Sözcüklerle Dans Etmek

28 Eylül 2024

BİZİM ÇAĞ SORUYOR:
Çocukluk yıllarınızda kitaplarla ilişkiniz nasıldı? O günden bugüne neler değişti?
Kitabın geleceğine ilişkin neler söyleyebilirsiniz? 

Nermin Şenol Kalyoncu

Günlük hayatta gereksinim duyduğumuz sözcükler azdır. Bu durum rutinin dışına çıktığımızda sıkıntı yaratır. Boş ya da birbirimize hikâyeler anlatabileceğimiz zamanlar olmasaydı yaşamak daha bir zorlaşırdı ama bu da yetmez bir yerden sonra. Yeni hikâyeler dinlemek isteriz. İş bu noktaya gelince kitaplar yardımımıza koşar. Bir şarkıda dile getirildiği gibi artık şarkı dinlemek değil şarkı söylemek isteriz. Ardından dans etmeye başlarız. İyi bir okur olduğumuzda sözcüklerle dans etmeyi öğreniriz. 

Çocuklukta bize okuma alışkanlığını kazandırmasalardı belki sözcüklerle dans edilebileceğini de öğrenemezdik. 

Okur yolculuğuma bakacak olursam önce dinlediğim masallar, hikâyelerle yola çıktım. Ardından okuma geldi. Satırların arasında gözlerim kapalı çılgınlar gibi dans ettiğimi düşlemek; karakterlerin yerine geçmek, yeni arkadaşlar edinmek, yeni oyunlar keşfetmek, gülmek, sevmek, aşık olmak, eğlenmek, ağlamak… Beni sınırlayan küçük çevremde rutin hayatımın dışına hayaller kurarak çıktım. Kitaplar bana bu konuda yardımcı oldu. Sayfalarda gizli dünyalarda yaşarken kitap hiç bitmesin istedim. 

Bu düşsel yolculuğa ilk adımımı okul öncesi kitaplarla attım. Duyduğum merak ve heyecan beni okur yazar yaptı belki de. Kırmızı Şapkalı Kız, Kibritçi Kız, Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler’i kim okumadı ki? 

Okula başlayıp okumayı yazmayı öğrenince muhteşem yolculuğun ikinci adımını atmış oldum. Önce yüksek sesle, sonra mırıldayarak okudum, ardından dudaklarım kıpırdadı. Dudaklarımı kıpırdatmadan okumayı öğrendim. Ağladım, güldüm, sayfaların arasında kayboldum. Başka nerede kaybolabilirdim ki? Kitabın kapağını kapatınca kurgular kafamın içinde sürdü. O çocuğa ne oldu? Mutlu son nedir? Sonra ne yaptı? İyiler hep kazanır mı? Kötülere daha sonra ne olur? Sorularımın şekillendirdiği bana ait kurgular… Düşlemeye başladım.

 Karlar Kraliçesi kitabını ilk okuyan ben olmuştum ikinci sınıfta. Okuma yarışmasında birinci bendim. Bir kedi gibi günlerce sınıf dolabının camına yapışıp düşlerimin suyunu akıtan kitap benimdi artık. Kitabı elime aldım, renkli resimlerine doyamadım, satırlar su gibi aktı. 

Günler sıkıcıydı, ev ve okul arasında… Kitaplar da olmasa… Benim için mahrem bir şeydi okumak. Çünkü ağladığın kadar, kendi kendine güldüğünü de kimse görmemeliydi. Gülmek… Üçüncü sınıfta Mary Poppins kitabını okurken akşam yatınca yorganın altında güldüğümü hatırlıyorum. Kitaptaki gibi gülme gazıyla havalanabileceğimi düşünmüş olmalıyım.  Kitap iki kardeşin düşlerin de yer aldığı gerçek hayatlarından alınmaydı. Benim için gerçek… Çocuklar yaramazlık da yapıyorlar, söz de dinliyorlar. Ceza olsa da pek ciddi bir ceza değil. Şiddet yok, ağlamak yok. 

Çocukluğumda çeviri kitapların yeri çok çok başka. Bana düşlemeyi, her şeyden çok ama her şeyden çok düşlemeyi öğrettiler. Düşlemek istedikçe okudum. Yerli yazarların kitaplarının bir çoğunda ağlamayı, üzülmeyi öğrendim. Besleme bir çocuk ne yapar? Ona nasıl davranırlar?  Hor görülme, aşağılanma, şiddet… Okuyamayan kız çocukları… 

Kitaplara ulaşmam her zaman kolaydı. Annem öğretmendi, benim de ilkokul öğretmenimdi. Çok kitabımız vardı. Kitap almak için Kemeraltı’na gittiğimizi anımsıyorum. Ablamın kitaplarını gizli gizli alıp sayfaları karıştırır, kaç sayfa olduklarına bakardım. İnce olanları gözüme kestirirdim. Örneğin Beyaz Diş. 

İlkokuldan farklı değildi ortaokul yılları. Türkçe öğretmenimiz çiçeği burnunda bir öğretmendi. Kitap kurduydu. Bize Montaigne bile okurdu. Lise yılları zor dönemlerdi. Ardından üniversite… Ardından çalışma hayatı… İlkokul öğretmenliği… Çocuk kitapları… Öğrencilerime okuma sevgisi vermeye çalışmak… Şarkı söylemeye başlamıştım. 

Şimdi dans ediyorum artık. Kitapların yazarlarıyla, karakterleriyle sürekli diyalog halindeyim. Onların hikâyelerini dinliyorum. Bazen de onlar benim hikâyemi dinliyor. İyi arkadaşlarım var. Ben bırakmadığım sürece onlar beni bırakmayacak, biliyorum ve eminim bundan.

2000’li yıllara girerken öğrencilerime kitaplar taşırdım. Kitapları alma hikâyemde pek değişiktir. Kadıköy’de çarşıdaki kitapçılara girer, çocuk kitaplarını fi tarihinden kalma fiyatlarıyla toplardım. Hepsini birden alırdım, üç beş ne varsa. Kasaya geldiğimde kitabın fiyatını yıllar önce koyduklarını fark ederlerdi.  Fakat kitabın arkasındaki fiyattan vermeleri gerektiğini de bilirlerdi. Her kitabı okutmazdım öğrencilerime. Özellikle okumalarını istediğim kitapları seçer bulurdum. Kırmızı Balon uzun yıllar elimden düşmedi.

2000’li yıllar içinde de öğrencilerime sınıf günlüklerini hikâye etmeleri için elimden geleni yaptım. Yazdılar ve kitaplar basıldı; beş kitapları var. Kısa film bile çektik onlarla. 

2010’lu yıllardan sonra yeni bir okula tayin oldum ve büyü bozuldu. Bozulan büyü sadece bu okul için geçerli değildi. 100 Temel Eser adı altında kitaplar belirlendi. Müfredat daha da kısıtlayıcı oldu. Veliler de bunu destekledi. Sadece okuma yazma öğrenilen bir yer oldu okullarımız. Terbiye okullarına çevrildi. Çocukların ellerine verilen telefonlar, tabletler aracılığıyla onları gerçek sandıkları bilgilerle donattıklarını düşündüler. 

Üçüncü sınıf öğrencim, anlattığım “Ay Dede” masalımdan sonra parmak kaldırdı. “Ben  gerçekleri öğrenmek istiyorum. Ay dede değil o, ay sadece,” dedi. Ona “O bilgileri internetten öğrenebilirsin ama hayal kurmayı öğrenemezsin,” diye karşı çıktım. Ertesi gün öğrencim yanıma geldi ve “Bize hayal kurmayı öğretir misiniz?” diye sordu. Gülümsedim. Sınıf dolabından bir kitap seçip verdim ona. 

Gelecek nasıl olacak? 

Elbette kitaplarla dostluğumuz sürecek. Kitaplar yazılacak ve okurlarını bulacak. Okumayı ve yazmayı seven gençler ve çocuklar, iyi okurlar, sözcüklerle dans etmeyi isteyenler her zaman olacak. Kitaplar değerini koruyacak. Bize eşlik eden usta yazarlar da hep yanımızda olacak.