Yaşadığım Kentler

30 Ocak 2025
Cuma Karataş

Cuma Karataş

Gaziantep’in Nizip ilçesinin bir köyünde doğdum. Çocukluğum bu köyde geçti. Yaşamı, yaşam-doğa ilişkisini bu köyde tanıdım. Yazdıklarımda çocukluk yıllarım önemli bir yer tutar. Topraksız, yarıcı bir ailenin çocuğuydum. Sekiz kardeş olarak büyüdük. Ben beşinci idim. Okula ilk giden de benim. Öncekiler okuma yazma bilmez. Bir yanda at sırtında Suriye’den eşya getiren kaçakçılar, diğer yandan yoksulluk… Ama büyülü bir dünya vardı. Her derenin bir delisi, her taşın bir büyüsü vardı. Her otun güzel bir tadı vardı. Çiğdemin, gülgülüm bayrak’ın, yer elmasının, ilk çıkan tehveyi üzümünün, son yetişen hünnüsü üzümünün…

İlkokul dördüncü sınıfta Yaşar Kemal’in İnce Memet romanını alma vaadiyle babam beni Adana’ya pamuk çapasına götürdü. Kırk gün çapa yaptım. Ama İnce Memet romanını da aldım. Okudum da. İlk cildi basılmıştı sanırım. Köyde herkese okudum. Özellikle de yaşlı kadınlara ve kızlara…

Bahar yaz mevsiminde çocukluğumuz çok eğlenceliydi. Kışları tandırda köyün yaşlılarından masal dinlerdik. Müthiş bir atmosferdi. Sönük lamba ışığında gölgelerin fantastik dünyasında gibiydik. Yenecek otları, ağaçtaki meyveleri nerde olsa bulurduk. Kırlar bizim için yaratılmış bir eğlence platosuydu. İlk yaban gülü nerde açar, ilk üzüm hangi bağda olgunlaşır, hangi tarlanın kavunu güzeldir? Hepsini bilirdik.

Ortaokul- lise yıllarında kasaba kültürü ile karşılaştım. Okulu, dükkânları, kütüphanesi… Kütüphane kışın sıcak, sakin ve kitap doluydu. Vitrinler, kusursuz mankenler (kıyafet teşhiri yapılan vitrin mankenleri) destan okuyup satan destancılar, parayla alınan yiyecekler…

Üniversiteyi Diyarbakır’da okudum. Kadim sözü bende Diyarbakır için uygun düşen bir sözdü. Surları, yüksek duvarlı geniş avlulu evleri, surları… Kendine özgü konuşma biçimi… Surlara sırtlarını dayamış çay bahçeleri… Okuyup yazmaya çalışan onlarca arkadaş… İlk yazı çalışmalarım bu ortamlarda başladı.

Akşamları turistik otelde Veysel Öngören ile buluşmalar… Veysel Öngören birikimli, anlatacakları çok olan bir bilgeydi. Hayranlıkla dinlerdik. Konu hep edebiyattı. Kimler yoktu ki o sohbetlerde! Ve o yıllarda Üniversite öğrenci olan arkadaşlarım şimdilerde adından söz ettiren şairler oldular. Aytekin Karaçaoban, Aydın Alp, Muzaffer Kale, Hicri İzgören, İbrahim Malgaç… Arkadaşlarımın bazılarının o yılların önemli dergilerinde şiirleri yayımlanıyordu. Sanırım yazma konusunda beni yüreklendiren bu dönemdi. Hâlâ o günlerin sıcaklığını hissettiğim dostluklarım, dostlarım var. Arada görüşür, hasret gideririz.

1987 yılından beri İstanbul’da yaşıyorum. İstanbul her türlü ortamın bulunabileceği devasa bir kent. Her zaman yazan çizen bir ortamı kolayca buldum. Yazılarım dergilerde yayımlanmaya başladı. Ünite dergilerinde yazı kadrosu içinde çalıştım. İlk kitabım da bu yıllarda yayımlandı. Sanat konuşmak için hep ortam vardı. Dostlar edindim yazan çizen insanlardan. Okumak ve izlemek için İstanbul bir laboratuvardı. Müzik, şiir, roman, tiyatro için önemli kentti. Yaşam için de büyülü bir kent. Her türlü yaşamı gözlemlemek olasıydı. Her sıkıntıya, yozlaşmaya karşın güzel insanların yaşadığı bir kent… Yalnızlığın en güzel fotoğraflarıyla dolu bir kent. Adeta yalnızlığın başkenti.

İstanbul aynı zamanda bana şunu öğretti: Türküdeki gibi “Engin ol gönül, engin ol!” Mütevazi olmak ve öğrenme tutkusunu kaybetmemek! Kendini çok övenlerden kaçarak güzel insanlara, sanatçılara ulaştım.

Yaşadığım her kentten bir şeyler kattığımı düşünüyorum kendime.

.