Şubat 2024
“Ben şimdi size ateşi harlatmadan kırk üç seneyi nasıl anlatsam?” sorusuna yanıttır yazmak.
.
Yazmasam olmazdı çünkü kendimi bildim bileli okuduklarım da beni okuyup yazıyor.
Okuduğum sadece kitaplar da değil üstelik. Neyi, niçin, ne hakla?
Afişler, duvar yazıları, ansızın bahar göğü, akşamları sığırcık sürüleri, bir elma ağacının çiçekleri, taşlığın otlarla bitiştiği yerler, üstüme damlayan yıllar, başakla harman, ateşle çelik, bir işçinin alın teri, her gün dinlediğimiz, her gün konuşacağımız onca tarih, tek başına rüzgârın yürüyüşü…
Sonu olmayan, bitimsiz, tekrar eden bir tarihtir okumak ve yazmak.
Kendinden arınmaktır. Suyu suyla yıkamak kadar masum. Birden anlamaktır, su da arınır suyla yıkanınca.
Yazı, yazmanın ve yaşamanın ilacıdır. Silahları; askerleri tedirgin eder, güvercinleri havalandırır, zeytin dalı uzatır.
Yazı itiraz ve kabuldür, yirmi yılı aşkın şiir yolculuğumda hemen her insana, her yaşantıya uğramaya çalışmış, rüzgârı fırtınaya dönmüş bir seferi hâli.
Yazmak avare çalıdır, rüzgârla sürüklenen. Bahçeleri, kapıları uyandırır, yastığımızda mışıl mışıl uyuyan yağmuru bize hatırlatır. Şehirleri cebimizde taşırken vakitli vakitsiz seslerle tanışan kulaklarımızı doldurur.
Bir kum saatinde zaman eksilirken yazmadan olmaz çünkü ancak yazarak zamana meydan okur insan.
Kilitteki anahtardır yazmak, son cemrenin düştüğü topraktır, unutmamaktır yanıp kül edilenleri temmuzda.
Yazmasam olmaz ama derken meğer söz gümüş, meğer söz bakır… Ne kadar yazsam, bir ekmeğin sıcaklığını ve baharda açan ilk papatyanın kokusunu taşıyabilir miyim dünyaya?
Yazdıkça yaş aldım, yaş aldıkça yazdıklarım değişti. Kendi işimi kendim bitirdim yazarak. Yazmasam gün boyu ıslak kalabilirdi yaşam sokağım. Güneş kendini yakıp ısıtmazdı.
Yazmasam nasıl katlanırdım olmanın hâllerine… Varlığım kaç kırat?
Düşsel bir zamana, hiç adım atılmamış bir bilinmezliğe adım atmaktır yazmak. Zamanla değişen adresler gibi, değişen insanı ve dünyayı kavramanın eşiğidir yazmak, yabancısıyken hâlâ yaşamanın.
Tabiatın dilidir, hayvanların kardeşliğidir, kanat vurmaktır özgürlüğe. Kışı bekleyen nergis çiçeğidir, her şey bir mevsimken. Bir gülün neden hep kırmızı açtığını düşünmektir.
Eros ile Bacchus’tur. Ruhları birleştiren aşk adlı ağda, anlayamadığımız ve anlatamadığımız onca şey varken bir gün yalnızlığı, bir gün bütün olmayı seçmektir.
Yazmadan olmaz, üst üste bunca kitap yığılırken içi kaynayan bir yanardağ gibi patlamaya hazırsa insan.
İçimizden şehir ve tarih akıp giderken Tanrı ile, İsa ile, krallar ve milât ile yolculuktur.
“Ben şimdi size ateşi harlatmadan kırk üç seneyi nasıl anlatsam?” sorusuna yanıttır yazmak. Zen’dir, anlatılınca artık ortada Zen kalmayan. Tao’dur ki aslında Tao olmayandır o.
.