden biridir. Filmin dayandığı metin, Henri Charrière adlı bir Fransız kürek mahkûmunun anılarıdır. Anılar kitabı kötü yazılmış, yinelemelerle dolu, oldukça sıkıcı bir metin. Kimi yerlerini atlayarak okumuştum. Film ise ilk seyretmemden başlayarak çarptı beni. Birçok kez izledim şimdiye kadar ve eminim daha da izleyeceğim. Bence senaryosuyla, oyuncularıyla, müziğiyle ve çevresel gerçekçiliğiyle dört dörtlük bir film. Hani Oscarlar diyeceksiniz. Oscar ödüllerinde (bütün ödüllerde), ne olduğunuzun yanında, kiminle yarışa girdiğiniz de önemlidir. Oscar ödülleri tarihinde en iyi film Oscar’ını kazanmamış hangi filmler var diye baksanız şaşırırsınız. Ben Dr. Zhivago (1965) filminin en iyi film Oscar’ını alamamış olduğunu ilk öğrendiğimde şaşakalmıştım. Benim gözümde büyülü bir destandır Dr. Zhivago filmi. Ama listede başkaları da var. Öyle ki kimi yıllarda en iyi film Oscar’ını birden çok verselermiş keşke diye düşünür insan! Şu filmler de örneğin en iyi film Oscar’ını alamamışlar. Şaşırtıcı ama gerçek:
The Great Dictator / Büyük Diktatör (1940)
Citizen Kane / Yurttaş Kane (1941)
Mildred Pierce (1945)
To Kill a Mockingbird / Bülbülü Öldürmek (1962)
Cabaret / Kabare (1972)
The Shawshank Redemption / Esaretin Bedeli (1995)
Daha çok var, güçlü bir rakip dolayısıyla ve kıl payıyla en iyi film Oscar’ını kaçıran filmler.
Son olarak birkaç tane de sıradan bir metinden çıkan büyük film örnekleri vereyim. Sıradan romanlar çok sayıda olduğu için böyle örnekler daha da çok:
The Sound of Music / Neşeli Günler (1965)
2001: A Space Odyssey /Bir Uzay Destanı (1968)
The Remains of the Day / Günden Kalanlar (1993)
Schindler’s List / Schindler’in Listesi (1993)
12 Years a Slave / 12 Yıllık Esaret (2013)
Yineleme saymazsanız “metin iyi, filmi berbat” genellemesinin iki nedenden dolayı ayağı yere basmıyor: Birincisi, yazın ve sinema ayrı güzel sanat türleridir; ölçüleri, teknikleri farklıdır ve ayrı ölçütlerle değerlendirilmeleri gerekirken birbirleriyle karşılaştırılmaları yanlış olur. İkincisi, tersine örnek olarak metnin sıradan, filmin ise çok başarılı olduğu birçok örnek de vardır. Bir romanın konusunu değişik biçimlerde işleyen romanların nasıl ayrı değerlendirilmeleri gerekiyorsa aynı romanı uyarlayan sinema yapıtları da ayrı ölçülerle değerlendirilmelidir. Uyarlama, metne yüzde yüz sadakat demek değildir ve uyarlanan her ürün kendi başına değerlendirilmelidir.
–
Hüseyin İçen’in Diğer Yazıları
Vampir İmparatorluğu
Sığır Çobanı Filmleri Niye Sevilir?
Yazar ile Yapıt
Yazınsal Adalet