Vourla, Bir Seferi Roman “Öteki Kıyı” 

7 Kasım 2025
ADALETTEMÜRTÜRKAN

Figen Koşar, çok gezen bir yazar. Görüp geçmiyor ayak bastığı toprakları. Dibinde sır saklı yüzyıllık ağaçların, savaşlara, yıkımlara direnen binaların, temel taşlarının fısıldadığı hikâyelere kulak veriyor.

Yolcu, yazarın gezip gördüğü toprakların rengini, sesini, izini taşıyor. Tarihe, zamana yolculuk yapıyor ve bütün sınırları aşan aşkı, aşk ile yazıyor.  

2023 yılında çıkan ilk romanı Vourla “Öteki Kıyı”yı aynı yıl okudum. Roman hakkında yazdığım kısa metin, taslak dosyalar arasında durakaldı. Çünkü o sırada benim ilk kitabım çıkagelmiş ve zaman yetmemişti. Çok zaman geçmeden ikinci Romanı “Yolcu” Eylül 2025’te raflarda yerini aldı. Yolcu hakkında ilk izlenimim şu ki yazarın gezip gördüğü toprakların rengini, sesini, izini taşıyor. Tarihe, zamana yolculuk yapıyor ve bütün sınırları aşan aşkı, aşk ile yazıyor.  

Vourla “Öteki Kıyı”da, doğup büyüdüğü evinden, şehrinden göç etmek zorunda kalanların geçmişe, toprağının kokusuna hasret yarasını dert edinmiş yazar. Yorgo Seferis’in şiirlerindeki Urla’nın izini sürmüş. Yanmış, yıkılmış, el değiştirmiş, başka kimlikle ömür süren tarihi yapıların geçmişine ait anıların, acıların, aşkların peşine düşmüş. Hafızasını, mazisini, malını mülkünü ve sevdiklerini geride bırakanların geçmişine, zamanlar ve mekânlar arasında hem kazı hem yolculuk yapmış Urla’da. İki kıyının kabuk bağlamış ama içten içe sızlayan,  hüznü kuşaktan kuşağa dokunan yüzyıllık yarasına bakın, diyor bu roman.  

Urla’nın dünden bugüne sosyokültürel yapısı, cemaatler arasındaki ilişkiler konusunda geniş ve titiz bir çalışma yapmış yazar. Geçen yüzyılın başındaki Urla’da yaşamı, tarihi belge ve bilgiler ışığında kurguya dâhil etmiş. Belgesel niteliği de taşıyan romanın her bölümü, Yorgo Seferis ve Süreyya Berfe’nin dizeleriyle başlıyor, doğduğu yeri, çocukluğunu terk etmek zorunda kalanların özlem duygusunu yansıtan dizeler. “Kaldırarak taş yıkıntılarını, soluyarak/çamların serinliğini her gün biraz daha güçlükle/yüzerek bir gün bu denizin sularında/bir gün başka denizin/ dokunmasız, insansız/artık ne bizim ne sizin olan bu ülkede.” (s. 36) “Aynı Gökyüzünün Altında” başlıklı bölüm ise Süreyya Berfe’nin. “Denizin ve gökyüzünün ne kadarı senin ne kadarı benim?”dizesiyle başlıyor. (s. 120)  Denizi, gökyüzünü bölüştük diyelim. “Su aynı su mudur, bulutlar aynı yerde midir, çocukluk nerde kalmıştır, insanın anayurdu neresidir?” soruları kalıyor okur zihninde. 

Urla’nın geçmişinde yemek, eğlence kültürü, mekânlar, zeytinyağı, üzüm, şarap üretimi, bağbozumu gibi geleneksel törenler içinde yaşamın cıvıltısına dikkat çekiliyor. Rum okulları, karantina adasının yapımı, işlevi, mübadele tarihi ve mübadelenin kırdığı hayatların öyküsü, duygulu bir kurmaca içinde roman kişilerinin yaşamlarına dâhil ediliyor. Yeni kuşak Eleni’nin kazı ekibindeki hocası Volkan’ın dedesi Girt mübadili. Ailesinin göç hikâyesini anlatıyor Eleni’ye. “Göçe mecbur kalan insanların kimliklerini oluşturan geçmişlerinden ve hatıralarından kopamadıkları da tartışmasız bir gerçektir. Ama asıl unutulmaması gereken; bu zorunlu göçlerin, Ege’nin her iki yakasında da ortak acılara sebep olduğudur… Ortak acımızdan bahsediyorum. Hissettiğimiz şey, saçımızın dibinden, tırnak kökümüze kadar bir boşluk. Kirpiklerimizin dibine yapışıp kalmış özlem.”  diyor Volkan. (s. 117)   Özlem, kapısını açık bırakıp çıktıkları evin anahtarını kutsal emanet gibi saklayanlar, yurt bildiği toprağına bir daha dönemeyenler için kuşaktan kuşağa geçen yoğun duygu. Atalarının doğduğu topraklara özlemini dinleyerek büyüyen kuşaklar için de öyle, genetik duygu durumu.  

Birinci Dünya Savaşı’nın ayak seslerinin Balkanlar’da, Ege’de kaygı uyandırdığı dönemde ve mübadele sırasında Urla’dan göçenlerin anılarını dinleyerek büyüyen yeni kuşak Elen’nin,  kazı grubuna katılmak için Urla’ya seyahatiyle açılıyor asıl hikâyenin kapısı. Birinci Dünya Savaşından önce Urla’da yaşayan Eleni’nin hikâyesiyle,  Atina’dan gelen Eleni’inin aile hikâyesi birbirini tamamlıyor. 2022 yılında Atina’dan gelen arkeolog Eleni, Büyükbabası Yorgo Seferis ve ailesinin, Yusuf ile Eleni’nin yaşam izin, buluyor Urla’da. İncir ağacının dibine kazılmış çukura gömülü sandık yıllar sonra açığa çıkıyor. Yorgo Seferis’in kuzeni Eleni’nin hatıra defteri ve bir kırık pusula vardır içinde.

Öteki kıyıya gidenlerin öyküsüne, Yorgo Seferis ve Süreyya Berfe dizeleri eşlik ediyor. “Yemekleri ateşten indirmedik/Dönünceye kadar pişerdi nasıl olsa…” (Süreyya Berfe, s. 154)  “İki acı arasında soluk almaya bile vaktin yok/ yüzünle yüzün arasında/ incecik bir çocuk bedeni belirir ve kaybolur gözden.” (Yorgo Seferis, s. 59) 

Tarihi zeytinyağı atölyesinde, iskelede, Karantina Adası’nda, üzüm bağlarında, el değiştirmiş, adı değişmiş, neşesini kaybetmiş eski konakların merdivenlerinde köklerinin ayak izini takip ediyor Yorgo Seferis’in torunu olduğunu söyleyen arkeolog Eleni. Eski Urla’da yaşamı, ayrılık günlerini, ayaklanmaları, üzüme balın düştüğü günü, büyükbabasının kuzeni talihsiz Eleni’nin günlüklerinden okuyor. “15 Ağustos’a, üzüme balın düştüğü gün, deriz, böyle bilinir Vourla’da. Bir de Ağustos ayında bağcının bir gözü sergide, bir gözü gökyüzünde olur, der babam…” (s.169)  Mümkünsüze meydan okuyan Yusuf ile Eleni aşkı, bir zamanlar Seferis ailesine ait konağının bahçesindeki incir ağacı dibinde gömülü sandıkta saklı günlüklerde sırlıdır.  Eleni Hıristiyan Rum, Yusuf Müslüman Türk. Milliyetçilik akımının Avrupa’dan Rumeli’ye, Anadolu’ya doğru aktığı zamanlar Birinci Dünya Savaşı kapıda. Kavgalar, ayaklanmalar devri, ayrılık vakti. İki aile de karşıdır bu sevdaya. “Olmaz vre evladım,” der Eleni’nin babası. “Seni ayıran politika ise kavga edersin biter. Ama seni ayıran din ise uçurumlar aşılmaz olur. Biz nesillerdir Müslümanlarla birlikte yaşarız. İşlerimiz, çarşılarımız iç içe olsa da hayatlarımız ayrıdır. Böyle gelmiş böyle gidecektir, bundan sonra da. Hele ki böyle bir zamanda.”(s. 195)  Aşk engel tanımaz ama veba kapıdadır. Aziz İoannis Adası’ındaki tahaffuzhanede beyaz önlükler içinde iyilik ve şifa dağıtmaya çalışmaktadır Eleni. “Göreve başladığımın üçüncü gününde geldi ilk gemi. Vourla sularına gece yaklaşmış ve sarı bayrak çekilmişti. Bunun hasta yolcu taşıdığına dair işaret olduğunu söylediler… Yorgun bedenlerde gördüğüm tükenmişlik, yüzlerdeki dehşet, ölüme ilk kez bu kadar yakın hissettirdi kendimi.” (s. 178)  Hisleri yanıltmaz Eleni’yi.

İki Eleni’nin hikâyesi anlatılıyor romanda. Biri, 1800’lü yılların sonundan 1900’lü yılların başına kadar Urla’da yaşayan, Karantina Adası’ndaki Tahaffuzhane’de çalışan Eleni, Yusuf’a âşık.  Diğeri ise 2022 yılında, bir kazı grubuyla Urla’ya gelen Arkeolog Eleni.  Geçmişte Seferis ailesinin yaşadığı konak, mübadeleden sonra elden ele geçmiş, restore edilmiş, otel olarak kullanılmaktadır. Otelin duvarında, büyükbabası Yorgo Seferis’in fotoğrafını görür Eleni. Yunanistan Konsolosluğu’nda görev yaptığı 1950 yılında, konağın harap hali önünde çekilen fotoğraftır. Eleni’nin günlüklerinde ve kırık bir pusulanın ibresinde, geçmiş zamana yazılı aşkların izini, geleceğin umudunu arayan bir seferi roman Vourla. Tarihi belgelerde, şiirlerde, yıkılmış evlerin, el değiştirmiş konakların, fırınların duvarlarındadır Eleni’nin köklerinin izi. Hüzünle ve içinde filizlenen aşk çiçeğiyle tarih içinde yolculuk ettiren roman Vorula. Urla tarihini,  mübadele öncesi ve sonrasına dair yaşam biçimini, eğitim, kültür, eğlence, üretim ilişkilerini, iki farklı yüzyılın genç kadını, iki Eleni’nin pusulasından yansıtıyor yazar.“Az sonra bana da seslenecekler. Hepimiz erkenden kalkarak güzelce temizlendik, en güzel giysilerimizi giyindik. Kilisedeki duamızdan sonra Vourla’da Malgaca Pazarı’nın önünde yapılacak şenliklere katılmak üzere faytonlara bineceğiz… Bu şenliklerin en sevdiğim yanı Rumluğu, Türklüğü kısa süreli de olsa unutmamız, hepimizin neşeyle aynı heyecanı, aynı ümidi paylaşmamız.”(s. 171) Tarihi belgeleri taramış, Cevat Çapan’nın çevirisi Yorgo Seferis şiirlerinin izini sürmüş yazar. Adı,  sahibi, işlevi değişen, değiştirilen tarihi yapıları mekân tutmuş, duvarların, çınarların, incir ağacının, küf kokulu mağaraların fısıldadığı hikâyeleri dinlemiş.  Gerçeği kurguyla,  kurguyu gerçekle kaynaştırmış. 

Gitmek mi zor kalma mı, hangi acılar yaşandı bu topraklarda?  “Dörtnala gelip uzak Asya’dan/ Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket”ten kimler gelmiş kimler geçmiş? Nazım’ın,“Sen şimdi yalnız saçımın akında/enfarktında yüreğimin/ alnımın çizgilerindesin memleketim, memleketim, memleketim…” dizelerini okurken gözleri nemlenmiş midir Seferis’in? Peki ya Nazım, ne düşünmüştür Seferi’si okurken?  “Biraz daha dayansak/ öreceğiz çiçeklendiğini bademlerin/ güneşte ışıyan mermerleri/ denizi/ kıvrımları/ dalgalarını denizin.” Vourla’yı okumalı,  bir bakmalı “Öteki Kıyı”ya,  suyun öte yakasından bu yakasına. Karacaoğlan’ın on yedinci yüzyılda sorduklarını tekrar etmeli.  “Sual eylen bizden evvel gelene / Kim var imiş biz burada yoğ iken.”


Figen Koşar, Vourla “Öteki Kıyı”, roman, Luna Yayınları, 2023
Figen Koşar, Yolcu, Ayrıkotu Yayınları, 2025.

.