Yeşim E. Uşkun’dan O’na Adanmış Öyküler

20 Mayıs 2024
VİCDAN EFE

Yeşim E. Uşkun; kat kat öyküleri yüreğinde barındıran, onlarla yaşayan bir yazar. O’na Adanmış Öyküler (Yakın Yayınları, Mart 2024), yazarın ilk kitabı olmasına rağmen içindeki katmanlardan damıtılmış ancak yeri geldiğinde damlayan öz sularla kurulan cümlelerle örülmüş.

Olaylar yalnızca araç. Asıl söylemek istediği, olayların neresinde olduğu ve nasıl gördüğüyle ilgili. Sakin, pek konuşmayan yalnızca dinleyen insanlar vardır hani. Ara sıra ağızlarından bir cümle dökülür. Bütün konuşulanların özetidir. Ortama güven verir. İşte anlatımdaki sakinlik, bütün öyküye, olan bitene hâkim olmasından, nedensellik bağlantılarının güçlülüğünden ve dolayısıyla kendinden eminlikten kaynaklanır.

Başından sona doğru akmaz. Sonlandırılmaz da. Hayat gibidir. Hiç umulmadık yerden, öykü kişisinin bam teline dokunan bir görüntü ya da cümleyle okurun da yüreğini titreten bir yerden başlar. Aslında bu titreme, sona yaklaştıkça oluşur. Çünkü giriş anına uzaklaştıkça bütünü görme fırsatını yakalar okur. Yakın mercekten bakmakla başlar, mercek gittikçe büyür, kuşbakışı görülür öykü. Bu yüzden sonuna kadar merak ve her cümlede olayın ve duyguların farklı tarafından kavrar olan biteni.

Aslında olan biten, elle tutulur değildir çoğu kez. Öyle pamuk ipliğine bağlıdır ki fazladan bir sözcük ya da cümle, olayı bambaşka bir yere taşıyacak, öykü kişisinin anlatılmayan iç katmanlarından biri ortaya çıkıverecektir. Yazarın izin verdiği oran ve açıdan değerlendirirken sanki öykü bittiğinde başka bir yerinden ya da kitaba sığmayan kısmından anlatmaya devam ettiği duygusu ağırlık kazanır. Böyle olunca dikkatli ve donanımlı bir okur,  yazarın izin sınırlarını aşarak zihninde bambaşka öyküler tasarlamayı sürdürür.

Öykülerin her biri bambaşka dünya olsa da anlatımdaki o damıtılmış sadelik ve sakinlik adı konulmamış bir atmosfere sokar okuru.

“Uzun süredir ilk kez bu sokaktan geçiyorum, geçme cesareti gösterebiliyorum diyelim.”

“Nilsu” öyküsü bu cümleyle başlıyor. Bu sıralı cümlenin yalnızca ilk kısmı yazılsaydı sıradan olurdu. İkinci kısmıyla, hem daha önce o sokaktan geçmekten korkması hem de yazarın içtenliğini okurla paylaşması, öykünün okunurluğunu, anlaşırlığını olumlu etkiliyor hem de karşılıklı sohbete dönüşen bir samimiyeti başlatıyor. Sanki uzun süredir ilk kez geçmeye cesaret ettiği bu sokak hikâyesinin, her okur, kendisine anlatıldığı, seçilmiş ve biricik olduğu duygusuna kapılarak peşinden gidiyor.

Kitabın girişinde okumayıp doğrudan öykülere daldıysanız bile bu kadar katmanlı öykülerin yazarının yaşamından ipuçlarını merak edip yazar hakkındaki ilk sayfaya göz atmak gereksinimi duyabilir okur.

Çanakkale’de yatılı sağlık meslek lisesinde okuması, o yaştaki bir çocuğun hayatı öykü derinliğinde yaşamasını anlamaya çalışırken On Sekiz Mart Üniversitesinin Tarih Bölümüne başlaması, değişen bir kanun, hayatın cilvesini başlatır ve hemşireliğe döner. Rize Çayeli Sefalı köyündeki görevinden, Manisa Celal Bayar Üniversitesi Hemşirelik Bölümünü bitirir. İşletme, ardından Dokuz Eylül Üniversitesinden aldığı bir yıllık destek eğitimiyle Ruh Sağlığı Hastanesinde yönetim alanında çalışır.

Evet, yazarın insanları yakından tanıyabildiği, farklı coğrafyalarda farklı rollerde karşıladığı yaşam anlarını içselleştirdiği ve ruhundan taşanları edebi metinlerle, katmanlı öykülerle biz okurlara sunması çok değerli.

Öykülerin biri dışında birinci tekil kişi ağzından anlatılıp tekrara düşmeden, her öyküde farklı rollerde, farklı duygularla karşımıza çıkması kitabın zenginliğini oluşturuyor. Bütün öyküleri okuyup bitirdiğimizde yazarın bunları gerçekten yaşayıp yaşamadığını sorgulamadan kabul etmek de anlatımdaki başarının başka bir göstergesi.

Öykülerde uzun ve süslü anlatımlara yer yok. Bu yönden de yazarın öyküyü anlattığı noktanın sağlamlığı, kurgunun ve dilin birbirinden ayrılmazlığı, yalın ve içtenliğin okurda karşılık bulduğu öyküler oluşturmuş.

Örneğin bir vantilatörün bozulmasıyla başlayan süreçteki yol, okurun gözü önünde değişerek başka yollara sapıyor ve o vantilatörü sanki biz taşıyoruz, öyküyü birebir biz oluşturuyoruz.

Tıpkı yaşamdaki gibi rastlantıyla karşılaştığımız bir kişinin bir sözüyle planın başka bir yöne akması. 

“Anne, hava ne zaman soğuyacak?”

Üstteki alıntıHavuzda Arkadaş Yok” öyküsünün ilk cümlesi. Bir çocuğun yeni alınan bir montu ya da botu giyebileceği soğuk günlerin gelmesini beklemesini düşündürüyor önce. Sonra, öykünün adından yola çıkarak çocuğun arkadaşlarının denize girdiği, hava soğursa havuzda kalabalık olmayı hayal ettiği…

Ancak ilerleyen anlatımda, anne baba diyaloglarından anlaşılan sorunlar ve devamında çocuğun hava soğursa yüzmeye gitmeyeceğini hayal etmesi, öyküyü başka bir ivmeye sokar.

Çocuğun basit bir sorusu, aile içindeki yaşamın her cümlede üstünü açıyor. Okurun gözü önünde, tanıklığında. 

Yazarın asıl başarısı burada belki. Okurun tanıklığını, olaya dahil olmasını önemsiyor. Hâl böyle olunca her sözcüğün, her cümlenin anlamındaki arka planı da hissediyor okur.

Gelin, O’na Adanmış Öyküler kitabının okurları arasına siz de katılın. Sohbet koyu ve derin. Hayat, yaşanmışlıktan öte anlamlar taşıyor. Her okurla çoğalır öyküler, öykülerle de okurların ruhu.

.