9 Mayıs 2024
SEVDA MÜJGAN
Bugün Celile Hanım’ı “Yahya Kemal’in büyük aşkı” ya da “Nazım Hikmet’i annesi” olmaktan önce “ilk kadın ressamlardan biri” olarak anmamız ona karşı gönül borcumuz olmalıdır.
Osmanlı toplumunda kadınların yeri, geleneksel ve dinsel nedenlerden ötürü oldukça kısıtlıydı. “Mahrem” bir varlık olarak görülen kadın, kentlerde evleriyle sınırlı bir yaşama itilip toplumsal yaşamdan soyutlanır; kıyafetlerini, sokağa çıkmalarını, erkeklerle ilişkilerini düzenleyen fermanlarla denetim altına alınırdı. Kırsal kesimde ise erkekler gibi tarlalarda çalışsalar, halı-kilim dokuma gibi yollarla günlük üretime katılsalar da erkeklerle eşit haklara sahip olamazlardı.
Tanzimat Fermanı kadınlar üzerlerindeki kimi kısıtlamaları kaldırdı, kadınlar kamusal alanda yerlerini almaya başladı. 19. yüzyılda hem Batılılar Osmanlıları tanımak hem de Osmanlılar Batı’daki gelişmeleri takip edip yenileşmek gereksinimi duydu. Bu yüzyılda Beyoğlu âdeta Paris’in bir uzantısı gibiydi: oteller, balolar, kahveler, operalar… Batı’yla başlayan bu karşılıklı ilişkiler, Batı kültürünün İstanbul’da ilgi görmesine neden oldu. Varlıklı aileler çocuklarını Batı kültüründe yetiştirmek için yabancı öğretmenlerden müzik, resim ve yabancı dil dersleri aldırdı. Kızlarını öğrenim için Avrupa’ya gönderdi. İyi bir eğitim alan üst düzey kimi Osmanlı kadınları, kendilerini dört duvar arasına sıkışmış hissedince toplumda kendilerine bir yer edinme çabası içine girdi.
Bu kadınlardan biri de henüz Soyadı Kanunu olmadığı için babasının adıyla anılarak söylenirse Celile Enver’dir.
Celile Enver, evde Fransız mürebbiyelerin elinde özel eğitimler (edebiyat, müzik, resim, Fransızca…) alarak Batı adetlerine göre yetişti. Babasının padişahın yaveri olması dolayısıyla Saray Ressamı Fausto Zonaro’dan resim dersleri alma olanağı buldu. Osmanlı Devleti’nde o yıllarda akademik bir resim eğitimi almak yalnızca erkek öğrenciler için mümkündü. 1882’de açılan Sanayi-i Nefise Mektebi yalnızca erkek öğrencileri kabul ediyordu. İnas Sanayi-i Nefise Mektebi kız öğrencilere kapılarını ancak 1914 yılında açacaktı.
Aldıkları iyi bir eğitimle toplum içinde prestij kazanan genç kızlar, genellikle ev içlerinde anne ve eş rolleriyle sınırlanmış bir yaşama hazırlanmış oluyordu. Sanatçı kimliklerinin ardında geçecek bir yaşam, aldıkları sanat eğitimine rağmen öncelikleri olamayacaktı.
Celile Enver, 20 yaşında dönemin paşalarından birinin oğluyla, Hikmet Bey’le evlendirildi, Celile Hikmet Hanım olarak yaşamında ondan beklenildiği gibi yeni bir sayfa açtı.
Celile Hikmet, bu yeni sayfada da “ressam” kimliğinden vazgeçmedi. Resim yaparak kendisini ifade etmeyi sürdürdü. Kimi pastel renklerin egemen olduğu resimler yaptı, kimi yüzlerdeki ifadeleri, bakışları gerçekçi ve etkileyici biçimde resmettiği portreler (daha çok akrabaları ve dostları) ve kimi nü kadın teması üzerinde yoğunlaştı, özellikle hamam resimleriyle dikkat çekti.
Ancak sanat, her şeyden önce özgürlük ister. Kabul edilmek, değer görmek, ilerlemek ister. Osmanlı’nın yüksek sınıfına mensup insanların çevresi, sanatın üretildiği ve sunulduğu yer olarak özellikle de sanatçı kadınlar için gereksinim duyduğu özgürlüğü, kabul edilmeyi, değer görmeyi, ilerlemeyi karşılamakta yetersiz kaldı. Celile Hanım için yaptığı resimleri eşine dostuna armağan etmekten başka bir yol görünmedi.
Bu eş-dostun resimlerinin hakkını vereceğini düşünüyor muydu? Elbette resimlere gereken özeni gösterenler olacağı gibi sözgelimi nü çalışmalarını ayıp olur düşüncesiyle salonlara değil yatak odalarına asanlar da çıktı. Bu, onu rahatsız etti. “Resmin ayıbı olmaz.” diye karşı durmaya çalıştı, resimlerinin salonlara asılmasını özellikle istedi.
Celile Hanım, karma bir sergiye katılma olanağı bulduğunda 36 yaşındaydı. 1916 yılında ilk kez açılan I. Galatasaray Sergisi’ne katılan 49 ressamdan yalnızca dokuzu kadındı. O, bu dokuz kadından biriydi.
Celile Hanım’ın evlendikten sonra resim çalışmalarını sürdürmesi, kayınpederi Mehmet Nazım Paşa tarafından desteklenirken eşi bu duruma kayıtsız kaldı. Oğlu, annesini öncelikle “ressam” olarak hiç görmedi. Yüzünü gözünü abartılı bir biçimde boyaması karşısında gelininin gösterdiği anlayışı oğlu göstermeyecek, onu azarlayacaktı. Oysa gelini, onun bir sanatçı olmasından hareketle yüzünü gözünü de bir tablo gibi boyadığını anlayacaktı.
Cumhuriyetin ilanından sonra Osmanlı Devleti’nde “Müslüman aile kadını” algısının yerine “Cumhuriyetçi çağdaş kadın” algısı yerleştirilmeye öncelik verilse de kadınlığın ataerkil bir yapı içinde tanımlanmasının sürmesi, ataerkil anlayıştan kopulamaması cinsel eşitsizliğe çözüm getiremedi. Celile Hanım’ın özel yaşamında kopan fırtınaların arkasında hem eşi Hikmet Bey hem de “büyük aşkı” diye anılacağı Yahya Kemal önemli bir rol oynadı. O düş kırıklıklarından ve yıkımdan Avrupa’ya resim öğrenimi görmek için giderek kurtulmaya çalıştı. Hayatının en zor dönemlerinde hep resme tutundu. Hem kadın hem sanatçı olmanın zor olduğu bir dönemde yaşamı boyunca resimden hiç kopmadı. Ekonomik olarak girdiği dar boğazda resimlerinden elde etmeye çalıştığı gelir çok yetersiz kaldı. Çuval bezinden yaptığı tuvalleri kullandığı dostlarının anıları arasında yer aldı. Oğlunun dönemin siyasi yapısına ters düşen düşüncelerinden dolayı yaşadığı zorluklar karşısında onun yanında yer alıp mücadele etmekten geri durmadı. Yaşlılık günlerinde bile bozulan gözlerine inat, üç gözlüğünü üst üste takıp resimler yapmayı sürdürdü, Batı anlayışında resim yapan ilk kadın sanatçılar arasında yerini aldı. Ancak yapıtları toplu olarak ilk kez ölümünden otuz yıl sonra, 1986’da kızının ve torununun önayak olmasıyla Bakırköy Sanat Merkezinde sergilendi. Sergide ondan kalan yalnızca 27 desen ve 22 yağlıboya tablo yer aldı.
Bugün Celile Hanım’ı “Yahya Kemal’in büyük aşkı” ya da “Nazım Hikmet’i annesi” olmaktan önce “ilk kadın ressamlardan biri” olarak anmamız ona karşı gönül borcumuz olmalıdır.
.
Sevda Müjgan’ın Diğer Biyografi Yazıları
Anton Çehov’un Çocukluk ve İlk Gençlik Yılları
Harlı Alevlerin Ortasında Açan Altın Nilüfer SYLVİA PLATH
Sevgi Soysal’ın Çocukluk ve İlk Gençlik Yılları
.