Yazınsal Eleştiri Konusunda

5 Ağustos 2024
Muzaffer Uyguner

Muzaffer Uyguner

Eleştiri konusu sık sık gündeme gelir, birçok yazarımız da  bizde eleştiri olmadığını söyler, yazar. Bazıları da “eleştiri” sözcüğüne takılır, bu sözcüğün uyduruk olduğunu söyler. Böyle düşünenlerin bir bölüğü Osmanlıca “tenkit” sözcüğünden, bir bölüğü de Grek kökenli “critique” sözcüğünden yanadır ve bu sözcüğün dilimizdeki yazılışındaki gibi “kritik” olarak kullanılmasını isterler.

“Tenkit” sözcüğünün kökeninde bir nesnenin “nakit” olarak değerini vermek, değerli madenleri kalp olanlarından ayırmak anlamı bulunduğunu biliyoruz. Batı dillerindeki “kritik” sözcüğünün kökeni olan Grekçe “krinein” sözcüğü ise yargılamak anlamına gelmektedir. Buradan Latincenin “criticus” sözcüğü doğmuş, 1580’de ise Fransızcanın “critique” sözcüğü ortaya çıkmış, dünyaya yayılmıştır. Batı dillerindeki bu sözcük yargılama, değerlendirme anlamlarında kullanılmaktadır. Uydurulduğu söylenen “eleştiri” sözcüğünün ise elemek fiilinden doğduğu ve “…tir” gibi geçişlilik eki kullanılarak uydurulduğu söylenmektedir. Bunu böyle kabul ettiğimizde pehlivanları “güreştirme” gibi bir sanat yapıtındaki doğru ve yanlşları bir arada, karşılıklı olarak “eleştirme” de yanlış olamaz kanısındayım. Güzellik ile çirkinliği, yanlış ile doğruyu bir eleğin içine koyup geliştirmek, elbette bir yargıya varmak, değerlendirmek ve bir görüşü ortaya sürmek acaba yargılamak olarak kabul edilemez mi? Dürüst ve doğru bir yargılama ve sonuca varma; çeşitli durumları irdelemek, onları elemek ve eleştirmek ile ortaya çıkabilir sanırım. 

Eleştirinin bir sanat olduğu savı yanında nesnel bir değerlendirme olduğu da söylenmektedir. Eleştiride öznellik ve nesnellik kavramları da her zaman söz konusudur. Üzerinde en çok durulması gereken konu da budur. Bilindiği gibi nesnel eleştiri, eleştiren kişinin kişisel kaygı ve düşüncelerini ön planda tutmadığı, değerlendirme ve yargılamada tarafsız olduğu ya da olmayı ilke edindiği bir çalışmadır. Bugün nesnel eleştiride geliştirilen bazı yöntemlerle nesnellik konusuna verilen önem iyice geliştirilmektedir. Bazı yazarlar ise eleştiride öznellik ve nesnellik ayrımını kabul etmemekte, yapıt dışı bazı hususlara, yazarın kişiliğine yönelmemesini yeterli bulmaktadır. Bu gibi düşünenlere göre yazında tek bir doğru, tek bir doğruluk yöntemi yoktur; güzellik anlayışı da oldukça değişkendir. Bu konularda herkesin tartışmasız kabul edebileceği ölçütler yoktur, olamaz da. Bu yüzden eleştirici; kendi sanat anlayışına, kendi düşüncelerine ve toplumuna uygun herhangi bir eleştiri yöntemini, anlayışını benimseyebilir ya da kendisi bazı ölçütler geliştirebilir. Böylece nesnel doğruya varılabilir. Bu görüşleri elbette dışlamamak gerekir. Ama belirli bir çevrenin, sınırları kalın çizgilerle belirtilmiş bir çerçevenin dışına çıkılamaması tehlikesini gözden ırak etmemek gerekir.

Nesnel eleştiride, öznellik rol oynasa da tarafsız kalmak zorunludur. Bir romanın ya da öykünün kurgulanmasında, onların gerçeğinde olan hatalı yerler, hatalı anlatımlar, hatalı görüşler ele alınabilir. Bu biçimde ele alınış, yapıyı ve yazarını kötülemeye dönük olmadıkça elbette çok yerinde olur. Jonhan Culler, Structuralist Poetic adlı yapıtında (New York, 1975) şu sözlere yer vermiştir: “Yazınsal bir yapıtın yorumlanmasında/değerlendirilmesinde, eleştiricinin kişisel deneyleri ve izlenimleri/birikimleri yeterli olamaz. Bir yazın eleştirmeni, yorumlarını/değerlendirmelerini herkesçe bilinen ve bir bakıma da kabul edilmiş olan değerler ve ölçüler dizgesinin ışığında gerçekleştirmek zorundadır.(…) Herhangi bir yazınsal yapıtın gelenekten bağımsız, kendi başına organik bir bütün olarak ele alınması ve incelenmesi hatalı olur. İşaretbilim (semiology) bir sanat yapıtına, bir sanat geleneği içinde organik bir bütün olarak bakmalıdır. Yazın eleştirmeni, bütün bir geleneği ve onu oluşturan anlam kalıplarını bilirse sanat yapıtını anlayabilir.” (s. 116)

Nesnel eleştiride üzerinde önemle durulması gereken hususlar vardır. Bunlardan ilki, yukarıda da değindiğimiz yazarın kişiliğine dönük boş yargılardan uzak kalmaktır. Oysa bizim eleştirel yazılarımızda ilkin ya yazar övülmekte ya da sözcüklerle dövülmektedir. Bu yazarı sevdiğimiz için övebilir, sevmediğimiz için de yerebiliriz. Bu, elbette eleştirel bir eleştiri değildir, olsa olsa kişisel beğeniyi ortaya koyan bir sevgi ya da yergi yazısıdır. Eleştirmenin işi, onun ortaya koyduğu yapıttır. O yapıtta hatalı gördüklerimizin yanında başarılı yönlerini, yazınsal olguları ortaya koyarak da yazarı olumlu ya da olumsuz bir değerlendirmeden geçirebiliriz. Belirli anlayıştaki kişiler, kendi anlayışındaki, görüşündeki kişilerin yapıtları üzerine yazdıkları yazılarda yapıtı bir yana itmektedir. Böylece belirli bir kümenin yazarının yapıtı, o kümenin çıkardığı yayın organlarında baş tacı edilmekte hatta yapıt daha satışa sunulmadan kitaptan söz eden yazılar boy göstermektedir. Buna karşılık başka bir kümedeki yazarın yapıtından söz bile edilmektedir.

Yapıta dönük nesnellikte ise anlatım biçimi üzerinde durulabilir. Sözgelimi anlatıcı nasıl bir kurgulamaya girmiştir, tekdüze bir anlatıma mı yönelmiştir? Yoksa çok değişik anlatım biçimleri kullanarak bir anlatım uyumu mu, anlatım bileşkesi mi yapmıştır? Bunları yaparken hangi yolu izlemiş, nasıl bir bağlama düzeni kurmuştur? Bu yöntemi ya da yöntemleri kullanırken daha önce denenmiş yollardan mı gitmiş, yoksa özgün bir kurgu düzeni mi bulmuş ve denemiştir? Bütün bu hususlar anlatım özellikleri olarak ortaya konabilir. Yazar, öykü ya da romanında ya ben anlatıcı yöntemini kullanır, ya üçüncü kişilere anlattırır ya da masalsı bir anlatım düzeni (fantastik ya da olimpik) kullanır. Önemli bir konu da kişilerinin durumunu ya onların iç yaşantılarını ya da dışa dönük yaşantılarını temel alması, bu temelden yola çıkarak anlatımı yapmasıdır. Bir yazar, kişilerinin içe ve dışa dönük yaşamlarını belirli noktalarda bağlantılar yaparak da ortaya koyabilir. Böylece iç söyleşi, betimleme, yorumlama, bilinç akımı gibi biçimleri kullanmış olabilir. Eleştirmenin görevi, bunları iyice belirtmek ve daha önceki yazarlara ya da yapıtlara dönük ilintiler kurmak olarak düşünülebilir.

Bir yazınsal yapıtı değerlendirmede önemli bir konu da biçemdir. Yazarın tümce kurma anlayışı, kullandığı tümce türleri (yalın, bileşik, eylem tümcesi, ad cümlesi) kullandığı sözcükler, sözcüklere yüklediği anlam yoğunluğu, sıfatlar, çeşitli söz sanatları üzerinde durmak ve bu saptamaları gerektiğinde başka yapıtları ya da yapıtlar ile karşılaştırmak gerekir. Son zamanlarda bu konulara ağırlık veren yazarımız görülmektedir. Özellikle bir zamanlar yayımlanan Çağdaş Eleştiri dergisinde biçemsel değerlendirmelere ağırlık verilmiş, geliştirilen yeni değerlendirme konularında örnek yazılar da yayımlanmıştı.

Eleştiri mi, Tanıtma mı?
Ülkemizde eleştiri ne zaman başlamıştır, nasıl bir gelişim izlemiştir? Bu konu üzerinde durmak istemiyorum. Fakat ülkemizde eleştirinin batılı anlamda yönlenip gelişeceğini pek sanmıyorum. Nedenlerini ya da nedenini belirtmek oldukça kolay çünkü eleştiriye önem vermiyoruz.

Bir yapıtı eleştirmek isteyen bir kişi düşünelim. Bu kişi, romanı ya da öyküler kitabını, şiirler toplamını okuyacak, bircik bircik notlarını alacak, onları bir düzene sokacak, yazarın ya da ozanın nerelerden ve kimlerden yararlandığını, alıntılar yaptığını, hangi anlayışta olduğunu, hangi anlatımı yeğlediğini saptayıp ortaya çıkaracak ve sonra da bunu kendine özgü bir kurgu/düzen içinde yazacak. Yazıncaya kadar geçen zamanı bir hesaplamak gerek. Bunu da bir yana bırakalım. Yazdığı bir kitap boyutunda ise yayınevi arayacak. Bulabilecek mi? Buldu diyelim, emeğinin karşılığını alabilecek mi? Buna evet diyecek biri çıkamaz. Değerlendirme ya da eleştiri yazısı geniş boyutlu değildi. O zaman bir dergide yayımlayacak. Yayımlayabilecek mi acaba? Emeği ne olacak?

Bu nedenle bizde kitap tanıtma yazıları yazılmakta, eleştiri yazıları ise düşünülmemekte. Kitap tanıtma yazılarını dergilerde ya da öbür süreli yayınlarda görmek olasıdır. O yazılar için bile bir uzunluk ölçüsü çıkar her zaman karşımıza. Tanıtma yazıları iki sayfayı geçmemelidir. Bu iki sayfa içinde ne yazılabilir ki? Bazen iki sayfalık yazıdan bile çıkıntılar/çıkarmalar yapılır. Bu tanıtma yazıları karşılığında emeğinizin hesabı, dergilere göre değişiktir; çoğunlukla da hava alınır.

Bu tür tanıtma yazılarının da kitabı tam değeriyle ortaya  koyduğu elbette söylenemez. Şiirlerden bol bol alıntılar yapılması işin en kolay yanıdır. Bu alıntılar, varılan yargıları kanıtlamak için yapılmış olsa elbette doğrudur ama bunların sayfa doldurmak için yapıldığını söyleyebiliriz. Birçok öykü kitabının ve romanın ise okunmadan, sayfaları şöylece çevirerek tanıtma yazısına konu yapıldığı ise kolayca anlaşılır. Çünkü kitaptaki içerik ile o yazılar arasında hiçbir ilişkinin, ilintinin olmadığını anlamak çok kolaydır. Satır satır okumadan kitap tanıtma yazısı yazmadığım için yazılan yazıları değerlendirebiliyorum. Benim eleştiri yazılarım yoktur, kitap tanıtma yazılarım var. Benim yazılarımda da beylik değerlendirmeler olduğu söylenebilir; belirli, sınırlı boyutlarda  yazı istenildiğine göre bundan kaçınmak oldukça güçtür.

Bitirirken
Bu kısa yazıda tenkitten başlayıp eleştiri yolundan geçerek kitap tanıtma yazısına geldik. Yol, bu kadar kısa; bu kadar düz değil elbette. Aslında çok çetin ve çetrefil. Olmayan eleştirimizde  ve kitap tanıtma yazılarımızda kişisele yönelmeden, nesnel ilkelere dayanarak değerlendirme yapmak gerektiği kanısındayım Kolaycılık, yandaşlık, kayırıcılık, düzeysizlik gibi ögelerden uzak kalacak bir anlayışa, bir yola yönelmemiz gerektiği kanısındayım. 

.

Kaynak: Çağdaş Türk Dili, Eleştiri Özel Sayısı, Sayı: 45/46, Kasım/Aralık 1991, sayfa 430-433.

.