24 Mayıs 2024
MÜNİRE ÇALIŞKAN TUĞ
“Mario Levi okuduğumuzda iç dünyamıza dönüyor, oraları yokluyor, öykü içinde kendimizi yaşıyoruz. Bir yandan kendimize yaptığımız yolculuk diğer yandan bu yolculuğun izlerinin düşünsel analizi onun öykülerini dönüp dönüp okunacak metinler yapıyor.”
Bir Şehre Gidememek, Mario Levi’nin 1990’da yayımlanan ve aynı yıl Haldun Taner Öykü Ödülü’nü alan ilk öykü kitabı. Bir söyleşisinde, “Kitaplarımla tanışmamış olanlar Bir Şehre Gidememek ile başlasınlar,” diyor, kitabını yazarlığının tescil edildiği yapıtı olarak niteliyordu. Ben de yazarın yazın dünyası ile bu kitap aracılığıyla tanışmış oldum. Ender yaptığım bir okumadır bir kitaptaki öyküleri dönüp dönüp okumak. Bir öykünün çok ötesinde olan bu metinleri birkaç kez okudum üst üste. Her okunduğunda okura başka bir yönünü açan katmanlı öyküler var kitapta.
Bir Şehre Gidememek, üç öyküden oluşuyor gibi görünse de bana göre dört öykü var kitapta. Öyküler arasına serpiştirilen, ard arda okunduğunda birbirini bütünleyen, yer yer deneme, söyleşi, anı, önsöz, iç konuşma yer yer de öyküsel bir kurguya evrilen, diğer öykülere eşik oluşturan dördüncü bir metin var. Önsözden sonra başlayan ve üçe bölünen bu eşik metinde yazar, dil duygusunda bir gezgin olma, sözcüklerle kurulan yeni dünyalar, yabancı kentlerde geçirilen günler, o kentlerde yaşananlar, ardında bıraktıkları, dinlediği müzikler, edebiyat dünyasında kendini yakın hissettiği dostlarına ilişkin duygulanımlar ve anılardan söz ediyor. Eşik metnin ikinci öyküden önce gelen bölümünde, kaçıldıkça yanı başımızda bulduğumuz geçmişten, günlük yaşam akarken süren kişisel sorgulamalarımızdan söz ediliyor. Üçüncü öyküden sonra gelen son metinde sürekli kılık değiştiren özlemler, kültürel kuşatma, yazmayı göze almak, alabilmek; kitapların, bir türlü tamamlanamamış serüvenlerin izdüşümü olduğu gerçeği, insanın kendini bulması, kendisi olması, bu yolculukta dinlenen müzikler, bizi kuşatan dostluklar anlatılıyor. “Sonuç ne olursa olsun yaşadıklarımızın tümü bir özleme tutsaklıktır, bunu çok iyi bilirsiniz. Parantez kapanır, bir nokta konur. Hayat, o insanlar için olanca hızı ve umarsızlığı ile devam etmektedir,” diye bitiriyor yazar bu metnini.
Kitaplarına samimi, okurla söyleşir, dertleşir gibi, bir sırrı paylaşır gibi, zaman zaman da sanki o da bir öyküymüşçesine renkli önsözler yazar Mario Levi. Örneğin Madam Floridis Dönmeyebilir adlı ikinci öykü kitabının başında farklı baskılar için yazdığı önsözler var. “Ayrılık da sevdaya dahil” diyen ozanımızdan ödünç alarak diyebilirim ki Mario Levi’de önsöz de öyküye dahildir.
Everest Yayınlarından çıkan 15. baskıya yazdığı 14. baskı için önsözde, “Bu kitap yılların akışında en önemsediğim kitaplarımdan biri oldu. Önem sadece Haldun Taner Öykü Ödülü’ne layık görülmesinden gelmiyordu. Farklı yayınevlerinde sürekli yeni baskılar yapmasından da gelmiyordu. Bunların hepsi önemliydi, hem de çok önemliydi şüphesiz ama asıl önemlisi, aradan geçen zaman zarfında, birçok insanın bana bir yolunu bulup kitapla ilgili duygusunu dile getirmeye ihtiyaç duymasıydı galiba… Bir yazar, birilerinin hayatına böyle girmekten başka ne isteyebilir ki.” (s.7) diyor.
Bİr Şehre Gidememek’in girişinde Konstantinos Kavafis’in gitmek-gidememek, geride bıraktığımızı sandığımız yerin ardımızdan gelmesi, dönüp dolanıp aynı yere, kendimize, çıkacağımızı anlatan Şehir adlı şiirine yer yerilmiş. Kitapta yer alan üç (dört) öykünün izleği ile çok uyumlu olan bu şiiri okuduğumuzda görürüz ki Mario Levi ve Konstantinos Kavafis kol kola ilerledikleri bir yolda, insanlığın sonsuz yolculuğunun macerasını anlatıyor gibidirler okura.
Kitaba da adını veren Bir Şehre Gidememek başlıklı öykü bir zamanlar Fransa’da yaşanan, ayrılıkla sonuçlanan bir aşkın etkileri üzerine kuruluyor. Aynı zamanda yazar olan anlatıcı, Fransa’daki öğrencilik günlerinde Gracinda ile bir aşk yaşamış, sonra kimseye haber vermeden oradan ayrılıp İstanbul’a dönmüştür. Dönmüş ama geçmişi de ardında sürüklemiştir. Bir türlü ondan kurtulamaz, hatta kurtulmak istemez. Anlatıcı, anlatı zamanı ile hikâye zamanı arasında bir sarkaç gibi sallanır durur.
Hüzünler Yürürlüktedir adlı öykü tarihsel bir sürecin, 6-7 Eylül olaylarının, gölgelediği bir aşkı konu alır. Belgesel nitelik taşıyan öykü yine geçmiş ve gün arasında gidip gelen olaylarla örülmüştür. Eşref Bey’in kavuşamadığı sürgün sevgilisi Raşel’in ardına düşen yazar anlatıcının gözünden okuruz öyküyü. Öyküde kimi ayrıntılar verilmiyor, bırakılan boşluklarla okurun öyküye dâhil olması sağlanarak ona kendi hayal gücünü kullanması, yaşanmışlıklarını anımsayıp öyküyü kendince tamamlaması için alan yaratılıyor.
Mevsimlerin Durduramadığı adlı öyküye “bir öykünün kurgusu” izlek olarak seçilmiş. Yazarlık halleri, masada çekilen sancılar, öykü kişileri, mekânlar, bunların özellikleri, metin oluşturma, yayımlama, metnin okurla buluşması, kitapla ilgili konuşulanlar… Yani bir üst kurmaca örneği sunuyor bize yazar. Sadece bununla kalmıyor, kurguladığı metni de okuruyla paylaşıyor.
Öykülerin dil ve anlatımında denemenin ben dünyasını anlatan biçimi ile, söyleşinin okurla konuşur gibi olan havası hâkim. Her öyküdeki yazar anlatıcı yaşamını, geçmişi, geride bıraktıklarını, yaşadıklarından öğrendiklerini okurla paylaşıyor. İşte onlardan biri. “ … birçok insanın hayatında unutamadığı ve belki de hiçbir zaman unutamayacağı ilişkiler vardır düşüncesi, geçmişe yapılacak kimi yolculukların göze alınmasına rahatlıkla zemin hazırlayabiliyor. Bütün bunlara bir de, iyi ki o günleri yaşadım, diyebilmenin hüznünü ve burukluğunu da ekleyebilmeli. Ama böyle başlangıçlarda temkini her şeye karşın elden bırakmamak gerekiyor. Çünkü göze alınan yolculukların biçimi ve niteliği ile benzeri girişimlerin sonuçları ne yazık ki hiçbir şeyi değiştiremiyor. Çünkü kısa bir hayalden sonra dönülen yer hep aynı çıkmaz ve zorunluluk olabilir.” (s.16)
Mario Levi bize başı sonu belli, okurda merak uyandıran, gerilim yaratan, çizgisel düzlemde ilerleyen olayların olduğu hikâyeler anlatmıyor. Parçalı, açık sonlu, yer yer olayın dışına çıkılabilen, günlük yaşam içindeki kimi sahneleri gözümüzün önünde canlandırmamızı sağlayan öyküler anlatıyor. Bu öykü biçimi yazarın verimlerini Sait Faik öyküleri le akraba kılıyor. Sait Faik de günlük yaşam içindeki ayrıntıları, gözlemleri, gerilimleri, düşleri ve düşünceleri öyküye konu yaparken kimi de olayın dışına çıkar, anlatıcının düşünce dünyasından geçirdiklerini iç konuşma, bilinç akışı, iç çözümleme biçiminde okura ulaştırır. Mario levi Sait Faik’i en sevdiği yazarların başında sayar. Dolayısıyla bu iki yazarın metinleri arasındaki sanatsal yakınlığı bir zemine oturtmak zor değil. Yine geçmiş, geçmişin bizi hiç bırakmaması, geleceğin geçmiş üzerinde biçimlenmesi izleklerinin çok işlenmiş olmasında Mario Levi’nin Marcel Proust’a ve onun Kayıp Zamanın İzinde serisine duyduğu hayranlığın izlerini sürmek olası.
İnsanın yaşam yolculuğu, bu yolculuktaki anımsananları, deneyimler, varılan sonuçlar, geriye dönüşler, umutlar-umutsuzluklar, unutmalar-unutmaya çalışmalar–unutamamalar… Aklımızdan kovmaya çalışsak da bulduğu en küçük çatlaktan günümüze, anımıza sızıveren yaşanmışlıklar… Bizde derin izler bırakan kişiler, mekânlar, aşklar, arkadaşlıklar, müzikler, filmler; başarılar, başarısızlıklar… Bilinçaltımızın bize sık sık kendilerini anımsatan vazgeçilmez ev sahipleri… Yazar Mario Levi okuduğumuzda iç dünyamıza dönüyor, oraları yokluyor, öykü içinde kendimizi yaşıyoruz. Bir yandan kendimize yaptığımız yolculuk diğer yandan bu yolculuğun izlerinin düşünsel analizi Mario Levi öykülerini dönüp dönüp okunacak metinler yapıyor.
Bir Şehre Gidememek; öykü kişileri, gitmek, terk etmek, ayrılık, hüzün, geçmişle bugün arasında salınma, üç (dört) öyküde de anlatımın yazar anlatıcı tarafından yapılması, okurun kurgu sürecine dahil edilmesi gibi kimi ayrıntılarla birbirine bağlanıp bir roman bütünlüğüne ulaşıyor. Yine deneme, söyleşi, anı, biyografi, otobiyografi türlerinin ayrıntılarının öyküler içinde çokça yer alması türler arasındaki sınırları belirsizleştirip türler arası geçişkenliği artırarak yapıtı postmodernizme yaklaştırıyor. Zengin bir iç görünün işlek bir dille anlatılıp harmanlandığı öyküler, okurun duygu ve düşünce dünyasında geniş yer buluyor.
“Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz zaman bunu yazan keşke çok yakın bir arkadaşım olsaydı da canım her istediğimde onu telefonla arayıp konuşabilseydim diyorsanız o kitap gerçekten iyidir.” (s.23)” der ya J. D. Sainger Çavdar Tarlasında Çocuklar’da. Bende de bu duyguyu yarattı Bir Şehre Gidememek. Sevgili Mario Levi’yi çok erken kaybettik, onunla canım her istediğinde arayıp konuşamam ama onun düş ve düşünce dünyasının verimi olan kitapları hep yanımda olacak.
.
Münire Çalışkan Tuğ’dan Kitaplar Üzerine
ACIDAN DOĞAN BAŞKALDIRI
KUYUCAKLI YUSUF, YÜZÜMÜZÜ AĞARTACAK BİR SANAT ESERİDİR
.