Sen de Gitme Triyandafilis

Özel Dosya: AYLA KUTLU

3 Aralık 2024
SEVDA MÜJGAN YÜKSEL

Sen de Gitme Triyandafilis, Ayla Kutlu’nun aynı adlı öyküsünden sinemaya uyarlanır. Senaryosu Ayla Kutlu, Macit Koper ve Tunç Başaran’ın ortak imzasını taşır. 1996’da seyirciyle buluşan film, aldığı ödüllerle de dikkatleri üzerine çeker.

Öyküyü ve filmin senaryosunu karşılaştırdığımızda birebir aynı olmadıklarını görürüz. Ancak öykünün ana konusu ve iletileri değişmez. Bir öyküyü ve filmi iki ayrı sanat yapıtı olarak görüp onları kendi gerçeklikleri içinde değerlendirmek en doğrusu olacaktır.

Ayla Kutlu’nun öykü dünyasının içinde belki de önemli görmediği ayrıntıları film senaryosunda tamamladığı da düşünülebilir. Öykünün odağında Triyandafilis ve Sultan varken film, izleyicisine daha çok kahramanın dünyasının kapılarını açar. 

1930’lu Yıllarda Hatay
Ayla Kutlu’nun yapıtlarında karakterleri toplumsal ve tarihsel gelişmelerle iç içe anlattığı göz önüne alınırsa olayların 1930’lu yıllarda Hatay’da geçtiği anımsanmalıdır.

Tarihe kısaca göz atalım. 1937 yılında, Suriye ile Fransa arasındaki müzakereler sırasında Türkiye’nin müdahalesiyle İskenderun Sancağı yerine Bağımsız Hatay Devleti kurulur. Antakya’dan sınıra kadar olan bölgelerdeki tüm Fransız karakolları kaldırılır. Hatay Millet Meclisi 29 Haziran 1939’da oybirliğiyle Türkiye’ye katılma kararı alır. 23 Temmuz 1939’da Antakya’da kışladan Fransız bayrağı indirilerek Türk bayrağı çekilir.

Bölgenin kozmopolit yapısı filmde alegorik bir sahneyle (Öyküde yer almaz.) şu biçimde verilir: Bir imam ve papaz, iki karşıt karakter, yanlarında bir eşekle yola çıkmıştır. Karşılıklı saygı ve yoldaşlık ahlâkı içinde sırayla eşeğe binerler.

Triyandafilis ve ailesinin evi, o yıllarda Fransızlar’ın Alexandrette olarak adlandırdığı  İskenderun bölgesindedir. Bahçe içinde üç katlı bir evdir. Alt katın pencereleri demirlidir. Zincir sarılarak kilitlenen demir parmaklıklı geniş bir bahçe kapısı vardır. Bahçe duvarlarının üstü (sonrasında öğreneceğimiz gibi Triyandafilis’in kaçmasını engellemek için) kırık cam parçalarıyla doludur. Evin ön ve arkada olmak üzere daima kilitli tutulması gereken iki girişi vardır.  Kapının sol yanındaki demirli pencerenin ardından “özgürlüğü üstüne cam kırıkları yerleştirilmiş bahçe duvarının başladığı yere kadar” olan genç bir kız (Triyandafilis) dışarıyı izler.

Triyandafilis’in Ailesi: Mösyö Antuvan, Madam Teodora, Aleksiya, İkizler
Öyküde Mösyö Antuvan ve eşi Madam Teodora, Triyandafilis’in anne ve babası olarak geri planda kalırken filmde izleyici öyküde yer verilmeyen ayrıntılarla kendisini onların da dünyasının içinde bulur. Öykü okuru, Antuvan’ın Mersin’de yaşayan yoksul bir balıkçının oğlu olduğunu bilir. Evinden kaçıp Beyrut’a gider, zengin olduktan sonra Antakya’nın en iyi ailelerinden birinin kızı Teodora ile evlenir. Teodora’nın ailesinin isteği üzerine işlerinin bir kısmını Antakya’ya taşır. Madam Teodora hakkında öğrendikleri ise “masallardan kaçıp gelmiş bir kraliçe gibi” olduğundan öteye geçmez.  

Evde bir hayalet kadar az görünen, en çok iki gece kalan Mösyö Antuvan’la Madam Teodora’nın uzaklığına tanık olan okur, Madam Teodora’nın yakınmasını da duyar: “Kocamla benim hiçbir şeyim uyuşmaz.” 

Filmde ise izleyici, bu ilişkinin içine daha çok çekilir. Okurun belki kafasında tamamlayacağı kimi gerçekler izleyiciye sunulur. Teodora, bu karmakarışık şehirde (İskenderun’da) kendisini hapsolmuş gibi hisseder. Antuvan, onun yakınmalarını önemsemez. Ona göre eşinin canını sıkan tembelliğidir. Eviyle, çocuklarıyla meşgul olsa böyle olmayacaktır. Eşini, evine ve çocuklarına karşı sorumluluklarını yerine getirmemekle suçlayan Antuvan’ın, “Bu şehirde senin yerinde olmak isteyen kaç kadın vardır?” sorusuna Teodora’nın verdiği yanıt da dikkat çekicidir: “Bir zamanlar senin yerinde olmak isteyen erkekler kadar.”

Karı koca ilişkisinin neden bu noktaya geldiği sorusuna açıklık getirmek üzere, senaryo bizi evlendikleri günlere götürür. Teodora, bir tartışma sırasında geçmişi Antuvan’ın başına şu biçimde kakar: “Senin bütün kazancın benim yüklü dramahom ve babamdan kalan miras değil mi? Her şeyi hazır bulmadın mı?” Eşine ve çocuklarına bolluk içinde rahat bir hayat sunabilmek için ömrünü tükettiğini düşünen Antuvan’a bu sözler ağır gelir ancak altında kalmaz: “Her şey hazırdı hatta Aleksiya denen piçin bile karnında hazırdı.”

Öyküde yer almayan bu ayrıntılar senaryoyu farklı bir noktaya da taşır. Hem ablasının hem de kardeşlerinin Triyandafilis’e düşmanca davranması düşündürücüdür. Aleksiya’nın davranışının ardında Triyandafilis’in üvey kardeşi olması yatıyorsa bile bu, hoş görülür bir davranış değildir. İkiz kardeşlerinin öyküde 12 yaşında olduğu belirtilse de filmde bu rolleri üstlenen çocuklar çok daha küçüktür. 8-9 yaşlarında oldukları tahmin edilebilecek bu iki çocuk, “aptal, deli” demekte sakınca görmedikleri Triyandafilis’e sataşmak için hiçbir fırsatı kaçırmaz. Bu rahatsız edici durum karşısında annenin seyirci kalması, onun çocukları arasında kardeşlik bağını kurmaktaki yetersizliğini izleyiciye düşündürür. 

Öyküde Triyandafilis’e karşı ilgisiz, duyarsız olmayan Teodora’nın izleyicinin karşısına agresif, tembel, sorumsuz, sert bir kadın olarak çıkarılması erkek egemen bir bakış açısının gölgesini filmin üzerine düşürüyor. Ev, her ikisini de bunaltırken Antuvan’ın işin arkasına sığınarak Beyrut’ta kalma seçeneği varken Teodora karmaşanın egemen olduğu, yaşamak istemediği bir kentte kalmak zorundadır. Antuvan, Sultan’a “Çok yalnızım, evde yalnızım, işte yalnızım, boğuluyorum,” diye dert yanarken madalyonun diğer yüzünde Teodora’nın yalnızlığını görmez. Bu arada Binbaşı Portal’ın nasıl bir rol üstlendiği belirsiz kalır. Binbaşı Portal’ı yemeğe çağıran Teodora’dır. Kocası, onun önemsediği konukları önemsemezken Teodora da Antuvan’ın konuklarını görmezden gelir. Karı kocanın ayrı ayrı konukları olması, aralarındaki uzaklığın bir göstergesidir kuşkusuz. Ancak daha çok dikkat çekense Antuvan’ın tek başına gelen bir erkek konukla karısını yalnız bırakması, ona iyi davranmasını söylemesidir. Teodora’nın yemeğe çağırdığı konuğuyla yalnız kalmayı istememesi kendiyle çelişmesi olarak yorumlanabilir. Triyandafilis, “Misafir istemiyorum,” diye bağırınca kızıyla doğrudan konuşmayan anne, Sultan aracılığıyla ona şunu iletir: “Binbaşıyla beni yalnız bırakmasını istemediğimi söyle.” Diğer yandan Binbaşı’nın sözleri Teodora’ya kur yaptığı biçiminde algılanabilir: “Ben sizin konuğunuzum. Başkaları o kadar çekici gelmiyor. Hele kocanız…” Belirsiz kalan bu ilişkiyi bir yana koyarak Triyandafilis’le annesinin ilişkisine dönecek olursak film bu konuda ona haksızlık yapmayı sürdürür. Triyandafilis, evden kaçıp Pierre ile buluştuğunda onları ilk bulan Teodora olur. Bir tenekenin üzerinde oturan kızının ayaklarının önüne çömelip ellerini öpen Pierre’yi görünce onları “saf ve masum” bulur, yanlarına kötü bir cadı gibi gitmek istemez, Sultan’ı çağırır.  Filmde bu sahne atlanarak “sevgi, şefkat” doğrudan Sultan üzerinden Triyandafilis’e yöneltilir. Onları bulan Sultan’dır. 

Triyandafilis kaybolduğunda Antuvan’ın nasıl perişan olduğuna tanık olan izleyici Teodora’nın gözyaşı döktüğünü, telaşlandığını, kaygılandığını görmez. Kızının kaybolmasını, kocasından daha kolay kabullenir. Oysa öyküde Triyandafilis’i unutmayan üç kişi vardır: babası, annesi ve Sultan. 

Mösyö Antuvan’ın kızına düşkünlüğü öyküde bir baba sevgisi olarak nitelendirilebilirken filmde ek bir açıklamayla da karşılaşırız: Triyandafilis, Mösyö Antuvan’ın annesine benzemektedir. Kızına “Annem yüzlü” diye seslenir. “O, benim annemin yüzünü taşıyordu,” der. 

Öyküde Triyandafilis, Beyrut’a gitmek üzere eşyalar yüklenirken bir fırsatını bulup evden kaçar. Filmde bu, Mösyö Antuvan’ın dikkatsizliği nedeniyle gerçekleşir. Mösyö Antuvan, “Theodora!” diye bağırarak kapıdan içeriye girer. Kapıyı ardından kapatmaz. Triyandafilis, o açık kapıdan kendisini dışarıya atar. Kızına aşırı düşkün baba, onun felakaetinin de istemeden sorumlusu olur.

Triyandafilis’in Önce Pierre, Ardından Rıfat’la Karşılaşması
Daha öncesinde de söylediğimiz gibi öyküde eksik kalanlar filmde tamamlanır. Öyküde okurun zihninde tamamlayacağı durumlar, seyircinin gözü önünde somutlanmak istenir. Pierre, Mösyö Antuvan’ın bir dosya vermek için beraberinde gelen Fransız askeridir. Rıfat ise adres sormak için Triyandafilis’in dışarıyı izlediği pencereye yaklaşan bir delikanlıdır.

Hikayenin arka planında gelişen olaylar kahramanların kaderlerini de belirler. 

Triyandafilis ve Fransız askeri Pierre, birbirlerine gönül düşürürür ancak Pierre, Fransızların Hatay’dan çekilmesi üzerine İskenderun’dan ayrılır. 

Triyandafilis, savaş bitince Pierre’nin geleceğine inanır: “Pierre gelecek, savaş bitti.” O nedenledir ki ikinci kez gönlünü düşüreceği liman işçisi Rıfat onun gözünde Pierre ile birleşecektir.

Triyandafilis’in Pierre’nin ardına düşmesi elbette çok anlaşılır, iç burkan bir durum. Triyandafilis’in evden kaçması durumunda başına gelebilecekler ailesini çok kaygılandırıyordu, bunu biliyoruz. Film/öykü izleyicisini/okurunu bu duruma hazırlıyor. 

Sahneyi anımsıyorsunuzdur: Pierre’yi aramak için evden kaçan Triyandafilis, askerleri taşıyan bir kamyonun arkasına takılınca askerler onu çekip alır. Trayandafilis’e “canını acıtan bir şeyler” yaparlar. Sınıra yaklaşınca da onu bırakırlar. 

Aradan geçen üç yıl koşulları çok değiştirecektir. Mösyö Antuan, Fransızlarla yakın ilişkilerinden dolayı hırpalanır, Yunanistan’a kaçmak zorunda kalır. Ardından 2. Dünya Savaşı… İzi kaybolur. Dolayısıyla da süren Triyandafilis ve Sultan’ın öyküsü olur.

Savaş 
Triyandafilis, Pierre’nin gidişi ile Rıfat’la karşılaşması arasında geçen sürede 2. Dünya Savaşı’nın zor koşullarına katlanacaktır.  

Antakya, Türkiye’ye bağlandıktan sonra kenti terk eden azınlıkların boş kalan evleri işgal edilecek, yağmalanacak, Milli Emlâk’a geçecektir. Öyküde Mösyö Antuan’ın evinde yaşayan Sultan ve kocasının durumuna açıklık getirilmezken filmde Mösyö Antuan’ın evi onlara verdiği, ellerinde tapularının olduğu özellikle vurgulanır.

Savaş ülkenin çehresini sarıp dünyayı kan ve acıyla çoğalan yokluk içinde bırakır. Herkes kendi derdine düşer. Mösyö Antuvan Beyrut’tan Yunanistan’a kaçmak zorunda kalır, orada izi kaybolur. Geceleri karartma uygulanır.  Parayla bile yağ, yumurta, reçel… güzel bir şey bulunamaz.  Savaş uzadıkça açlık, yoksulluk büyür. Sultan ve kocası Adem iş bulamaz, çalışamazlar.  Zengin evlerin önüne giderek (Mösyö Antuvan’ın evindeki) eşyaları (bir fotoğraf çerçevesi, seccade…) yok pahasına satarlar. Adem, Kızılay’ın aş kuyruklarında bekler.  Mersin dallarıyla ısıtılan kaçak çalışan fırınlarda arpa, kuş yemi unlarına saman, ot katıp ekmek yapılır. Gün doğmadan satılır. Fırın sahibi, fırının önünde uzayan kuyruğu izlerken radyoda Hitler’in konuşmasını dinler. “Senin bıyıklarına kurban olayım!” diyerek ona duyduğu hayranlığı dile getirir.

Rıfat’ın Triyandafilis’ten ilk ayrılığı askerlik görevini yapmak üzere gitmesi nedeniyledir. İkincisinde ise Kore’ye gönderilen askerlerden biri olacaktır.  

Öyküde Rıfat, Sultan’a “Bizi Kore diye bir memlekete gönderiyorlar,” dediğinde Sultan “Biz savaşa mı girdik şimdi?” diye sorar. Rıfat onu “Girmişiz ana. Çok uzak bir memlekette. Çok uzak. Akıl almaz uzaklığına,” diye yanıtlar. Sultan “Neymiş onlarla alıp veremediğimiz oğul?” der. “Benim bildiğim çok uzaklarda Yecüc Mecüclerden başkası yoktur ki. Onlar da ahir zamanda ortaya çıkacak.”

Sultan’ın “Neymiş onlarla alıp veremediğimiz oğul?” sözü savaşa yönelik bir sorgulama olması yönünden önemlidir. Bunu “Bizim Kore’de ne işimiz var?” diye de okuyabiliriz. Belki de bu nedenle filmde Sultan’la Rıfat arasındaki konuşma daha farklı gelişir. Filmde Rıfat, onları uzağa, Kore denilen bir yere göndermelerini şöyle açıklar: “Türk askeri olarak orada iyilerin yanında savaşacağız. İyilerle kötülerin savaşı… Bize söyledikleri bu. İyilerin yanında savaşmak için…” İyilerle kötülerin savaşında, iyilerin yanında yer almak savaşa onaydır.

Triyandafilis’in öyküde Kore’ye giden askerleri uğurlayan töreni izledikten sonra dönüşte yolda gördüğü bütün askerlerin sırtına dokunup “Gitme!” (Bu filmde son sahneye taşınmıştır.) demesini savaşa karşı durma isteği olarak düşünebiliriz. (Sultan öldükten sonra da evden yalnızca sokaktan bir asker geçince çıkar, elini omzuna koyup “Gitme,” der. Triyandafilis’in zihninde anılar birbirine karışır.) Savaşa giden dönmez onun gözünde. Savaş ölümdür, yok olmadır. Üniforma giymek, bir daha dönmemek demektir. Öyledir de. Asker için savaşa gitmemek söz konusu olamaz. Askere gitmek/vatan için savaşmak kabul gören bir değerdir. Sorgulanması doğru görülmez. Çocuk akıllı Triyandafilis, savaşı reddeder. Askerler gitmese savaş da olmaz. Onları sevenler, “Gitme!” diyerek önlerini kesse… Gerçeklik böyle değildir.

Sultan’ın Ölümü
Sultan, başından sonuna kadar Triyandafilis’in üzerine titrer, ona içten bir sevgiyle bağlıdır. Onu sahip olmadığı “kızı” yerine koyduğunu da rahatlıkla söyleyebiliriz. 

Sultan, Triyandafilis’in bakıcısıdır. Her türlü gereksinimini o karşılar. Onu yıkar, giydirir, gece yatırır, ona masal anlatır. (Öyküde anlatılan Dev Kız masalıyken filmde bu,Triyandafilis’in kahramanı olduğu bir masala dönüşür.) Ona bezden bebekler diker. Pierre’ye karşı duygularını anlayışla karşılar, onları destekler. “Sevda için her şey hazır”dır ancak Sultan umutlu değildir: “Zavallı yavrum, sen ne olsa mutsuz olacaksın.”

Triyandafilis’in kaybolmasının ardından Sultan’ın kocası, “O kız seni mutsuz edecekti,” der. “Yaşasa da gitse de hatta olmaz ya seninle kalsa da….” Ama Triyandafilis döndüğü zaman o da bundan memnun olacaktır. Düşünceleri değişecek, Triyandafilis’i artık karısını mutsuz edecek biri olarak görmeyecektir.

(Üç yıl sonra) Triyadafilis döndüğü zaman, Sultan ve kocası “Yaşamak için bir sebebe muhtacız,” diyerek Triyandafilis’i bağırlarına basarlar. Sultan için o, “her zamanki meleği”dir. Triyandafilis, yaşadıklarını hatırlıyorsa ona bunları sevgileriyle unutturmaya çalışmaya karar verirler. “Unuttuysa hiçbir şey olmamış demektir.” Bu iyi huylu, güzel yüzlü kız onları geleceğe bağlar. Onu yaşamlarını güzelleştiren bir Tanrı armağanı olarak görürler. Zekasının önemi yoktur. Bu savaş bitecek, sıkıntılar geçecektir. Dirençlerinin sonuna gelirlerse Rum cemaatine haber vereceklerdir. (Öyle de yaparlar. Sultan öleceğini düşünmeye başlayınca kiliseye gider. Öyküde cemaat Triyandafilis’e para yardımı yapar.) 

Sultan’ın öldüğü sahne, filmin en güçlü sahnelerinden biridir. (Öyküde bu biçimde yer almaz.) Triyandafilis, Sultan’ın başını kucağına koyar, hayattayken Sultan’ın ona anlattığı gibi bu kez o, masal anlatır: “Kaplıar kapalı, anahtar Sultan’da. Gitme Pierre. Gitti. Rıfat gitme. Gitti. Anahtar Sultan’da, anahtar Sultan’da. Sultan gitti. Masal bitti.”

Filmde Sultan’ın ölümünden sonra Triyandafilis’e ne olduğu izleyicinin düş gücüne bırakılır.

Hikâyenin Sonu
Öyküde Sultan’ın ölümünden sonra Triyandafilis, insanların “ölüm meleği” diye alay ettikleri “beyazlı kadın” olur. Yaşadığı ev “hayaletli ev”dir. Çocuklar bu eve yaklaşmaya korkar. 

Eren, evin kapısını açmaya cesaret eden tek çocuk olur. Hayalet gördüğünü sanıp günlerce altına kaçırır. Yıllar sonra yedek subay üniformasıyla İskenderun’dan ayrılacaktır. Yolunu şaşırınca kendisini yeniden hayaletli evin karşısında bulur. (Filmde yanında ailesi vardır. Öyküde çocukluk arkadaşlarıyla içip vedalaşır.) Triyandafilis’in eli omzuna değip “Gitme!” deyince bu sözün sevgi sözü olduğunu anlar. Triyandafilis, yanından hızla geçip gidince ardına düşer. Onu bulmak (Ondan korktuğu için haksızlık etmiştir.) özür dilemek ister. Ardından “Sen de gitme!” diye bağırır. (Filmde “Sen de gitme!” diyen Sultan’dır.) 

Kent, Triyandafilis’e Sahip Çıkar
Balıkçı ağlarını onarır. Kentin gecekondu mahallelerine gider. Oradaki kadınlara yardım eder. Kent onu tanır. Kimseden para almaz. (Kiliseden gelen paralara elini sürmez. Paraları fareler kemirir.) Çocuk akıllı bir kadının yaşamında paranın yeri yoktur. Bunu da bir ileti kabul edebilir miyiz? Bu yalnızca delilerin paraya gereksinim duymadığı, parayı reddettiği bir dünyadır. 

.