Yazmak Umudu Sevmektir

Şubat 2024

MİNE ÖMER

Yazmak, umudu sevmektir. Savaş ve yoksulluk içindeki çocukları şiirle sarmak, onların acılarını hafifletmek isteğidir bendeki yazma tutkusu.  Akdeniz’in değişmeyen boynu bükük havasınadır inatla şiir yazışım. Yaşım ilerledikçe toplumsal acılar, kıtalar arası savaşlar içinde kâğıtsız bir kurşun kalem olduğunu öğrendim yoksulluğun. 

 Henüz beş altı yaşlarındayken evdeki kitaplığı karıştırır dururdum.  Kitapları elime alır, kapaklarını inceler, içinde neler yazdığını düşünür, hayaller kurar,  onlarla iletişim kurmaya çalışırdım.  Annem, her gün öğle yemeğinden sonra  ablam ve beni kanepeye oturtur,  roman okurdu.  O, sayfaları çevirirken biz de heyecanla okuduklarını dinlerdik. Ertesi gün kaldığı yerden yine okurdu. Henüz daha okula gitmeden Kerime Nadir, Muazzez Tahsin Berkant, Halide Edip Adıvar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu  gibi yazarların pek çok eserini belleğime yerleştirdim.

Ablam, okulda öğrendiği şiirleri ezberlemeye çalışırken ben de ezberliyordum. Şiir, hayatıma onun sayesinde çok erken girmişti. Ezberlediğim şiirleri eve gelen konuklara  okumak isterdim çünkü şiir,  beni ta o günlerden  heyecanlandırmaya başlamıştı.  İlk okul üçüncü sınıfta sınıf öğretmenim Nazire Akarsu’nun  ödev olarak verdiği “Orman Haftası” şiirini en iyi ben yazmıştım ve törende yazdığı şiiri okuyan tek öğrenciydim. Nedendir bilmem o günden sonra şiir kendini yazdırtmak için beni hep dürttü.  

Her gün  kağıtlara şiir diye nitelediğim metinler yazar, sonra da yazdıklarımı oracıkta  unuturdum. Evin içinde şiirler uçuşurdu. Çok geçmeden annem derslerimi ihmal ettiğimi söyleyerek şiir yazmamı yasakladı. Böylece ev kâğıt çöplüğü olmaktan  da  kurtulmuştu.  

Orta okul sıralarında ise siyaset kokan şiirler yazmaya başladım, ta ki bir gün anneme yakalanana kadar.  Daha sonraki günlerde yazdıklarımı kitaplığımın üzerindeki duvar dolabına atmaya başladım. Boyum yetişemediğinden sandalyeye çıkar, kapağı açar,  kağıdı dolabın en gerilerine savururdum.  Bu saklama işini başardığıma pek seviniyordum. 

Aylar sonra annem, odamdaki duvar dolabına eşya yerleştireceği bir gün kağıtları buldu, çöplük oluşturduğumu söyleyip çok kızdı.  Onca emeğim yırtılıp atıldı. Şiir denen o güzel estetiği yakalama çabamla artık başa çıkamayacağını söyleyen annem, deftere yazmamı önerdi. Ama  şartları vardı, defter masamın üzerinde duracak, saklamayacaktım. Politik şiirlere asla bulaşmayacaktım. Babam, savaşta öldüğünden beri annem, daha da korumacıydı. 

Lise yıllarımda verilen bir sayfalık kompozisyon ödevini  üç veya dört sayfa yazdığım için Meral Aygın hocam bir notumu kırardı, kompozisyondan dokuz alırdım. Yazarken kendime sınır koyamıyordum. Şiir defterimi yanımda okula götürür, bazen derste de şiir yazmaya çalışırdım. Sınıf arkadaşım Nurten, yazdıklarımı şair Cumhur Deliceırmak’a göstermek istedi. Defteri verdim. “Yalnızca bir tanesi şiir  ama birkaçında da şiir hamuru var” diye haber göndermişti Deliceırmak. Umutlanmıştım. 

Şiir, annemin ölümünden sonra yine en yakınımdaydı.  Bu defa arabesk acılar içeren metinler yazmaya başladım çeyizimle birlikte Türkiye’ye gelen deftere… Lise yıllarımda yazdıklarım ise savaş  ve sonrası anılar yumağıydı, eşim sürpriz yapıp  onları bastırdı. Unutamadığım en güzel anıdır o kitabı elime almak. Rüzgârın Kızı Değilim Artık annemin ölümünden sonra yazdığım bir şiirdi ve kitaba isim olarak seçilmişti. Bu kitap stilistlikten sonra İzmir Resim Heykel Müzesi’nde resim derslerine devam ettiğim günlerde çıktı.  Çok sıradan olduklarını hatta çoğunun şiir bile sayılmadığını yine o günlerde öğrendim. İyi şiir yazmak için çok çaba harcamadığımın bilincindeydim.   

Bu bilinç, kendimi şiir konusunda yetersiz  hissettirse  de şiirden uzaklaşmadım. Yazdıklarıma ustaların şair gözüyle bakmayı öğrendiğimde şiirlerimi beğenmemeye başladım. Ama yazmadan da duramıyordum.  Kitabımı gören bir arkadaş Veysel Çolak şiir atölyesine gitmemi önerdi. Altı yıl şiir nedir ne değildir, atölyede bunu konuştuk, beyin fırtınaları yaptık. Önerilen kitapları okudum. Şiire dair sayfalar dolusu yazı yazmaya başladım. Şiiri öğrendikçe sevdiğim şiirler, şairler azalmaya başladı. İyi şiirler okumak için kucak dolusu kitapla eve dönmeye başladım. Şiir,  hayatımı tamamen ele geçirmişti. 

Eşim o şiir kitabını bastırarak bir daha şiire dönmeyeceğimi düşünmüş olabilirdi. Nerden bilecekti ki her şeye yeniden başlayacağımı ve sabahlara kadar oturup şiir çalışacağımı. Hatta uzun yıllar geçtiği halde hâlâ şiirde öğrenci kalacağımı nerden bilecekti? Şiire her defasında yeniden öğrenci olarak başlıyorum. Yazarken, sözcük dolambaçları içinde kaybolmak da var. Sözcükler herkesindir. Herkes aynı dili kullanır yazar. Onlardan bir tanesini seçmek, yanına en yakışanı, onun yanına da en etkili olanı bir denklem kurar gibi arama, yeni bir dili yaratma, en önemlisi de toplumdaki yaraları gösterme, mesaj vermeyi amaç edinmektir yazmak.  Bütün aradıklarım orada, gözümün önünde olsa da hissetmek, duymak, fark etmek o anki yaratım sürecime bağlıdır.  Birisi eksik olsa sözcükler virajdan uçuruma düşer. Şiir kendini yazdırmaz. 

Anlatmak istediklerimi şiirlere sığdıramadığım zamanlarda öyküler yazdım. Her zaman masamda çalışılmayı bekleyen ya şiir ya da öykü vardır. Bunlar olmazsa kendim olamıyorum.

Evren şiiri çağırır. Şiir yazarken dünyayı dolaşırım. Durağım;  her zaman yoksul ülkeler ya da savaşlarda yıkılan, yanan kentlerdir. Benim derdim füzeler, bombalar, kurşunlar, yok olan yaşamlar, öldürülen doğa!  Konuşamayan dudaklar, kan damlayan alınlar… Ölü çocuklar… Yazarken  içimi ele geçirenlerdir onlar. Çoğu zaman  gözlerime inen yaşları silmeye gerek duymam ta ki kâğıt ıslanana kadar. 

Mutsuzluk olsa da yazmak, insan olduğumu bana hatırlatandır. Kimileri şiirlerimin temaları için melankoli içerir  diye yazdı. Dünyamız, melankoli ötesinde bir yaşam alanı haline geldi ve biz bunu göremiyorsak vicdanımız ne işe yarar? Şiirler, öyküler, romanlar yaşamdaki sıkıntıları, kaygıları, üzüntüleri, güvensizliği gösteren, içselleştiren daha iyi bir yaşam için mesaj verenlerdir. 

Büyük çoğunluk fakirken, çocuklar ve kadınlar savaşlarda ölürken, üstelik göğün sevinci sürekli alçıdayken,  doğa mutsuzken, paranın şıngırtısından insanlık çökerken, katiller vicdanlarını çitileyip göğe asamazken, birileri tecavüz, taciz, hırsızlık peşindeyken şiiri bana yazdıran, vicdanımdır. Bütün dertleri kendi sorunum haline getiren bu vicdan beni çocukluğumdan beri dürtüklüyor, yaz diyor…     

Yazan bütün insanlar kendi dönemlerini geçmişi ya da geleceği işte bu yüzden yazdılar, yazıyorlar. Bir gün daha güzel bir dünya umududur yazmak. Bazen düşünmeden edemiyorum, yazmasam kimin umurunda?  Yazmasaydım ben kim olacaktım?

.