23 Şubat 2025
Nernin Şenol Kalyoncu
BİZİM ÇAĞ SORUYOR:
Yaşadığı kent/kasaba insanın yazarlığını/yaratıcılığını nasıl etkiler?

Kuşkusuz yaşadığım her yerin bana kattığı pek çok şey vardır. Doğanın yeri benim için ayrıdır. Doğa olmadan nasıl yaşam olmazsa iyi edebiyat da olmaz. Ben de ben olmazdım.
Denizliliyim anne tarafımdan, Eskişehirliyim baba tarafından; İzmir’in bir kasabası büyüdüğüm yer, Elazığ, Ankara, Trabzon ama en çok İstanbul. Bazen çocukluğumdaki gibi yeniden kasabada yaşayabilmeyi isterim. Ne orada ne burada kendimi evimde gibi hissedemem. Her yeri bırakmışım gibi bir duygu ağır basar. Pek çok insan gibi ben de nereli olduğumu bilemem.
Kuşkusuz yaşadığım her yerin bana kattığı pek çok şey vardır. Doğanın yeri benim için ayrıdır. Doğa olmadan nasıl yaşam olmazsa iyi edebiyat da olmaz. Ben de ben olmazdım.
1850’li yıllarda Herman Melville, Pierre ya da Belirsizlikler adlı romanında şöyle yazar: “Kırsal bir yörede doğup büyümek, kaderin Pierre’e bahşettiği bir şanstı.” (s. 40) Bu şans yalnızca roman karakteri Pierre için değil, bir yazar için de çok önemli bence.
Doğayı tanımayan bir insan, insanları ne kadar tanıyabilir ya da nasıl bir çözüm bulabilir çıkmazlarına? Ana kucağından ve ninnilerinden sonra, insanı koruyup kollayan doğa değil de nedir? Ana gibi cömerttir doğa.
Doğanın cömertliğini insanlardan da beklemek normal değil mi? Bu karşılaştırmayı doğayı tanımayan biri yapabilir mi? Doğa değişmez değildir, dört mevsim döner durur. Her defasında senden bir şeyler yapmanı bekler. Havanın soğuyacağını bilirsin, önlem alırsın. Deprem gerçeğini bilirsin, önlem alırsın. Doğada sen de diğer canlılar kadar yer kaplarsın. İşte burada gerçekler değişiyorsa ne yazık ki bu doğanın değil insanın verdiği daha doğrusu vermek istemedikleri yüzündendir. Gerçeklik doğanın gerçekliği değildir, sistemin gerçekliğidir. İnsanı doğadan koparan da aynı sistem değil midir?
Yazı, yazarın tanıklık ettiği olayları, mekanları ve insanları anlatır. Bilmediğimiz bir şeyi yazmak olanaksızdır. Mekan kasaba ya da kent olsun, anlatılanlar insanların içsel ya da toplumsal çatışmaları, doğayla, başka insanlarla yaşadıklarıdır.
Günümüz edebiyatında doğaya ne kadar yer veriliyor? Edebiyattan doğayı çıkarırsak ne kalır geriye? Çocuk kitaplarında doğanın çok yer aldığını görebiliriz. Aynı şey günümüz edebiyatı için de söylenebilir mi? Yaşar Kemal romanlarında doğaya yer verir, en büyük doğa anlatıcımızdır. Elli yıl sonra onun eserlerini mumla arayacağız bence.
Ben kendimi doğayı yazan, çocuk kitapları yazarı olarak tanıtmak istiyorum. Birçok gerçeği doğadaki canlılar üzerinden anlatabilirsiniz. Dostluk, birlikte yaşam, sevgi, hoşgörü vb. Doğadaki canlıların birlikte nasıl da güzel yaşadıklarını gösterebiliyorsunuz. Aralarına insanlar girince, tehdit ediliyorlar. Kirlilik, cömertliğini suistimal etme, öldüresiye kullanma, talan etme, santraller kurma, maden ocakları…
Büyük kentler, özellikle de İstanbul, yazarlara iyi bir edebiyat ortamı sunuyor. Yayınevleri, dergiler, buluşmalar, kitabevleri, etkinlikler… Bu zengin ortamda oluş yazıya da yansıyor ve kitap basımını da kolaylaştırıyor. Günümüzde büyük kentlerin bu gücünü kaybettiğini düşünebiliriz. Çevrimiçi atölyelerin, kulüplerin, seminerlerin, buluşmaların İstanbul dışında yaşayan yazarlar için de büyük kentlerin olanaklarına kapı araladığı düşüncesindeyim.
.