Kadınsız Erkekler ve Erkeksiz Kadınlar

24 Temmuz 2024
A. Vedat Oygür

Shahrnush Parsipur

 1946’da Tahran’da doğan Shahrnush (Şehrnuş okunuyor) Parsipur, 1973’te Tahran Üniversites’nden sosyoloji lisansı derecesi alır. Daha öğrenciyken Kırmızı Top (1969) adıyla yayımlanan çocuk öyküleriyle yazın yaşamına başlar ve ardından öykülerini topladığı kitaplar gelir. 1974’te, ilk romanı olan Köpek ve Uzun Süren Kış yayımlandıktan sonra İran televizyonunda çalışırken totaliter Şah rejiminin bazı tutuklamalarına karşı çıkınca görevine son verilir ve üç ay hapis yatar. Öyküleri ve izleyen romanlarıyla 80’lerde Tahran yazın çevrelerinin ilgisini çekmiştir.

İran’ı 1979 yılında egemenliği altına alan dinci totaliter Humeyni rejimi tarafından 1985’te yeniden tutuklanır ve bu kez dört yıl yedi ay hapiste kalır. İran’da yaşarken yayımlanan eserleri Köpek ve Uzun Süren Kış (1974, roman), Kristal Avize Bedeli (1974, öyküler), Yargılama Önerileri (1975, uzun öykü), Tuba ve Gecenin Anlamı (1989, roman), Erkeksiz Kadınlar (1990, uzun öykü) Kurdun Karşısında Çay Töreni (1993, öyküler), Çeşitli Uygarlıklardan Erkekler (1993, uzun öykü) ve Mavi Akıl’dır (1994, roman). Kitapları birçok ülkede de yayımlanmıştır.

Türkçeye de çevrilen (2008) Tuba ve Gecenin Anlamı’nda, 1979 şeriat devrimine geçişi 14 yaşındaki Tuba’nın çadorunun (çarşafı) altından anlatır. Diğerleri gibi, bu kitabı da kısa zamanda yasaklanır. 1994 yılında, İran’da son romanı olan kadın Don Kişot’un maceralarını anlattığı Mavi Akıl yayımlanır. İran’da kalırsa başına gelecekleri anlayan Parsipur 1994’te İran’ı terk ederek ABD’ye yerleşir. ABD’ye gelince Hapishane Anıları 1996’da ve 2013’te Kılıcı Öpmek adıyla yeniden yayımlanır. ABD döneminde yayımlanan eserleri Ağacın Ruhunun Kısa ve Basit Maceraları (1999, roman), Şiva (1999, bilim kurgu), Rüzgârın Kanatlarında (2002, roman), İki Dünyanın Arasında Asieh’dir(2009, roman). 2023 Nobel adayları arasında adı geçen Parsipur halen ABD’de yaşıyor ve San Fransisko’da çağdaş feminist yazına katkılarını sürdürmektedir.

Yazarı gibi kitabın çevirmeni de Tahran doğumlu olup ülkemizde mühendislik eğitimi almıştır. Farsça’dan Türkçeye yaptığı çevirilerinde gerçek adını kullanmamaktadır. 

Shahrnush Parsipur
Çeviren: Yıldız Uysal
Can Yayınları, İstanbul
1. Baskı, 2024
102 sayfa

70’lerin başında yazıp da yayımlamadığı öykülerden oluşan Erkeksiz Kadınlar, Parsipur hapisten çıkınca 1990’da yayımlandığında büyük yankı uyandırır. Tahran’da, İran petrollerini işleten İngiliz şirketini kamulaştıran Başbakan Musaddık yanlıları ile onun karşıtı Şah yanlılarını karşı karşıya getiren gösterilerin en yoğun olduğu zaman diliminde geçer öykü. Yayımından kısa bir süre sonra toplumun ahlâk kurallarına uymadığı için yasaklanır ve yazar da bu çeşit yazılar yazmaması için setçe uyarılır. 

Yapıt, bizdeki baskısının kapağında roman adını taşısa da yurt dışında uzun öykü (novella) olarak geçer. Baştan sanki birbirleriyle ilintisi olmayan olayları anlatan kısa öykülerden oluşan bir eser sanıyorsunuz. Bir iki öyküden sonra aralarındaki bağlantıyı çözüveriyorsunuz. Her bölümde, öykünün kahramanı olan erkeksiz kadınlardan birisi tanıtılır ve son bölümlerde ilk tanıtılanlar geriye doğru yeniden ele alınarak birbirleriyle bağları kurulur.  Parsipur, çeşitli nedenlerle erkeksiz yaşayan kadınların bir mekânda kesişen yaşamlarından bir kesit verir. 

Bu eserde, aile baskısı altındaki kadınların dünyası feminist bir yaklaşımla gerçekçi olarak anlatılır. İran’da 1907 Meşrutiyet Devrimi öncesinde, kadınlara dair algı onların haremde veya evlerinin bir köşesinde yaşamaları gerektiği şeklindedir. Onların evden çıkıp çarşıya pazara gitmeleri bile çok ciddi sıkıntı olarak algılanmakta, hatta bazı yerlerde günah sayılmakta ve örtünme çok abartılı bir şekilde artmıştır. Bu öykünün çıkış noktasını oluşturan kadının ağır ahlâk, gelenek baskısı altında tutulması da bu zamanların yaşanmışlığının sonucudur. 1979 dinci totaliter devrimin ardından kadınlar açısından yeniden eski günlere dönülmüştür.

Dinsel baskılardan ileri gelen sıkı ve baskıcı göreneklerin koşullandırdığı bu dünyada kızlar, çocukluklarını bile yaşayamadan büyürler. Öykünün kahramanı kadınlardan birisinin anımsadığı, daha sekiz yaşındayken “Bakire olmayan kızı Allah bağışlamaz” (s. 28) diye ailesinin onu uyarmasından anlarız bu durumu. Bu kadın o yüzden, bekâret zarı yırtılır korkusuyla o günden beri bir kez olsun bir ağaca tırmanmamıştır. Kızlar büyüdükçe uyarının yerini tehdit, yasak ve zorbalık alır. Kadınlardan birisi yasaklandığı halde sokağa çıktığında abisi, kız kardeşini, “Namussuz nerelerdeydin, ben sana dışarıya çıkma dememiş miydim?” (s. 32) diyerek bıçaklayarak öldürür.

Göreneklerin sonucu mahallenin baskısı ve ailenin erkeklerinden gelen korku ile bir kadın bindiği taksi sürücüsüne ücretini verirken adamın eline bir anlık dokunuştan bile huylanır (s. 19). Bir başka kadın örneğindeyse bu aile baskısına çok açık biçimde tanık oluruz. Bu kadın, tutulduğu adamın, aynı zamanda arkadaşı olan kız kardeşinin evine belki bir umutla sevdalısını görmek için gittiğinde sohbetten sonra evine döneceği zaman sevdalandığı adam suratını asarak “Kadının dışarı çıkması gereksiz. Ev kadınındır, sokak da erkeğin!” der (s. 27). Kadınlardan biri, çocuklarına baktığı evin biraz büyük kızının aşığı ile oynaştığını görünce onun gebe kalmasını ve böylece abilerinin onu öldürmesini diler, “böylece küçük çocukların ahlâkı da bozulmamış” olacaktır (s. 14). Kadınlardan biri, çocukları çok sevdiği halde evlenmekten, daha doğrusu erkeklerden korkar. Hatta öğretmen olarak çalışırken müdürün birlikte sinemaya gitmeleri önerisini benzi atarak kabalık saymış ve adamın onun hakkında kötü düşündüğünü sanıp yanıt bile verememiştir (s. 10). Bu düşünce, onun erkeklerden korkmasının, olabildiğince onlardan uzakta durmasının nedeninin topluma egemen olan ahlâk anlayışından kaynaklandığını anlatıyor.

Bu ağır baskı sonucunda kadınlar da artık, onlara göre, uygunsuz davranan kadınlara erkeklerin tepkilerini gösterirler. Sevdiği adam tarafından sokağa çıktığı için azarlanan kadın, bu adam kendisinin arkadaşı olan kız kardeşini öldürdüğünde erkek tepkisi örneğini göstermekte gecikmez. Arkadaşını görmek için evine geldiğinde ne yapacağını bilmediğinden ağlayan abiye, “Adam utan! Ne diye ağlıyorsun! Abisisin’ Taassup var, şeref var. İyi yaptın, hak etmişti. Anandan emdiğin süt helâl olsun,” (sf. 35) der. Gözünü kurulaması için göğsünün arasından çıkardığı mendili uzattığında, adam bundan da hoşlanmaz, “Bu kız da kız kardeşi olsa onu da öldürüp rahatlayacağını” (s. 36) düşünür. 

Öte yandan çeşitli gerçek dışı olayların bu kadınların yaşamına bağlı olarak ortaya çıkması da bu gerçek yaşam ile bir arada yer alıyor. Bu hayal bile olamayacak gerçek dışı olaylar, gözlerinizi kapatıp da düşündüğünüzde, kadınların üzerlerindeki baskıdan kurtulmalarının birer simgesidir. Örneğin, bir erkek ile sinemaya bile gitmekten korkan kadın, aile baskısıyla yitirmekten korktuğu bekâretini bir ağaca benzeterek “Bir ağaç gibiyim” (s. 14) diye delirerek kendisini abisinin bağındaki derenin kenarına düpedüz bir “insan-ağacı” (s. 72) olarak diker. Kadının erkeği yok saymasının, ondan uzak durmasının simgesini de buluruz eserde. Neşeli ve erkekleri hoşnut etmeyi bilen fakat artık çalışmaktan yorulmuş genç hayat kadınının, bir tatil günü sabahı daha yeni uyanıp da tam kahvaltıya oturacak iken çalıştığı evin sahibi kadının “Hemen gel, müşterinin acelesi var” (s. 60) zorlamasının ardından bütün müşterilerini kafasız görmesi, örnektir. Ahlâk baskısı yüzünden bir kadının abisi tarafından öldürülmesi ve sonradan, yaptığı işin doğruluğuna inandırmak için abisini destekleyen arkadaşının eliyle topraktan çıkarak dirilmesi de (s. 41) kadınların erkeklerin baskısından kurtulmaları için gözden uzak kalmaları gerektiğini anlatan bir simgedir.

Öykünün kahramanlarından bir başka kadının, kocası tarafından sürekli aşağılanan ve alaycı sözlerine maruz kalan elli bir yaşına karşın yine de güzelliği yerinde olan kadının bu yüzden içi “ölümsüz bir nefretle” (s. 52) dolmuştur. Kocasıysa, kadının güzelliği karşısında kendisini güçlü kılmak amacıyla bu tavrı takındığını, yalnız başına kaldığında, sessizce kendisine itiraf eder. Yine bir gün, her zaman olanlar yinelendiğinde, kadın sinirlenerek adamı itince merdivenlerden düşüp başını çarpmasıyla ölmesinin ardından kadın evini satarak Tahran’ın kenarında Kerec semtindeki bir bağ evine yerleşir. 

Öykünün artık toparlanmaya başladığını da hamamda iyice paklandıktan sonra namaz kılıp tövbekâr olan hayat kadınının sabah erkenden, keşkek yemek için gittiği dükkân sahibine “Yazın bu sıcağında soğuk bir bardak su içmek için nereye gidilir?” (s. 63) diye sorunca aldığı “Kerec” yanıtından anlarız. Bu bağ evi, sonradan öykünün gelişiminde öğreneceğimiz gibi, bu kadınların bir araya geldiği özgürlük mekânı olacaktır. Bu gelişimi, abisi tarafından öldürüldüğü halde dirilen kadın ile onu topraktan çıkaran arkadaşının da Kerec’e doğru yayan yol almaları anlatır. O sırada onları görüp duran bir kamyon sürücüsü nereye gittiklerini sorunca ölüp dirilenin hiç sesi çıkmazken arkadaşı “Kerec’e gidiyoruz. Bir erkeğe muhtaç olmadan bileğimizin gücüyle çalışıp yaşamak istiyoruz,” (s. 64) der. Fakat bu sözler üzerine kadınlara saygı duyması gereken sürücü ve yardımcısı kadınlara tecavüz eder. Kadın, “Öcümüzü bunlardan al” (s. 65) diye Allah’a yakarır. Sürücü ve yardımcısı hâlâ yaptıkları işin keyfiyle gülmekteyken araba yoldan çıkar ve devrilir, ikisi de ölür. Yanlarında bulunan ve hiçbir şeye karışmayan yolcuysa pencereden fırlayarak yumuşak bir biçimde yere düşmüştür. O da, kaderi kadınların geleceğiyle bağlandığından yürüyerek Kerec’e doğru yola çıkar.

Kerec’deki bağ evinin yeni sahibi kadın, emlakçı yeni evini ve bahçesini gezdirirken burayı yazarların, şairlerin, edebiyatçıların buluşacağı bir kültür yuvasına çevirmeyi düşler (s. 69). Bahçeyi sınırlayan derenin kenarında, bekâretini yitirmekten korktuğu için ağaç olmak isteyen insan-ağacı gördüğünde bahçeye başka bir ağacın dikilmesine gerek olmadığına bu insan-ağacın özgürce burada yaşayabileceğine karar verir. Bu sırada, devrilen kamyondan kurtulan ve bahçıvan olduğunu söyleyen adam ile Kerec yolcusu kadınlar birer birer bağ evinin kapısını çalarlar. Kamyon sürücüsü ve yardımcısının ırzlarına geçtiği iki arkadaş geldiklerinde “Aile zindanından kaçmaya karar verdik” (s. 75) diye açıklarlar yola neden çıktıklarını fakat Tahran’dan çıkışta ters bir yönde olan Kerec’e neden yöneldiklerini gerçekten bilmediklerini belirtirler. Şu halde kader, hepsini bu mekânda birleştirmektedir. Evin sahibi kadın hepsini yanına almayı kabul eder. Evin sahibi hanımın, başka erkeğe gereksinimleri olmadığı düşüncesiyle “Bir tek bahçıvanı burada barındıracağız, gerisini biz kendimiz yaparız” (s. 78) talimatıyla bağ evini kendi başlarına onarmaya başlarlar. Kışa doğru evin onarımı biter ve evin sahibi kadın her cuma günü gece geç saatlere kadar davet verir (s. 82).

Bütün öykülerin ortak noktası olarak İran deneyiminden, kadınların erkeklerden çekinmesi, uzak durmasının sorumlusunun doğrudan babaların, erkek kardeşlerinin tutumu olduğunu öğreniyoruz. Mahalle baskısı dediğimiz, “Sonra ne derler?” düşüncesi bu baskıya neden olmaktadır. Bu dar ahlâk anlayışını “din” sanan kadınlar olduğu gibi, hiç ne olduğunu umursamadan vur patlasın çal oynasın eğlenen kadınlar da vardır o toplumda. Öykünün gelişiminde, düşünmeyi ve böylece akıl yolunu bulmayı başaran kadınların bu baskıyı kırabileceğini anlarız. Abisi tarafından sokağa çıktığı için azarlanan ve bir daha kapıdan dışarı çıkması yasaklanan kadının “Öcümü alacağım” diyerek (s. 28) kendisini terastan atarak öldürmesi, bu baskıdan kurtulabilmek için kadının “ölmeyi bile göze alarak dışarı çıkması” imgesiyle öyküde betimlenir. Bu kadın ardından dirilerek günlerce sokaklarda dolaşır ve bir gezici satıcıda gördüğü Cinsellikte Mutluluk ya da Bedenimizi Tanıyalım kitabını okur (s. 31). Artık dünyası aydınlanmıştır. Aynı kadın öykünün ilerisinde, bekâreti yitirmeyi bir yıkım olarak kabul eden arkadaşına “Eskiden bakireydik, artık değiliz. Matem tutacak değiliz ya” (s. 77) diyerek erkeklerin aşırı baskısından kurtulmak için “Ya görünmez olmalıyız ya da bacağımızı kırıp evimizde oturmalıyız” (s. 78) biçiminde anlatır durumlarını.

Kadınların, evin sahibi hanımın hem kendilerinin hem de başka kadınların barınağı olması düşüncesiyle kendi başlarına onardıkları bağ evine yerleşerek yaşamlarını sürdürmeleri de bütün kadınlar için erkeklere fazla da gereksinimleri olmayan feminist bir yol göstermedir. Eğer bir araya gelirler ve sırtlarını birbirlerine dayarlarsa üzerlerindeki baskıyı kırabilecekleri gibi yaşamlarını da özgürce diledikleri gibi sürdürebilirler. Bağ evinde kadınlara yol gösterici gibi davranan bahçıvan bu durumu şöyle açıklar: “Sen, bütün insanlar gibi birlik nedir bilmiyorsun” (s. 98). Yani sadece kadınlar değil bütün insanlar üzerlerindeki baskıdan kurtulmak için bir araya gelerek birbirlerinden güç almayı öğrenmelidir. Bahçıvan bunu oluşturmak için önce üzerlerindeki baskıyı, totaliter davranışı anlamaları, öğrenmeleri gerektiğini “Karanlığın anlamı kavrandığında ışık olunur” sözleriyle açıklar (s. 98). Öte yandan, bahçıvanla evlenmesiyle gebe kalan eski hayat kadınının göğüslerine dolan sütle beslenen insan-ağacın (s. 90) içindeki mutluluğu tomurcuklara aktararak filizlenmesi ve esen rüzgârla tohumlarını suya bırakması (s. 94) da bu ve benzeri toplumsal feminist öykülerin ileride filizlenecek tohumlar gibi kitaplar ile bütün dünyaya dağılacaklarını anlatır. Bu da, kadınların akıl yolunu bulmayı başararak erkekçi ahlâk baskısını kırabilmelerinin çaresinin aynı yolu bulamayan kadınlara nasıl ulaşacağını anlatır.

 Erkeksiz Kadınlar romanından dört kadının öyküsü “Zanan-e Bedun-e Mardan” (Women Without Men) adıyla beyaz perdeye uyarlanır (IMDb: 6,3/10, 1 s. 29 dk.). Bağ evinde yaşananlar ve sahibi kadının, erkek baskısı karşısında ölüp ölüp dirilen kadının, arkadaşı kadının ve tövbekâr olan eski yaşam kadınının öyküleri ile Şah karşıtı gösteriler ve sıkıyönetim olayları konu edilir, filmde. ABD’de yaşayan Shirin Neshat ve Shoja Azari’nin yönettiği filmde Shabnam Toloui, Pegah Ferydoni ve Arita Shahrzad başrollerdedir. 2009’da Venedik Film Festivali’nde kazandığı en iyi yönetmen Gümüş Aslan ve UNICEF ödülleri, 2010’da (Manaki Kardeşler) Uluslararası Görüntü Yönetmenleri Film Festivali’nde kazandığı Altın Kamera ödülü ve yine aynı yıl, Taipei Film Festivali’nde kazandığı Uluslararası Yeni Yetenek Yarışması ödülü ile birlikte yedi ödülü ve yedi ödül adaylığı vardır.

Kadınların ve erkeklerin hem yapı hem de karakterleri bakımından birbirlerinden farklı oldukları zaten kabul edilen bir gerçektir. Ayrıca farklı düşünür, hisseder, algılar ve tepki verirler, neredeyse ayrı gezegenlerden gelmiş yaratıklar gibi. Kadın ile erkeğin zihinsel ve duygusal farklılıklarının bilincinde olmakla birlikte, iki cinsten birini diğerinden üstün ya da birbirlerinin zıddı ve rakibi olarak değil de birbirlerini tamamlayıcı varlıklar olarak görmek gerekir. Aristoteles’in tezi olan ortalama erkeğin ortalama kadından daha üstün olduğu düşüncesi çoktan aşılmıştır.

Erkekler maddi dünyaya daha çok bağlıyken kadınların ruhsal dünyası yani gönülleri daha zengindir. İki kitabı bu açıdan ele aldığımızda, bu düşünceyi yansıtan örnekleri çok buluruz. Bu örneklerin ele alınışı ve okuyucuya sergilenmesinde, tam anlamıyla, yazarların kendi düşünce biçimleri ve hayal dünyalarının zenginliğinden kaynaklanmış olduğuna hiç kuşku yok iken cinslerinin genel karakterinden gelen etkilenmeler de yok diyemeyiz. Ünlü psikolog Prof. Dr. Nevzat Tarhan bu yaklaşımı “Modernizm ile birlikte özgür ama yalnız insanlar çoğaldı. Yalnızlığa karşı en duyarlı kişilik kadında vardır. Çünkü iletişimde erkek bilgi aktarımını önemserken kadın paylaşmayı ve yalnızlığı gidermeyi önemsiyor,” biçiminde açıklamaktadırBu bağlamda Tarhan’a göre, feminizm de kadının psikolojik gereksinimini göz önüne almadığından onun duygusal ihmaline yol açmaktadır. 

Belki de salt bu yüzden, kadınsız kalan erkekler olanı kolayca kabullenerek kaldıkları yerden yaşamı sürdürmüşlerdir. Kendisini aldatan karısı öldükten sonra bir koca karısının aşığıyla buluşarak rahatça karısını konuşabilmiştir. Bir diğerinde üniversiteyi kazanamadığı için kendisini sevdiği kıza uygun bulmayan genç, rahatça arkadaşına sevgilisiyle çıkmasını önerebilmiştir. Evden dışarı çıkmasına izin verilmeyen adam Şehrazat’ı yitirirse kadınsız kalacağını değil de bir daha öykü dinleyemeyeceğini düşünmüştür. Karısını, çalıştığı şirketteki en yakın arkadaşı ile yatakta çırılçıplak yakalayan adam her ikisinden de öfkesini çıkaracağına elindeki çantasıyla evini ve işini terk ederek uzağa gitmiştir. Bu örneklerin hepsi de kadınlarını bir biçimde yitirdikten sonra yeni bir yaşama, öyküye başlamıştır. Sadece kadınlara yaptıkları kendisine de yapılan estetik cerrah olanı kabullenemeyerek yıkıma uğramış, ölüme kadar gitmiştir.

Erkeksiz olan kadınlar ise başlarına gelenlerle baş etmeye çalışırlarken erkekler gibi gerçeğe uygun yeni bir yaşam kurmak yerine, hayal dünyalarında kurtuluşu temsil eden simgeler yaratmayı yeğlemişlerdir. Böylece erkeklerin ve çevrenin ahlâk anlayışından kaynaklanan baskının gerçekliği ile hayallerinin zenginliğinde yarattıkları bu baskıdan kurtulma yoluna ilişkin gerçeküstü oluşum birlikte, yan yana bulunmaktadır. Bekâretini yitirmemek için bir kadının kendisini, abisinin bahçesinin kenarına ağaç olarak dikmesi buna bir örnektir. Çalışmaktan yorulmuş genç hayat kadınının bütün müşterilerini kafasız görmesi, bir diğeridir. Abisinin kapıdan dışarı çıkmasını yasakladığı kadının, ölmeyi bile göze alarak dışarı çıkmasını imgeleyen kendisini terastan atarak öldürmesi, başkasıdır.

Sergilenen öyküleri göz önüne alınca Murakami’nin, sadece kadınsız kalan erkeğin ruhsal durumunu, onun düşündüklerini ve dünyasını ele aldığını daha açıkçası başka bir hedefe yönelmediğini anlıyoruz. Oysa Parsipur, kadınların hem erkek tahakkümü altındayken iç dünyalarını hem de erkekten daha doğrusu onun dar ve tutucu ahlâk anlayışından kurtulabildiğinde neler hissettiklerini anlatmaya çalışır iken bir yandan da kadını gelenek baskılarından kurtaracak tek çarenin feminizm olduğunu göstermek istemiştir.

.

Yararlanılan Kaynaklar:

P. Abdollahifard, 2020, s. 357, İran’da Feminizmin Gelişimi, İran Çalışmaları Dergisi, c. 4, sayı 2, s. 351-384.

J. Gray, 2003, s. 13, Erkekler Mars’tan Kadınlar Venüs’ten, Altın Kitaplar, 8. Basım, 287 s.

Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Kadın ve erkek farklılıklarına rağmen eşittirler”, Üsküdar Haber Ajansı (ÜHA) Yayımlanma Tarihi: 20.07.2019