23 Temmuz 2024
A. Vedat Oygür
Memeli canlılar yerkürenin yaşam ortamında kendilerini gösterdiklerinden beri dişileri ve erkekleri çiftleşerek durmaksızın ürediler, bugünkü canlı topluluğuna dek geldik. Hatta insan (homo) soyunun bizden önceki kuşağı Neandertal insanı, yok olup gideceğini anladığında bizim büyük büyük atalarımız Homo Sapiens insanlarıyla çiftleşerek genlerini ta bizlere kadar ilettiler. Durum böyleyken acaba bu iki canlı cinsi birbirlerinden yoksun iken nasıl olurdu? İşte, birbirlerinden tamamıyla farklı uygarlık kültürünün üyesi iki yazar bu hali anlatmışlar. Son on yılların ünlü Japon yazarı Haruki Murakami, epeyce önce yayımlanan öykülerinde kadınsız kalan erkeklerin durumunu anlatırken bizde çok yeni olarak İranlı yazar Shahrnush Parsipur da erkeksiz kalmış kadınların halini anlatıyor.
Haruki Murakami
Tüm zamanların en iyi yazarlarından biri olarak anılan, eserleri tüm dünyada elliden fazla dile çevrilen ve kendine has tarzıyla milyonlarca insanı etkisi altında bırakan Haruki Murakami, 1949’da Japonya’nın Kyoto şehrinde dünyaya gelmiştir. Çocukluğu ve gençlik yıllarını Kobe’de geçiren yazar daha sonra Tokyo’ya taşınıp drama okuduğu Waseda Üniversitesini bitirmiştir. Üniversite yıllarında, 1971’de evlendiği eşiyle beraber küçük bir Caz Bar açan yazar, eşiyle birlikte burayı yedi yıl işletmiştir.
İşte tam o yıllarda, yirmi dokuz yaşında, bir stadyumda tek başına beyzbol maçı izlerken içinde aniden bir roman yazma arzusu uyanır, maç bittiğinde evine gider ve hemen yazmaya başlar. İlk yapıtı “Kaze no uta okike” 1979 yılında Japonya’da yayımlandıktan (1987’de Hear the Wind Sing adıyla İngilizce, 2018’de Rüzgârın Şarkısını Dinle adıyla Türkçe basıldı.) sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Gunzou Edebiyat Ödülü’nü kazanan bu kitabından sonra tutkusunun farkına varan Murakami, arka arkaya yazdığı romanlarıyla Japonya’da en çok okunan yazarlardan biri haline gelirken gelenekselciler tarafından ise onun Batı hayranlığını kınayan sert cümlelerle eleştirilmiştir. Gerçeküstücülük (sürrealizm) belirtilerinin açıkça görüldüğü, Batı edebiyatının karakterlerinden izlerle karşılaşıldığı eserleri özellikle de Japon gençler arasında bir hayli sevilmiştir. Bütün roman ve öykülerinde bu gerçeküstücülüğe bağlı olarak gerçek yaşamda rast gelinemeyecek fantastik olaylar konu olur, kahramanlar çeşitli biçimlerde bu gizemleri çözerler.
Onun Batı edebiyatına özendiği ve kitaplarındaki karakterlerin isimler dışında Japonlara dair bir şey yansıtmadığı yönündeki yorumlara kulak asmayan ve kendi bildiğini okumaktan vazgeçmeyen yazar, 1986 yılında ülkesini terk ederek New York’a yerleşmiştir. Ocak 1992’de, Princeton Üniversitesinde profesör olur. 1995 yılında Kobe’de binlerce kişinin hayatını kaybettiği büyük depremden etkilenerek Japonya’ya geri döner ve bu olayın sarsıntısını “After the Quake” (Depremden Sonra) adlı kitabında yansıtır. Halen Japonya’da, Tokyo kentinde yaşamaktadır. Roman ve öykü olarak başlıca yapıtları (parantez içi tarih ülkemizdeki ilk basıma ait) şunlardır: 1979 (2018) Rüzgârın Şarkısını Dinle, 1980 (2020) Pinball 1973, 1981 (2015) Uyku (öyküler), 1982 (2004) Yaban Koyununun İzinde, 1985 (2011) Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu, 1985 (2017) Fırın Saldırısı (öyküler), 1987 (2004) İmkânsızın Şarkısı, 1988 (2020) Dans Dans Dans, 1992 (2007) Sınırın Güneyinde, Güneşin Batısında, 1993 (2023) Ortadan Kaybolan Fil (öyküler), 1995 (2005) Zemberekkuşu’nun Güncesi, 1999 (2016) Sputnik Sevgilim, 2000 After the Quake (Türkçe’de yok, öyküler), 2002 (2009) Sahilde Kafka, 2005 (2016) Tuhaf Kütüphane, 2006 Blind Willow, Sleeping Woman (Türkçe’de yok, öyküler), 2007 (2012) Karanlıktan Sonra, 2007 (2013) Yazmasaydım Koşamazdım (denemeler), 2009 (2012) 1Q84, 2013 (2013) Renksiz Tsukuru Tazaki’nin Hac Yılları, 2016 (2016) Kadınsız Erkekler (öyküler), 2017 (2018) Kumandanı Öldürmek, 2018 (2021) Birinci Tekil Şahıs (öyküler), 2023 The City and its Uncertain Walls (Türkçe’de yok).
Kadınsız Erkekler
Haruki Murakami
Kadınsız Erkekler
Çeviren: A. V. Erdemir Doğan Kitap, İstanbul
1. Baskı, 2016
219 sayfa
Haruki Murakami, incelememize konu olan bu yapıtında yer alan yedi öyküde, yaşamındaki kadını bir biçimde yitirmiş olan erkeğin yalnız başına kaldığı sonraki yaşamında onu ele geçiren duygularını anlatıyor. Her öyküde hem konu hem erkek karakteri diğerlerinden çok farklıdır. Birbirlerinden bağımsız olmasına karşın sanki bağ varmış gibi bir sonrakine geçtiğiniz her öyküde erkeğin tek başına kaldıktan sonra yalnızlıkla nasıl yüzleştiğine tanık oluyorsunuz. Her öyküde ayrı bir hüzün sizi sarıyor ve her erkeğin iç dünyasının diğerlerinden çok farklı olduğu ortaya çıkıyor. Murakami üstün gözlem gücüyle okuyucuyu derinden sarmalayarak bir izleyici olmaktan çok sanki bir parçasıymış gibi doğrudan olayın içine çekiyor.
Öyküleri okudukça hem kadın erkek ilişkilerinin hem de erkekler için yalnızlığın anlamını, kuşkusuz yazarın bakış açısıyla kavrarız. Erkekler sanki öykünün odak noktasıymış gibi durmaktayken okumayı bitirip de gözlerimi kapatınca, yoksa kadınların davranışının mı gizliden gizliye erkekleri öne ittiğini düşünmeden edemiyorum. Bir de öykülerin ana teması kadın ve erkek ilişkisi olunca her öykünün başlayışının ya da bitişinin nedeni, kuşkusuz seks olur. Öykülerin bir başka ortak noktası olarak çoğunda olayın ya tamamı ya da bir bölümü, Murakami’nin ilk işi olduğundan, bir barda geçer ve burada,
70-80’lerin hit pop müzikleri dinlenir.
Bir öyküdeki koca, her zaman karısıyla çok yakın “birbirlerine güvenen iki arkadaş” oldukları ve “her şeyi açık yüreklilikle konuştukları” halde “ölümcül bir kör nokta gibi” (s. 39) aralarında gizli kalmış bir durumun olmasından kadın erkek ilişkilerinin başlı başına bir sorun olduğu, hatta “daha anlaşılamaz, daha bencilce, daha üzücü” (s. 31) olduğu sonucuna varır. Kendisini sevdiği halde, gönlünü kaptırmadan başka adamla yatan karısının yarattığı bu durum karşısında “karşınızda nasıl bir kadın olursa olsun, kadınların ne düşündüğünü bütünüyle anlamak olanaksızdır” (s. 40) kararı çıkar. Çünkü “kadınların böyle bir yanı vardır” (s. 45) ve çare olarak “yaşananları yutup yaşamayı sürdürmekten başka bir yol yok“tur (s. 40). Bir başka öyküdeyse çalıştığı şirketteki en yakın arkadaşı ile karısını, bir iş seyahatinden erken döndüğünde yatakta çırılçıplak yakalayınca evini ve işini terk ederek uzağa giden erkek, İlk günlerde büyük bir şok geçirdiği halde ne karısına ne de arkadaşına karşı nefret ya da öfke duyar. Çok zaman sonra, yalnızlığının öyküsünde gece yarısı sıkıntıyla uyanınca karısının kendisine yaptığından çok incinmiş olduğunu gözyaşları içerisinde kendi kendine itiraf eder.
Murakami’nin “kadınsız erkekler”inin öykülerinde mutlaka seks oluyor demiştik ya bakın bir öyküde nasıl gelişiyor. Elli iki yaşında, hiç evlenmemiş ve birisiyle birlikte yaşama deneyimi de olmamış yani tam anlamıyla müzmin bekâr yaşayan babadan varsıl bir estetik cerrah evde bir kadın olmamasından rahatsızlık duymadığı gib, evde tek başına bulunmaktan da sıkılmıyor ve yalnız uyumak da onu rahatsız etmiyor. Bu yüzden amacı evlilik olabilecek kadınlardan çok çekici bile olsalar hep uzak durur, kendisine ya evli ya da “hayatının aşkı” ile evlenmek üzere olanları sevgili olarak seçer. Yani kadınlar için gerektiğinde ikinci bir yatak arkadaşı ya da uygun bir “aldatma partneri” durumundadır. Güzel, akıllı, kültürlü kadınlar ile amacı salt seks yapmak olmadan şarap içerek birlikte yemek yerken keyifli sohbet etmekten zevk alır. Cinsel ilişki de ardından kendiliğinden gelir, zaten. “ufukta kara bulutlar belirmeye başlayınca” (s. 85) da karşısındakini gücendirmeden o ilişkiden sıyrılıverir. Ama sonunda ava giden kendisi de aynı biçimde avlanır, olumsuz yanları daha çok öne çıkan evli bir kadına apansız âşık oluverince “tam bir ölümcül hastalık gibi” (s. 99) aşkına yüreğinde söz geçiremez, mantığını yitirmiş biçimde savrulur. Meğerse o kadın, kocası kendisini aldattığı için onunla birlikte oluyormuş. Ortadan kaybolan kadını sorup soruşturunca kocasıyla çocuklarını terk ederek başka bir adamla yaşadığını öğrenir ve kendisinin diğer kadınlara yaptığı bu durum ona ağır bir darbe vurur.
Bir diğerinde, ilkokuldan beri arkadaş olup lisedeyken iyice yakınlaşarak sevgili olan iki genç arasında farklı bir cinsel ilişki yaşanır. Sevgili durumunda birbirlerini öpüp okşarken kız çok istediği halde erkek “sonuna kadar gidemez” (s. 59). Kız üniversiteyi kazanıp diğeri kazanamayınca birlikte el ele o yolları yürümek olanağı kalmadığını düşünen erkek “Üniversite sınavını kazanamamış biri olarak senin dengin değilim,” (s. 61) diyerek ayrı durmaları gerektiğine karar verir. “Yakın zamana kadar iki kişiyken birdenbire tek başına kalmış olmak” (s. 65) biçiminde açıklar duygularını ve zaman kaybı diyerek üniversiteden vazgeçip çalışmaya Amerika’ya gider. Gitmeden önce de birlikte çalıştığı çok yakınlık duyduğu arkadaşına kızla çıkmasını önerir. Kız ise kendisinden oldukça büyük birisiyle yakın ilişki kurar ve seks yapmasını “merak, macera arayışı ve olasılıkların çekiciliği” (s. 77) olarak açıklar, yani “uzun, dolambaçlı yollarda yürümek“.
Bir başkasında, yaşamak için bir eyaletten başka bir eyaletin küçük bir kentindeki bir eve zorunlu olarak gönderilen erkektir, konu olan. Sokağa hiç çıkamayacak olan bu adamın alışverişi ve diğer gereksinimleri için de “destek görevlisi” olarak orta yaşlı bir ev kadını onunla ilgilenmekle görevlendirilir. Kadın, haftada iki gün gelirken yakındaki süpermarketten mutfak alışverişini yapar, okuyacağı kitap ve dergiler ile müzik CD’si ve film DVD’si de getirir. Geçerli bir nedeni olduğundan gazete aboneliği, bilgisayarı ve televizyonu yoktur. Eşi bir şirkette çalışan, ilkokula giden iki çocuğu olan bu görevli becerikli bir ev kadını olarak getirdiklerini yerlerine yerleştirdikten sonra “sanki görünmeyen bir deniz akıntısı tarafından sürüklenmiş gibi” (s. 117) yatak odasında bulurlar kendilerini. Erkek, ilk zamanlar bunun da kadından istenen “destek eylemi” olduğunu düşünür. Her sevişmelerinden sonra kadın, 1001 Gece Masalları’nın Şehrazat’ı gibi ona çok ilginç ve tuhaf öyküler anlatır. Tek başına yaşamaya eskiden beri alışık olan, yalnızlık karşısında kolayca morali bozulmayan erkek bu destek görevine kendini kaptırdıktan sonra “ıssız bir aday düşerse” (s. 119) bir daha Şehrazat’ın öykülerini dinleyemeyecek olmak düşüncesiyle yüreği burkulur. Kadınları yitirmenin, bir kadınla cinsel ilişkiye girememek değil de onlarla yakın birliktelik kuramayacak olması olduğunu anlamıştır. “Salt gerçekliği yaşarken o gerçekliği unutturan özel anlar, yalnızca kadınların sağladığı bir şeydi.”(s. 142).
Öncekilerde hep gerçek dışı olaylar konu olur iken son öyküde, bir erkek için kadınsız kalmanın ne olduğunu anlatır, daha doğrusu betimler Murakami. Bunu anlamak kadını olan bir erkek için zordur, ancak bir gün aniden, önceden haberi olmaksızın kadınsız kalınca anlar. “Kadınsız erkek olmanın ne kadar üzücü, ne kadar yürek sızlatan bir şey olduğunu” (s. 213) ancak o zaman anlar, erkek. Bir kez kadınsız erkek olunca da “o yalnızlığın rengi tüm tenine derinden işler. Açık renk kilimin üzerine dökülen kırmızı şarap lekesi gibi” (s. 216). Zamanla o renk hafiften solsa da erkek, artık, belirsiz kalan sınırlarıyla yaşamını sürdürür. Eğer sonradan bir kadın ile karşılaşır ve onunla birlikte nefes almaya başlasan da hep bir an gelip o kadını da yitireceğini düşünürsün. Yani erkek açık renk kilim ve yalnızlık ise çıkmayan şarap lekesidir. “Ve bir zaman geliyor, bir kadını yitirmek, tüm kadınları yitirmek anlamına geliyor.” (s. 219). Bir diğerindeyse yazar, yalnızlığı “ölesiye bir tek başınalık duygusu, aşırı bir yalnızlık hissiydi. Ne bedenimi ve yüreğimi ısıtacak bir sevgilim, ne de içimi dökebilecek bir arkadaşım vardı,” (s. 80) olarak betimler.
Bu öyküleri okuyunca, acaba dedim kendi kendime, yazar olmadan önceki bar işletmeciliği sırasında mı o karakterleri kısmen ya da tamamen tanıdı? Yalnızlıklarını içkiyle unutmaya çalışan erkeklerin anlattıkları mı bu öyküleri yarattı? Kim bilir, belki de… Murakami’nin bütün yapıtlarında, mutlaka konunun örgülenmesine eşlik eden bir ya da birkaç caz ya da pop müzik parçası oluyor. Herhalde bunlar da yazar olmadan önce işlettiği bar döneminden kalma güçlü, etkileyici anılardır diye düşünüyorum. Bir öyküsünde üniversiteye girmek konu olunca da hiç duraksamadan kendisinin okuduğu Waseda Üniversitesini kayda geçer. Acaba romanlarına da buradaki öykülerinde olduğu gibi, kendi yaşamından izler yerleştirmiş midir? Yazar ile yapılan söyleşilerde, benim dikkatimi çeken bu konulara hiç değinilmemesini de ilginç buldum.
Kadınsız Erkekler Filmi
Kadınsız Erkekler’de yer alan “Drive My Car” ve Şehrazad öykülerinin birleşiminden oluşan bir senaryo, 2021 yılında “Drive My Car” (IMDb: 7,5/10, 2 s. 59 dk.) ismiyle beyaz perdeye uyarlanır. Yönetmeni Ryusuke Hamaguchi olan filmde Hidetoshi Nishijima, Toko Mura ve Reika Kirishima önemli oyunculardır. Film Oscar ile birlikte toplam 97 ödül kazanır ve 109 ödül adayı olur. 2021 yılında Cannes Film Festivali’nde en iyi senaryo, FIPRESCI yarışma ödülü ile evrensel jüri ödülü, 2021’de Boston Film Eleştirmenleri Derneği’nden en iyi film, en iyi erkek oyuncu, en iyi yönetmen ve en iyi senaryo, 2022 Oscar’ında en iyi uluslararası film ve 2022 yılında Japon Akademisi Ödülleri’nde en iyi film, en iyi yönetmen, en iyi senaryo, en iyi erkek oyuncu ve en iyi görüntü yönetimi ödülleri kazandıklarının en önemlileridir.
.
Yazının devamını okumak için
Erkeksiz Kadınlar