18 Eylül 2023
RECEP NAS
“Sen misin güvercini çalan lan?” dedi polis. Çaldın dediği güvercin de benim bakmalara kıyamadığım kırmızı çilli. “Yok abi, ne diye çalayım? Benim zaten. Hastaydı. Ben okuldayken almışlar yuvasından” diyecek oldum, kelimeler boğazımda kılçıklandı. Hemen yanı başımda dikilen iri kıyım, Bruce Lee endamlı polisin ittirmesiyle kendimi bir anda bira fıçısı göbekli polisin kucağında buldum. “Turuncu macun boya sürmüşler kanatlarına, iftira…” Sözümü tamamlayamadım. Güvercinimin kanatlarına sürdükleri boya ılık ılık içime aktı. “Kes ulan, koskoca adam yalan mı söylüyor? Gominist misin sen lan?” Üniformasının içinde hayalet gibi duran, daracık odayı çağanoz adımlarla adımlarken çektiği otuz üçlük tespihin şık şık çıkardığı sese benzeyen cılız bir sesle konuşan polis sordu bunu birden. Hücreye tıkılma ihtimalini beynime enjekte eden bu soru, kılcal damarlarımdan ter ter olup aktı, bütün bedenimi sardı. Sol yanıma bir sancı saplandı. Hırsızlık bahane; asıl suç gominist olmakta. “Goministliğin” güvercin beslemekle bir ilişkisi olmalı diye geçti aklımdan. Bir ilişki kuramadım. Oysa vardı bir ilişkisi. Olmalıydı. Güvercin, hırsız, gominist, güvercin, hırsız… O ağız senin, bu ağız benim, delici sözcükler fırlatıyorlardı üzerime. İğne iğne açılan deliklerinden kanlar akıyordu bedenimin. “Güvercin tedirginliği” ne kelime, yürek sarsan bir güvercin ürkekliği sardı gövdemi. Goministlikle suçlarlarsa suçlasınlar, gam değil de, işlemediğim bir suçun şamar oğlanına döndürülmem kanıma dokundu. Yaltaklanacak değilim ya, homurdanmayla mızırdanma arasında kolan vuran, böylesi dikine dikine sözler de döküldü ağzımdan. Uzun boylu, pos bıyıklı olanı girdi devreye bu kez. Elini dışbükey yapıp iç tarafının bileğiyle birleştiği etli kısmını kafama bir balyoz indirdi. “Ne homurdanıyorsun lan?” Hoop, pencereye sırtını vermiş, öylece dikilen tıknaz polisin kucağına bu defa da. Sarkan göbeğiyle bir su varilini andıran bu tıknaz herifin yüzüne yerleştirdiği alaycı gülümsemeye bir de gözlerinden yalım yalım saçılan hınç dolu öfke kıvılcımlarını karıp katıp üzerime fırlatması karşısında yüreğim, mangalda cız bız pişirilen tavşan yüreğine döndü. Cılız mı cılız gövdem ellerinde lastik topa dönüştü. “Cumhuriyet Lisesine gidiyormuşsun lan. Gominist yuvasına.” “Abi, güvercin benim!” dememe fırsat vermeden hoop bir balyoz daha. Tam sol yanağıma. Balyozun sol yanağıma inmesinin bir hikmeti olmalı. —Ah sol yanım, acemi yanım, yazgısı kara yanım— Bu sözler de nerden aklıma geldiyse, işe yarıyordu ama. Yürek yarasını, beden acısını sağaltan afsunlu sözler gibi. Yanağımın alev alev yandığını hissediyorum. Hırsız mıyım, “gominist” mi, bir türlü karar veremiyorum. Kafamda bir türlü karşılığını bulamayan bu, kırk satır mı kırk katır mı türü sorunun çengeli, aç karıncalar gibi beynimi oyup duruyor, adeta kemiriyor.
Olan benim kırmızı çilliye oldu. Zavallı hayvan, hastalığı bir tarafa; bir de o el senin bu el benim, karakoldu, polis otosuydu gide gele fazla dayanamadı. Karakolda, erkekliğe bok sürmemek uğruna kendimi zorladığım için ağlayamamaktan kızarmış gözlerimin önünde ölüverdi. Yediğim kötek yetmezmiş gibi bir de güvercinimden oldum. Polislerin kâh üçgen, kâh dörtgen biçiminde oluşturdukları geometrik bir şeklin bir o köşesine bir bu köşesine atıla fırlatıla, denk gelen her yerime balyoz kadar ağır yumrukları yiye yiye küçüldüm de küçüldüm. Ah, çocukluğum da, ilk gençliğim de telef oldu gitti hoyrat ellerde! Koskoca balyozlar ine kalka koskoca bir adam oldum.
Bilmem kim abla diyesiymiş ki iyi olmuş köpoğluna, diklenip duruyordu ota boka, belki aklı başına gelir bundan böyle. Kulaktan kulağa yayılan bir söylenti, babam evlatlıktan reddedecekmiş beni. Etsin bakalım. Hırsızlık ettim diye değil, gominist olduğum için ama. Kulağı kirişte, dışarıdan dinlemiş polisleri. Koskoca devlet yalan söyleyecek, iftira edecek değil a! Keşke hırsız olsaydı diye de geçmiş midir aklından? O günden sonra yüzüme de bakmaz oldu. Yüzümde patlayan tokatların kızartısı hırsızlık utancından değil, goministliğin aykırılığından. Bir günahın keçisi, bin günahın keçisi onlarca elim var benim, onlarca gözüm. Her yere yetişirim. İnatçının tekiyim. Deve kini vardır bende. Şeytanla da işbirliği ederim, güvercinlerle de. Gominist gominist diye diye üstüme gelen çocukları da püskürtürüm bi güzel. Bütün ikiyüzlülerin günahlarını mıknatıslamışım. Bir perde gibi germişler cılız gövdemi; ardımda kötülüğün bin bir türü işleniyor. Bilmiyor muyum sanki bakkal Memduh’un fare kemiriği leblebileri sevap olsun diye çocuklara dağıttığını. Böbürlene böbürlene. Allah’ı kandıracak aklı sıra. Adı besmelesiz yere basmaza çıkmış Hacı Hayri’nin ne anasının gözü fırıldak olduğunu, arabacı Kadir’in karısı süslü Ayten’le iş pişirdiğini bilmiyorum sanıyorlar. Bakkal Memduh’un kız kurusu kızı Mualla’nın üstünde salkım saçak duran burjuvalığına ne demeli ya. -Bu “burjuva” lafını da bizim Sarı Yusuf’tan duydum. Mualla karısının üzerine tam oturdu ama- Hele çingen pembesi minisini çekip altına da dantelâlı beyaz külotlu çorabını geçirmesi var ya. Aman aman! O ne çalımlı yürüyüş öyle. Mahallenin bütün delikanlıları anında kösnül tavşan. Güya kardeşi doktor olacakmış da, arabasını tamire abime götürecekmiş. Kardeşi beyaz yakalı olacakmış da, biz hep karayakamızı gevip duracakmışız. Haspam! Pek bir mazbut aile çocuğuymuş. Sabah akşam dersten kafasını kaldırmıyormuş. Anneme nispet yapar gibi anlatırken duydum. Hıh. Kimsenin malına göz dikmezmiş. Sanki bilmiyorum babasının dükkânından paraları aşırıp aşırıp da gizlide köşede parasına kâğıt oynadığını. Bak sen şu Mualla karısına! O da inanıyormuş benim hırsız olduğuma. Az gelişmiş ülkenin sonradan görme burjuvası ne olacak. Nasıl da kokuşmuş kokuşmuş akıyor üstünden rüküşlüğü. Bilmem kim abi göresiymiş beni. Bir de anlatıyormuş ki sanki ben çalarken güvercini, o da erketeye yatmış. Bu dedikoduyu da o Mualla karısı çıkarıyor, biliyorum. Goministliğimi bizimkilerin kulağına fısıldayan da, o çopur suratlı kardeşi. Bilmiyor muyum sanki? Hem güvercinimi benden gizli alıp hem de karakola “Bu goministin tekidir!” diye ispiyonlayan herifçioğlunun aklı ermez böyle şeylere. Çerçi Nurettin derler, zır cahilin önde gidenidir. Nerden çalındıysa, bir şekilde kulağına gitmiştir bu gominist lafı; o da aklı sıra bizimkilerle arasındaki düşmanlığı benim üzerimden sürdürecek. Karısı denen soyka Hatçe pek bir sıkı fıkı bu Mualla karısıyla. Onların kulağına kar suyunu kaçıran da bu Mualla cadısıdır mutlaka. Ona da kardeşi olacak o çopur surat fıslamıştır. Eve azıcık geciksem dedikoducu karılar gibi bire bin katıp yetiştirir ablasına. Güya ben olaylara karışıyormuşum, hep solcu çocuklarla takılıyormuşum da, bilmem daha neler neler. Ağzı gevşek ablası durur mu, o da bine bir bin daha ekler, doğruca bizimkilere. Onlara göre goministlikle hırsızlık aynı çanağa işeyen uğursuzların belgiti. Akılları sıra beni tarif ediyorlar. Oysa benim gominstiğimden ne ola ki? Cirmim ne ki benim? Ama gel anlat bunu. Yo, o kadar da değil ama! Cirmim ne kadarmış, cürümüm neymiş görürler. Goministlik nasıl oluyormuş, göstereceğim hepsine. Hele şu okullar bir açılsın, hele evden uzaklaşmamın bu haklı gerekçesini elime bir alayım, görürler o zaman. Goministliğimin alnına bir kızıl damga gibi hırsızlığı da vurup salıverdiler karakoldan dışarı o gün beni. Babamın öfke dolu sessizliğini, annemin öfkeyle karışık sitem dolu sözlerini duya duya evin yolunu tuttuk. Konusu komşusu, bileni bilmeyeni, yeniyetmesi, bir karış sakallı hacı amcası, Mualla karısı, Ayten ablası… kısası bütün bir sokak, ağızlarında sakız ettikleri pis bir küfür gibi bir “gominist” lafını gizlide bucakta, sakınımsız kusup durdular üzerime o günden sonra. Sanırsın hepsi birer devlet, birer koca hükümet, eli sopalı polis. Bira fıçısı göbekli polisler, çağanoz yürüyüşlü polisler, uzun boylu, pos bıyıklı polisler hep yanımda, yöremde. Düşlerime girdi hepsi günlerce. Sırayla karşılarına alıp kabir sorularıyla sığaya çektiler. Atmaca saldırısında çatılardan fırlayıveren güvercinler gibi birden fırlayı fırlayıverdim uykularımın derin kuyusundan. Günlerce sürdü bu kâbus. Sonsuzca süren bir mahkemenin kimi zaman müzmin bir sanığı, kimi zaman ömür boyu hükümlüsü olarak beni benliğimden, kendimce kutsadığım “goministliğimden” mahrum bırakmak için arsızca giriştikleri çabaları boşa çıkarmaya ta o gün, elim yüzüm kızarıklar, morluklar içinde, bacaklarımda adım atacak mecal bırakmadan karakolun kapısından yaka paça dışarı attıkları o gün ant içtim. Nefes nefese, kan ter içinde uyandığım gecelerde bana bu kâbusu yaşatanların suratlarını ben de teker teker karşıma aldım ve en sunturlusundan küfürlerle lanetledim hepsini. Korkularımı öfke dolu bir kararlılığın dikenli elleriyle sağalttım. Gecelerimin karanlığını sildim süpürdüm. Düşlerimi doğadan ödünç aldığım, umutlar aşılayan renklerle süsledim. Bir sabah gözlerimi açtığımda, mavi bir gökyüzünün altında sarı sarı gülümseyen bir eylül karşıladı beni. Hırsız damgasını çıkaramayacakları bir derinliğe gömdüm, goministliğimi ölümüne bir yoldaş gibi yanıma alıp okulun yolunu tuttum. Ta ki yine bir sabah, bütün kardeşler sıra sıra yattığımız yer yataklarından babamın anneme “Televizyonu aç, radyoda marşlar çalıyor, bir şeyler oluyor!” diyen, korkuyla karışık, kendince bir umudun tınılarını da taşıyan fısıltıyla çıkan sesini duyuncaya dek sürdü okul yolları. Yolumu, siyah-beyaz televizyonun pır pır kıpırdayıp duran ekranındaki omuzları bol yıldızlı, bet sesli bir âdemoğlu kesti. Yapmadığım hırsızlığım unutuldu gitti. Ben de tuttum goministliğimi bembeyaz bir mendil gibi güzelce katlayıp iç cebime koydum ve başka bir yol açtım önüme.
–
Recep Nas’ın Diğer Yazıları
Küçürek Öyküler