Yazmasam Olmaz

Şubat 2024

SÜLBİYE YILDIRIM

“Yazı dilsizin dilidir.” 

Kim söylemiş, ne zaman söylemiş bilinmez ama yazının, yazmanın gücünü ne güçlü vurguluyor. Her yazanın kendine göre bir tanımı, kendine göre bir sebebi vardır ama en çok da dilsiz kaldığı, sesinin kısıldığı, sözünün dinlenmediği zamanları aşmak, ses olmak, söz olmak için yazar insan. Güç olmak, güçlü olmak için yazar. Kendinin bilincinde olduğu andan başlayarak, yaşadığı her yere anlam yüklediği işaretleri koymasını sebebi de budur. Mağara duvarlarını çizgileriyle donatırken, doğa güçlerini etkilemeye yönelik iradesini, o güçleri alt etmeye yönelik kararlılığını ifade etmeye çalışmıştır.

Atalarımız günlük yaşamlarını kolaylaştırır düşüncesiyle, duvarlarına sözlerini resimlerken, binlerce yıl sonrasında da seslerinin duyulacağını düşünmemişlerdi belki, onların kalıcılığından habersizdiler. Amaçları sadece kendilerine hükmeden gücü etkilemekti şüphesiz ama bugün bizler, yazının hem kalıcılığının, hem de etkisinin bilincindeyiz. En önemlisi de bu özelliklerinin yazının gücünü artırmasının ötesinde, yaşama anlam kattığının da farkındayız.

Farkındalığımız yazıyla olan ilişkimizi çok değiştirdi. Bugün artık edebiyat olarak adlandırdığımız özel yazma alanıyla dilsizliğimizi alt edip bilinçli olarak kalıcılığın ve anlamın ardına düşmekteyiz. Yetmiyor, yarattığımız anlamlarla çevremizi etkilemeyi istiyoruz. Bundan dolayıdır ki yazma alanı olarak edebiyat, insanın yazıyla kurduğu ilişkide çok önemli bir yerde. Üstelik bu alan, zamanın değişen koşullarına uyum sağlayan biçemleriyle yazının gücünü her daim hissettiren önemli bir alan olarak eli kalem tutan herkese açık.

İnsani gereksinmemizi sağlayan en önemli ifade aracımız olan edebiyatın önemi, yazarı da önemli kılar. Çünkü yazar, içinden geçtiği zamanın ve yaşadığı toplumun bireyi olarak yazdıklarıyla, söyledikleriyle çağına tanıklık yapandır. Tanıklıklığıyla, insanlığın düşünce dünyasını temellendiren, geçerliliğini yüzyıllardır sürdüren, aşılamayan yapıtlar ortaya koyar. Bu yapıtların sahibi yazarların ve şairlerin sesleri, sözleri, tıpkı avcı atalarımızın mağaralarının duvarlarında bıraktıkları sesleri gibi zamanını aşar, tekrar tekrar okunur, söylenir, dinlenir. Kendinden sonra gelenlere yol gösterir.

Edebiyat yapıtları bu özellikleriyle sarsıcı gücü yüksek olan ve sonuçları egemenleri korkutan insan eylemidir. Çünkü insanın üzerindeki gücü, hiçbir sanat yapıtında yoktur. Alımlayıcısı üzerinde etkin bir zihinsel tepki uyandırır, iletisiyle onu değiştirir ve dönüştürür. İleti, yazarın eserini üretirken yüklediği anlamdır. Anlam yapıtı değerli kılan güçtür.Bu güç insanın kendisiyle hesaplaşmasını sağlar. Yetersizliğini, acizliğini acımasızca yüzüne vurarak, onu kendisiyle tanıştırıp sorumluluğunu hatırlatır Çünkü insanın kendi serüvenini bir kez daha kontrol etmesi demek olan edebiyat, her seferinde hem geçmişe, hem şimdiye bakar, hem de geleceğe yönelir. Böylelikle zihnimizde kırılan tarih bilincinin yeniden yerleşmesi sağlanır. Yani yazmak aktarmaktır ama etkisiyle özneyi de kurtarır. Edebiyatın/yazının bu gücü toplumları denetim altında tutmayı zorlaştırır.

Gücünün farkına varıldığı günden itibaren edebi yapıtlar, muktedirler tarafından dikkatle ve gerekirse acımasızca yaklaşılması gereken bir insan eylemi olarak nitelendirilmiştir. Kitleleri etkileyen ya da etkileyecek olan edebiyat eserlerini, iktidarları için korkulacak bir silah olarak görmüşlerdir. Bundan dolayıdır ki düzenin çürümüş yanlarını gören ve gösteren edebiyat yapıtları egemenleri rahatsız eder. 

Dünya ekonomik anlamda yeni bir devrim çağının, iletişim devriminin zamanını yaşıyor. Bu devrim her şeyin elektronikleşip dijitalleştiği, her şeyin görselleşti bir dünya yarattı. Görselleşmeyi yaygınlaştıran ve ona ulaşmanızı sağlayan araçları artık cebimizde taşıyoruz. Cep telefonları günlük yaşamımızın vazgeçilmezi haline geldi. Akıllı telefon olarak adlandırılan, bu mini cep bilgisayarları ve İnternet ağları sayesinde dünyanın her yeri göz hizamızda. Olan biteni anında görüyoruz, izliyoruz. sosyal medya denen iletişim alanlarında, dijital dünyanın haber programlarında, dünyanın her yerinde olan biten her şeyi anında duyuyoruz. Onlar sayesinde savaşları, kavgaları, felaketleri seyirlik oyunlar gibi izliyoruz.

Kolay ulaşılabilirliği ve yaygınlığı iletişim devrimine özgü yeni insan tipi yaratılmasını da kolaylaştırdı. Sesinin, sözünün elinden alındığı, dilsizleştirilen dünyada sadece seyretmeye odaklı edilgen yaratıklar haline geldik. Edilgenliğimize yol açan görsellerin sunuluş biçimleri de savaş alanına dönen dünyada olagelen yıkımları, kıyımları olağanlaştırıp farkındalığımızı körelttiğinden, bütün olumsuzlukları, bütün felaketleri, korkunçluklarına rağmen sıradanlaştırıp doğallaştırıyoruz. 

İletişim devriminin yaşamımızı kolaylaştıran, güzelliklerinin yanında, insanı yok sayan, önemsizleştirip, değersizleştiren bir dünya yarattığının da farkındayız. Dünya kötüleşti, kirlendi. Hepimiz kötülüklere sebep olanlarla aynı kategoride yer alıp aynı isimle nitelendiriliyoruz ve insan tanımının içinde eşitleniyoruz. Bu kabul edilir bir şey değil. Biliyorum ki birçoğumuz bu eşitlikte yer almayı, aynı saftan olmayı reddediyoruz. İşte tam da burada, reddedenlerden biri olarak ben de yazıya sığınıyorum. Yazmasam olmaz.

Yazmazsam anlamlarına sahip çıkamam. Yazmazsam aynılaşırım, kötülüklere ortak olurum, kötüleşirim. Yazmazsam farkındalıklarımı, karşı duruşları mı dile getirme alanımı kaybederim. Yazmazsam gündelik yaşamın kurallaştırdığı katılıkları, çirkinlikleri, haksızlıkları dengeleyecek insanca bir titreşimi iletmek, bir umut kıvılcımı tutuşturmak mümkün olmayacak. Yazmazsam yaşamı yaşanmaz kılanlara karşı direnme alanımı da kaybedeceğim. Karşı duruşumu sergileme özgürlüğümü yitireceğim.

Çünkü benim için yazmak kötüleştirilen, çirkinleştirilen dünyayla başa çıkma yollarımdan biri; insanı yok sayan, emeği hor gören, ezen, küçülten egemene karşı başkaldırı. Yazmak en özel ifade aracım. Çünkü kötülük çağının insanı olarak anlamlarım, bütün bu anlamsızlıklardan, bu kötülüklerden yaralanıyor, yazmazsam yaralarımı sağaltamam.

Öfkeliyim, yaralıyım. Çirkin bir çağda yaşamanın ağırlığı altında ezilen insanlığın, bütün değerlerini yitirdiğine tanığım. Değersizleşen ve değersizleştiren her şeye karşı öfkeliyim. Yazmazsam öfkemi, isyanımı haykıracak alanımı kaybederim, baskılar içindeki yaşamda, az da olsa nefes aldığım özgürlüğümü yitiririm.

Yazmak tutkumdur. Amacı olan, amaca ulaşmak için kendimi yenilemenin zorunluluğunda beni besleyen, geliştiren bir tutku. İnsani sorumluluk, ahlaki bilinç, insan olmanın gereği. Farkında olmak, farkında olduklarımı fark ettirmektir. Kendimle yüzleşmemi sağlayandır. Yazmazsam toplumsal rollerin zorunlu kıldığı maskelerin örttüğü gerçek bene ulaşamam, içimdeki öfkeyi yıkıcılıktan ayıramam.

Yazmazsam çaresizliğin edilgenleştirdiği koca yığının parçası olurum. Oysa biliyorum ki çaresiz değiliz. İnsanlık çaresizliğini yenmenin yollarını hep bulmuştur. Bu yıkım çağının da son bulacağına yürekten inanmaktayım. İnançlarımı bu yüzdendir ki tutkuyla bağlandığım yazma eylemi, karmaşık düzende bana değerli kapılar açan eşsiz yoldaşım. O yüzden kalemime sahip çıkıyorum, yazmaktan vazgeçmiyorum. Çünkü yazmak etkili savaşma ve direnme yöntemimdir, özgürlüğümdür. Yaşamıma kattığım anlamdır!

Yazmazsam dayanma gücümü, inançlarımı, anlamları yitirmekten korkarım! Yazmazsam insan olamam. 

.