29 Ocak 2024
AYGÜL AYDOĞDU
.
Kitap, sevdiklerine tutunamayanlar ve gereğinden fazla tutunanların yaşamsal dökümü niteliğinde.
.
Küçük Yuvarlak Taşlar; roman bütünlüğü taşıyan öyküden uzun, romandan kısa, novellaya yakın, birbiriyle ilintili üç hikâyeden oluşuyor. Bir bütünün parçaları ya da parçaların bütünü gibi. Yazar parçaları kendi ortamları kendi bütünlükleri içinde insana, yaşama dair olandan koparmadan ayrı ayrı anlatıyor.
Oldukça akıcı, gürültüsüzce cıvıldayan, ılık, sakin, bol yakamozlu bir dili var öykülerin. Yazarın ustalıkla bir araya getirdiği bilindik sözcükler şaşırtıcı anlamlar ortaya çıkarıyor, büyüleyici betimlemeler yapıyor. Anlatılan atmosferin kışkırtıcı güzelliğini, havasını, toprağını, suyunu, denizini iliklerinize kadar duyumsuyorsunuz.
Öykü karakterleri birbirlerini kırmış, üzmüş, yaralamış olsalar bile aralarında kötücül duygular oluşmuyor, birbirlerini onarılmaz biçimde yargılamıyor, suçlamıyor, ilişkilerini rendeleyip parçalamıyor, arabesk duygular taşımıyorlar. İyi de kötü de özenilesi bir medenîlik içinde yaşanıyor.
Kahramanların gelgitleri arasında doğanın yağmalanması, betonlaşma, tüketim toplumunun her şeyi yok edip yozlaştırması gibi çok önemli iletiler de veriliyor. Doğanın hızla yok olması, her şeyin çok çabuk değişmesi, özellikle mekanlara ait anılarının insanın belleğinde yer etmeden silinmesi, geçmişe ait izlerin yitirilmesi ve tüm bunların sonucu olarak insanın kendini kimliksiz ve köksüz duyumsaması, bir yerin parçası olma isteğinin karşılıksız kalması; duygusal olarak yaralıyor, yalnızlaştırıyor insanı. Duygular, değişimin hızını kaldıramıyor. Bu travmayı en çok Elif yaşıyor.
Kitap, sevdiklerine tutunamayanlar ve gereğinden fazla tutunanların yaşamsal dökümü niteliğinde. Nergis, Elif ve Mehmet birbirlerinin yaşamında adeta bir çeşitkenar üçgen gibi farklı uzunlukta, farklı hacimlerde yer kaplayan dağılmış bir aile. Dolayısıyla bu ailede anne, baba ve çocuktan birbirlerine uzanan üç kenarın uzunluğu da birbirinden farklı. Kitapta herkes kendi hikâyesini anlatıyor. Üçünün de en önemli ortak paydası Gülsüm. Okuyucu Gülsüm’ü onlardan dinliyor.
Nergis; Elif’in annesi, Mehmet’in eşi ya da eski eşi. Gülsüm’ün arkadaşı. Önce Nergis anlatıyor hikâyesini. O tam bir tutunamayan. Kocasına tutunamıyor, kızına tutunamıyor hatta uğruna Elif’i ve Mehmet’i terk ettiği sevgilisi Salih’e bile tutunamıyor. Her zaman, her koşulda yanında olan “evrendeki tek sabit noktam” dediği Gülsüm’e tutunuyor kıyısından köşesinden ama bu tutunma da Gülsüm’ün yardımlarıyla olanaklı oluyor. Aslında bu sıkı bir tutunma değil, arkadaşının bağının güçlülüğüne karşın Nergis hep vazgeçmeye hazır.
Dünyayla kavgalı bir babayla mutsuz bir ailede hep babasından korkarak, annesi için üzülerek büyüyen Nergis, kimsenin yanında rahat edememiş, kimseyi yaşamına alıp yanında tutamamış, kimsenin yanında tutunamamıştır. O, dinginlik nedir bilmeyen huzurunu yitirmiş bir ruhtur. Ama öyküler ne kadar hüzün, çıkmaz, çaresizlik, pişmanlık gibi ağır duygular içerse de yazarın iflah olmaz bir iyimserliği olduğu hissediliyor. Hep açık bir kapı, hep gidilecek bir yol, hep bir umut bırakıyor öykünün bir köşesine. Nergis’in umudu torunudur. O, kızına tutunamamıştır ama içinde torununa tutunabilme umudunu yeşertmeyi başarmıştır. Bu okuyucuya da iyi geliyor.
Elif’in hikayesine geçildiğinde okuyucunun tanrısal bir nitelik kazandığı görülüyor. Tanrısal okuyucu Elif’in yaşamında alacağı tüm kararları biliyor. Elif kararsızlık içinde kıvranırken okuyucu onun bebeğini doğurup doğurmayacağını, Evren’le ilişkisinin nereye varacağını bir önceki hikâyeden biliyor. İlgiyi çekecek, dikkati diri tutacak, merakı kışkırtacak başka bir düğüm noktası da yok. Geriye Elif’in düğümlerin çözümüne ilerleyişindeki duygularını, düşüncelerini, gelgitlerini okumak kalıyor ki nereye evrileceği bilinen sıkıntılar, kırgınlıklar, hüzünler okuyucuya geçmiyor. Bu duygular okuyucu tarafından sahiplenilemiyor. Elif’in hikâyesinde her ne kadar okuyucu bir tanrısallık hissetse de merak ögesi öldürülünce hikaye yavanlaşıyor. Sonu bir şekilde öğrenilen başka metinlerin de bu şekilde tatsızlaşma tehlikesi vardır elbette ama roman gibi uzun metinler dışında kısa metinlerde bu tehlikenin daha çok olduğu ortada.
Elif; çok genç olmasına karşın mekansal, kentsel giderek toplumsal belleği en çok zayıflayanlardan. Annesine tutunamayan Elif, babasına, geçmişine, mekanlara ait anılarına tutunmaya çalışıyor. Köklenmek için kısacık geçmişindeki toprağı, doğayı arayan Elif, ne yazık ki doymak bilmeyen tüketim toplumunun betonlarıyla karşılaşıyor.
Elif’in hikâyesinde mistik bir şekilde yer alan, olacakları biliyormuş gibi Elif’i yönlendiren anne ve küçük kızı, öykünün akışını istenilen biçimde sona bağlamak için ortaya çıkmış zorlama karakterler gibi. Okuyucuyu öykünün gerçekliğinden koparıyor ama bu kopuşun ne öyküye ne okuyucuya bir yararı oluyor.
Mehmet, babasının onu terk edişiyle yaşattığı ağır duygulara karşın çok iyi bir babadır. O, Elif’in kendisini, birisinin elinden kaçırdığı balon gibi hissettiği zamanlarda müşfik cevaplarıyla kızını ayağından yakalamayı her zaman başarabilen bir babadır. Mehmet hayata, sevdiklerine tutunmayı bilen biridir ancak bu tutunuş gereğinden fazla bir tutunmadır. Nergis’ten ayrılalı yıllar olsa da ondan kopamamış, tutkuyla bağlandığı kızı yaşamını yoluna koyup çoluğa çocuğa karışsa da o kendine başkalarıyla bir yaşam kuramamıştır. Mehmet’in kısacık hikâyesi, okuyucuda Mehmet yaşadıkları olumsuzlukları hak etmiyor düşüncesi uyandırıyor. Gülsüm’le tanışması ve sonra Gülsüm’ün onun yaşamında hep yer alması ikisinin nasıl bir ilişkisi olduğu konusunda net bir sonuca varılamaması okuyucunun kafasında bir soru işareti olarak kalıyor.
Kitabın en çok anlatılanı, en çok sevileni, herkese en çok tutunanı Gülsüm. O, her parçanın bütünü. Aslında kitaptaki tek bütün o. Herkese gereğinden fazla tutunmuş biri. Evli bir adama aşık olmuş, sevdiği adam eşini bırakmamasına rağmen onu sevmeyi sürdürmüş, onun ölümünden sonra bile yaşamına başkasını alamamış. Gülsüm anne olmamış, anne olmayı hiç istememiş ama Elif”e Nergis’ten daha yakın, daha anne gibi olmayı başarmış, okyucunun kendisini yakın hissedebileceği sıcak bir karakter.
Kitabın tüm karakterlerinin Gülsüm dışında bir ortak noktası daha olduğu söylenebilir. Bu ortaklığa Gülsüm de dahil. Hepsinin aile kaynaklı çocukluk travmaları olduğu gözlemleniyor. Onlar bu travmalarının yörüngesinden çıkıp birbirlerine tutunmaya, en azından tutunma umudu beslemeye çalışıyorlar. Karakterlerin geleceğe yönelik bu iyimser tavrı, Melisa Kesmez’in okuyucusuna kıştan sonra gelecek olan yazı bekleme umudu vermek istediği düşüncesini pekiştiriyor.
.
Aygül Aydoğdu’nun Diğer Yazıları
Fosforlu Cevriye
Yakın Geleceğimizdeki Distopya: Beni Asla Bırakma