Toplumcu Bir Yazın Ustamız: Tahsin Yücel

18 Mayıs 2024
A. Vedat Oygür

Tahsin Yücel

1933 Elbistan doğumlu Tahsin Yücel, 1945-1953 yılları arasında okuduğu Galatasaray Lisesini bitirdikten sonra önce İktisat Fakültesine, bir yıl sonra da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümüne girer. Para sıkıntısından dolayı üniversite öğrenciliği sırasında, önce Galatasaray Lisesi ilkokul kısmının bulunduğu Ortaköy’de belleticilik yapar1 ve ardından da Varlık Yayınlarında Yaşar Nabi’nin yardımcısı olarak çalışır, bu sırada çeviriye başlar. 1960’da mezun olunca aynı bölümde akademisyenliği seçerek 1969’da doktor, 1972’de doçent ve 1978’de de profesör unvanlarını alır. 2000 yılında üniversiteden emekli olan Tahsin Yücel 22 Ocak 2016’da aramızdan ayrıldı.

Tahsin Yücel, Galatasaray’ın hazırlık sınıfındayken çıkardıkları gazetede öğrencilerin okul kitaplığından yararlandırılma biçimini eleştiren bir yazı yazar.2 Ertesi gün, kitaplığa bakan öğretmen Osman Bey’in küçük Tahsin’i çağırtıp kendisiyle aynı düzeyde biriymiş gibi karşısına oturtarak iki eşit insan gibi “Tahsinciğim, yazını okudum, çok haklısın. Önerilerini iyice konuşalım” demesi ve ardından kitaplıktan yararlanma uygulamasının önerdiği biçimde yapılması sanki düşünsel gelişiminin ilk basamağı olmuştur. Türkçe öğretmeni Necdet Kut, şiirlerini okuduğu Tahsin’e “Beni dinlersen, şiir yazmayı bırak, düz yazı yaz. Çok iyi bir öykücü ya da romancı olabilirsin” diyerek 3onun öyküye yönelmesini sağlar. Yücel, yazın yaşamının ilk belirtilerinin görüldüğü bu dönemi şöyle anlatır:

“Galatasaray Lisesinde geçen sekiz yıl yaşamımın en güzel, daha da önemlisi, en belirleyici yılları arasındadır. Kişiliğimi, düşüncemi belirleyen ana bilgileri bu lisede aldım. Dünyanın en ilginç, en yaratıcı ekinlerinden Fransız ekiniyle ve diliyle bu lisede tanıştım, yaşam boyu, hatta kimilerimizin yaşamı sona erdikten sonra da sürecek olan nice gerçek dostluk benim için bu lisede başladı ve dostluk, bağlılık, dürüstlük gibi erdemlerin değeri yanında, özgürlüğün, eşitliğin, açıklığın değerini de burada daha iyi öğrendim.”

Böylece yazarlığa başlayan Tahsin Yücel’in Galatasaray sıralarında yazdığı ilk öyküsü Dert Çok, Hemdert Yok, 1950’de yayımlanan Yeni Hikâyeler adlı derlemeler kitabında yer aldı. Ardından Varlık, Seçilmiş Hikâyeler, Yeryüzü, Beraber ve Mavi gibi dergilerde öykülerinin yayımlanması sürer. 

İlk öykü kitabı Uçan Daireler 1954’te ve sonuncusu Golyan Devrimi de 2008’de yayımlanır. Öykülerinde kullandığı yalın dil ve çağdaş sözcükler, Anadolu insanına yaklaşımındaki tutarlılık ve anlatımındaki ustalık dikkat çekmektedir. Çocukluk yıllarından belleğinde iz bırakan doğaya karşı saygılı ve vefalı olunması, doğanın gücüne ve canlılığına inanılması gibi kendi geçmişinden bazı ögeler öykülerinde yer alır.

Haney Yaşamalı (1955) ile 1956 Sait Faik Hikâye Armağanı ve Düşlerin Ölümü (1958) ile de 1959 Türk Dil Kurumu (TDK) Öykü Ödülü’nü kazanmıştır. Giderek tanınmaya başlayan Tahsin Yücel’in yetmişli yıllara gelindiğinde tarzında değişikliğe başladığı, önce Yaşadıktan Sonra (1969) ardından da Ben ve Öteki (1983) öykülerinde gözlemlenir. Daha derin kişilikler yaratıp Anadolu’nun küçük kasabasında yaşayan insanların bireysel boyutlarını ele alır. 1999 Dünya Kitap Yılın Kitabı Ödülü’nü kazandığı Komşular (1999) adlı öykülerinde, diğerlerinden farklı olarak, toplumsal konulara ironiyle eğilir. Son öyküleri olan Golyan Devrimi’nde, eski çağların yapıtlarını kendi dilinde yeniden kuran öykünün kahramanının büyük bir yazar olarak yüceltilmesinde toplumun doğru, gerçek, özgün olandan çok, sahte ve taklide duyduğu yakınlığı imgeleştirmiştir. Aynı konuyu daha sonra Sonuncu (2010) adlı romanında yeniden işler.

Doktora teziyle ülkemizdeki göstergebilim (semiyoloji) çalışmalarının ve yapısalcılık akımının öncüsü olan Tahsin Yücel romanlarında bireyi ve onun karmaşık iç dünyasını anlatırken bireyden yola çıkarak toplumsal mesajlar vermeyi de elden bırakmamıştır. Bünyesinde çeşitli çelişki ve yozlaşmışlıkları barındıran, kendisine yabancılaşmış yirminci yüzyıl bireyinin yaşam mücadelesi romanlarının ortak konusudur.4 Konunun odağındaysa bireyin başta kendisinden olmak üzere, ailesinden, toplumdan ve yaşamdan kaçışı yer alır. Tahsin Yücel; hırslarıyla, körlükleriyle, yanılsamalarıyla, tutkularıyla, saf ya da hesaplı inançlarıyla “insan” hallerini göstererek ülkesinin insanını ve onun dönüşümünü anlatan romanlar yazmıştır. Romanları genellikle kentte geçtiğinden genelde kahramanlar benlik ve var olma mücadelesi veren, yaşadıklarına yabancılaşmış ve kendilerini kaptırdıkları düşlerinin esiri olmuş aydın karakterleridir.5 Romanlarında, genelde ülkenin yakın geçmiş yıllarındaki siyasal/sosyal yapının işlendiği iç içe geçmiş ikiden çok olayın yer aldığı anlatım, zaman zaman geriye dönüşlere yer verilerek bir zaman zinciri biçiminde yürür. Bir Anadolu kasabasında geçen Bıyık Söylencesi dışındaki diğer romanlarının mekânı İstanbul’dur. TDK’nın da ödün vermez bir üyesi olan yazar, kurumun dildeki devrimci tutumunu kitapları ve denemeleriyle hiç yılmadan savunmuştur. Bu konuda aşırılığa kaçılmamasını ise “Çok doğru düşünceleri içerse bile hiçbir zaman yüzde yüz arı bir dil arayışına girmemek gerekir” sözleriyle6 anlatmıştır. Tahsin Yücel, 1999’da Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü’nü kazanır.

İlk romanı Mutfak Çıkmazı’nı 1960’da yayımlayan Tahsin Yücel diğerleri için doksanlara kadar bekledi. Mutfak Çıkmazı’nda, tutulduğu genç kızın değişken ve şımarık davranışlarından yılan bir üniversiteli, artan masraflarını azaltmak için yemeklerini kendisi yapmaya başlamasıyla yavaş yavaş kendisini bu işe kaptırır, hukuk okuma tutkusunu unutur ve her gün başka yemekleri iyi yapmaktan başka bir şey düşünemez olur.

1993 Orhan Kemal Roman Ödülü’nü kazanan Peygamber’in Son Beş Günü (1992) romanında, “Peygamber” takma adlı devrimci bir ozan Taksim’de, arkasından kimsenin gelmediğini bile bile, en önden gidiyormuş gibi bir duygu içinde yürür. Hep en önde olduğunu, hep ileriye doğru gittiğini sanırken aslında yaşamın dışına sürüklenir, gerisinde kalır. Bir yarı bilinç içinde geçen son beş gününde düşlerini gerçekleştirdiğini sanır ama yalnızca yıkılışlarını yaşar. Bıyık Söylencesi (1995), küçük bir Anadolu kasabasında, herkes ve her şeyin bey oğlunun yaşamındaki her şeyden daha çok önem verdiği pos bıyığının çevresinde döndüğü Kafkamsı bir soluk taşır. Her üçünde de genel olarak, toplum ile onu oluşturan bireyi ve halkı anlamsız tutku, düşe kapılma yüzünden kimliğinden kaçışla eleştirir.

Vatandaş (1996), kısacık bir öykü olarak 1954’te doğmasının ardından 1964’te daha uzununa evrilir, 1975’te roman denebilecek bir anlatı biçimini alır ve ilk yazılışından 42 yıl sonra son durumuna gelir. Eserde acıyla alay iç içe girdiği gibi, iyiyle kötü, güzelle çirkin de yer yer karışır. Dürüstlüğü ve içtenliği temel bir değer olarak gören, bulamayınca genel ayakyollarının duvarlarında tepkisini dile getirmeyi alışkanlık edinmiş sıradan bir adamın öyküsü anlatılır. Ama Sokrates’inkinden çok daha büyük bir borç yüklendiğinin bilincinde olan, herkesin kendi evinin önünü temiz tutmasıyla tüm kentin temiz olacağı çocuksu iyimserliğine karşı çıkan, kısacası hazır kalıpları hemen benimsemeyen, sorgulayan ama sıradan bir adamdır bu.

Gülünç ile acıklının iç içe geçtiği anlatımıyla, yaşadığımız dönemin çelişkilerine tanıklık eden ilginç kişileriyle Yalan (2002), günümüz toplumunun hastalıklı yanlarından birine parmak basıyor. Romanın başkişisi, şaşırtıcı bilgisini ansiklopedilere ve olağanüstü belleğine borçlu olan yapayalnız, silik, beceriksiz ama benzerine güç rastlanır bir adamdır. Saçma bir aşk yüzünden on yedi yaşında kendini öldüren bir sınıf arkadaşının anısı, onun yaşamına bambaşka bir yön verir. Arkadaşının kuramı kendisine mal edilince de çok geniş bir hayran kitlesinin gözdesi olur ve çevresinin kendisine dayattığı kimliği üstlenir. Ancak mutsuz bir aşkın ardından, yalnızca yanıldığını görmekle kalmaz, başta kendi kimliği olmak üzere, her şeyin yalan üzerine kurulduğunu anlar. Eser, 2002 yılında Ömer Asım Aksoy Roman Ödülü ve 2003 Yunus Nadi Roman Ödülü’nü kazanır.

Kumru ile Kumru’da (2005) yine toplumumuzun aslında gözler önünde olan ama kimsenin bir türlü dile getiremediği, yüksek sesle söylemekten herkesin ürktüğü bir sorununu ele alır Tahsin Yücel. Yalnızca günlük çalışma biçimimizi değil, aynı zamanda duygularımızı, düşüncelerimizi giderek kişiliğimizi etki altına alan eşyanın yaşamımıza nasıl egemen olduğunu son derece etkileyici ve inandırıcı bir dille anlatmıştır.

Gökdelen (2006), 2073 yılında, İstanbul’u yalnızca gökdelenlerden oluşan, New York’a benzeyen ama ondan daha güzel ve daha modern bir kente dönüştürmek isteyen zengin inşaat yüklenicisinin gecekondu arazilerini ele geçirme savaşımını anlatır. Bu kişi sorunlarını çözmek için yargının özelleştirilmesini sağlayacaktır. Cihangir’de gökdelenler arasında kalmış son bahçeli evden yok edilmiş kedilere, dağda bayırda aç açık dolaşmak zorunda bırakılmış sefalet içindeki yılkı adamlarından tek kişilik uçaklarından inmeyen zenginlere, hiç değişmeyen çıkarcı politikacılardan onların destekçisi medyaya kadar aslında bugün yaşadığımız çürümeyi anlatan bir romandır. Eser, 2007 Balkanika Ödülü’nü kazanır.

Sonuncu (2010) sığ bir aydın portresini, değeri kendinden menkul yazarları konu alır. Romanın felsefe eğitimli kahramanı, çoğu Fransız, büyük romancı, felsefeci ya da düşünürlerden beğendiği cümleleri alıntılayarak ulaştığı yirmi dört bin küsur sayfalık taşınması ve okunması olanaksız bir kitap yazar. Kimse okuyamadığı halde kitap aydın çevrelerde büyük ün kazanır, hatta köşe yazarlarına ve öğretim üyelerine göre “geleceğin kitabı”, kimilerine göre de “kitaplar kitabı”, “Türk’ün başyapıtı”dır. Anlaşılmaz, okunmaz ama alkışlanır. İşlenen konu, Flaubert’in tanınmış romanı Bilirbilmezler’in ansiklopedist ikilisi Bouvard ile Pécuchet’nin yazma çalışmalarını akla getirir.

Vatandaş, Peygamberin Son Beş Günü ve Bıyık Söylencesi romanları Fransızca’ya çevrilmiştir. 1957’de Anadolu Masalları kitabını yayımlamıştır. Öykü ve roman dışında çok sayıda anlatı, deneme ve eleştiri, inceleme, derleme kitapları da vardır. Tahsin Yücel’in, içlerinde çok tanınmış romanlar da olmak üzere 86 çevirisi vardır. 1984’te Azra Erhat Çeviri Üstün Hizmet Ödülü verilmiştir. Fransız Hükümeti tarafından 1985 yılında Akademik Palmiye Nişanı’nın7 “Şövalye” derecesine ve 1997’de de “Komutan” derecesine uygun görülmüştür.

.

Dipnotlar:

  1. Bozkurt, Ö., 2019, Tahsin Yücel’le Bir Sabah Görüşmesi; http://www.omerbozkurt.com/yazilar-soylesiler/tahsin-yucelle-bir-sabah-gorusmesi/  ↩︎
  2. Üstün, K., 2019, Tahsin Yücel, Ahmet Yesevi Üniversitesi, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü; http://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/yucel-tahsin  ↩︎
  3. Doğuş Kültür Sanat, 2021, Edebiyat dünyasının çok yönlü yazarı: Tahsin Yücel; https://dogus.nl/3794-2/  ↩︎
  4. Doğanay, F., 2006, Tahsin Yücel’in Romanlarının Tema ve Yapı Bakımından İncelenmesi, Yüksek Lisans Tezi, Elazığ Üniversitesi, 165 sf. ↩︎
  5. Kılıçeri, N.Ö., 2021, Tahsin Yücel ve Yazar İmgesi, SinEdebiyat, Sayı 22; http://sinedebiyat.com/2021/09/18/tahsin-yucel-ve-yazar-imgesi-nedret-oztokat-kiliceri/  ↩︎
  6. Gülgün, S., 2016, Tahsin Yücel: Yalnızlık Duygusu Hissediyorum, Sanat Atak, http://www.sanatatak.com/view/tahsin-yucel-yalnizlik-duygusu-hissediyorum  ↩︎
  7. “Ordre des Palmes Académiques”, başlangıçta Napolyon tarafından Paris Üniversitesi’nin kadrosundaki seçkin isimlere verilen bir madalya iken 1955 yılından bu yana akademik, kültürel çevreler ve eğitim alanında çalışanlara Fransız devleti adına verilen bir nişan. Alttan itibaren, sırasıyla, Şövalye (Chevalier), Subay (Officier) ve Komutan (Commandeur) dereceleri vardır. ↩︎