1 Mayıs 2025
AYAZ ERDA

hep öyle, bir yanın cennet, bir yanın cehennem. bir yanın melek, bir yanın şeytan. kime hangi yüzünü dönüyorsun? kimi nereye çağırıyorsun?
yaşam gerçekte dipsiz bir kuyu… cennet yanın, melek yüzün direniyor o kuyuya. cehennem yanın, şeytan yüzün kendisiyle birlikte gücü yettiği herkesi de çekiyor o kuyuya. bunun da adına yaşam diyorlar… hep bitişlere, tükenişlere koşan yaşam…
cennet yanın, melek yüzünle dünyanın en saf, en temiz insanı olabilirsin. bile bile. öyle olmak istediğin için. kapayabilirsin gözlerini. bile bile. hepsi belki umudu içindir. belki… yanılmadığında diretirsin. aptalca ayak dirersin.
oysa cehennem yanın, şeytan yüzün gerçekleri o kadar çok vurur ki kafana… korkarsın ondan. o da bilir korkunu ve hep haklı çıkmaktan zalimce bir zevk alır. zalimdir.
dünya ve insan nasıl olursa olsun, nereye giderse gitsin, var olmak için gereksinim duyduğun en güçlü duygu hep aynıdır: içindeki iyiliği korumak… bunun da bedeli ya da ödülü, nasıl baktığına bağlı, yalnızlıktır. yürek yalnızlığı….
kendini nereye koyarsın yaşamda?
sen erişilmeyecek olan mısın?
karşındakiyle eşit olmak mı? hayır canım, onun ne aşağılık, ne basit, ne güvenilmez, ne beş para etmez… olduğunu (olacağını ya da) sen bilirsin! “seni anlamak, tanımak, sevmek istiyorum” diye kaç kişi hakkında tüm içtenliğinle durup düşünürsün acaba? tüm içtenliğinle “seni anlamak, tanımak, sevmek istiyorum” diye düşünmediğin insanların yanında olmayı neden sürdürürsün? karşındakini küçük görürken, onu o küçük gördüğün yere itmişken yani elini uzatıp tutmamışken elini, sen de küçülmez misin? o küçük olduğu için sen de küçük değil misindir ya da tersi…
sonra gider cam bir fanus alırsın kendine. küçük bir cam fanus. içindeki renkli çakılları da armağan ederler sana. bildiğin tüm denizlerden topladığın taşları, deniz kabuklarını dökersin önüne. seçersin en güzellerini… cam fanusunda bir araya getirirsin. kitaplığının raflarından birine, (kitapların da vardır) sarı vazondaki dağ çiçeklerinin ve mavi fincanın ortasına koyarsın fanusunu. alt raftaki fotoğrafta objektife yerleştirdiğin bir çift sevgili ayak, birbirini seven ayak, durur. tahtadan oyulmuş küçük bir de yelkenlin vardır. çocukluğunda hiç sahip olamadığın güzel küçük bir bebeğin bile… sarı saçlı, mavi gözlü… ne kadar da narindir! kırılgan bakışlarını hemen tanırsın. sen onu hiç kırmamışsındır. belki bu yüzden hiç terk etmez seni. hiç terk etmezsin onu.
kapılarını kapatmak kalır geriye. hem pencereleri bile plastikten yapmıyorlar mı artık!
gözlerine yürüyen yaşlar akmak için en uygun zamanı kollar.
belki yalnızca dilediğinin ne olduğunu bilirsin. her yıldız kaydığında söylendiği üzre tuttuğun dilektir o. oysa dünyada ne çok yalan vardır. hiçbir yıldız senin dileğinin üzerine düşmez. boşuna beklersin. boşuna olduğunu bile bile beklersin. bir yalanın parçası olursun. hem de sen yaratırsın o yalanı. yarattığın yalanın yaşadığın bir yalana dönüşebileceğini göremezsin. gördüğün en güzel düş yaşadığın en acı gerçek olacaktır, bilemezsin. kimseyi incitmek istememiştim’e kendini bile inandıramazsın. en çok incinen sensindir çünkü.
sözcükler yitmelidir artık. şair senden önce öğrenmişti sözcüklerin bile yetersiz olduğunu… sözcükler yetmez…
gözlerinden düşen ilk damla senin sarı diye adlandırdığın yeşil bir uğur böceğini ıslatır. yolundan alıkoyduğun için bağışlar mı seni, bilemezsin!
.