Sanat Tarihini Taklit Eden, İnsanın Suç Ortağı: Sibernetik Yapay Zekâ

ÇEMEN TOZBEY

İnsanın kendini görünür dünyanın nesneleri üzerinden tanıma arzusu, var oluşun tarihi kadar eskidir. Yeni sanatsal ve bilimsel keşifler bu çabadan doğar. İç dünyamız bu keşifleri saklayan bir kutu gibidir adeta. Bu kutudan çıkan imgeler aracılığıyla kendimizi, potansiyelimizi keşfederiz. Şimdi de insan beyninin erişemediğimiz o üstün gizemine, yine kendi yarattığımız bir nesne olan yapay zekâ üzerinden ulaşmaya çalışıyoruz. Kendi dehamızı anlamak için yapay zekâ gibi bir nesneyi kullanmaya gerçekten gerek var mı? Keşke makineleri kodlamak için gösterdiğimiz bu gayreti, insan beyninin temel anatomisini ve onun esas unsuru olan nöronların işleyişini, daha derin, daha boyutsal bir bilinçle kavramak için sarf etsek. Zira en esaslı bilimsel keşif, beynin tanrısal ihtişamıyla gizemini kavramak olsa gerek.

İnsanı insan kılan en özgün, en eşsiz yetenek, özgür düşünebilme ve hissedebilme yeteneğidir. İşte hakiki sanat, bu özgür iradeden doğar. Biricik olma hâli, yalnızca- beden, zihin, ruh bütünlüğünden oluşan- insan denilen canlıya dairdir. Deluze, sınırsız kodsuzlaşmayı “kurtuluş” diye över. Bence, aşırı kodlama, insanın varlığı için ne derece bir tehdit unsuruysa, sınırsız kodsuzlaşmada öyledir. Sibernetik yapay zekâ aracılığıyla yapılabilecek aşırı kodlama, insanın özgürlük alanını ortadan kaldırıyor. Sınırsız kodsuzlaşmada tıpkı aşırı kodlama gibi kendi içinde bir aşırılık içerdiği için zararlıdır. Çünkü onda da insan düşüncelerinin, arzularının, duygularının kontrol edilemez bir aşırı sınırsızlığı vardır. Tıpkı hiçbir hedef gözetmeyen serseri bir kurşun gibi. Her ikisi de yıkıcıdır.

Görsel, Yaşar Başkaya tarafından YZ kullanılarak üretilmiştir.

Sibernetik yapay zekâ; algılayabilir, öğrenebilir, karar verebilir ve tüm bu sürecin neticesinde edindiği bilgiyi eyleme dönüştürerek ortaya bir ürün çıkarabilir ama ortaya çıkan bu ürün, bir sanat yapıtı olarak tanımlanabilir mi? Yaratıcı eylem “ana”dır, “öz”dür. Sanatın anası da insandır, makine değil. Sanatın lisanında, insan dehasının adı vardır. Makine, sanatını ortaya koyan insan açısından yalnızca aracı bir nesne olarak kalmalıdır.

Makine ile insan arasındaki ayırım ne kadar azalırsa, bu iş birliği bir çatışmaya dönüşerek her şeyde olduğu gibi sanatta da makine lehine gelişebilir. Hiç şüphesiz ki teknolojiyle gelişen yapay zekâ insana sınırsız kolaylık sağlıyor. Bilgiye kolaylıkla ulaşabilmenin değerli bir faydanın kaynağı olduğu azımsanamaz. Yine de tüm bu faydalar, insan dehasının makinelere hapsedileceği tehlikesini ortadan kaldırmıyor.

İnsan nesli, artık bir bilgisayar ekranı karşısında sanal bir dünyaya kendini bağlayarak ömrünü tüketiyor. İnsan, sanatı bu yapay dünyanın tekeline bırakırsa ne yazık ki yaşamı, doğayı, bireyi gerçek anlamda göremeyen bir işlemcinin mekanik gözü olmaktan ileri gidemeyecektir. Eylemekten uzak kalacağı için bedeninin hareket kabiliyetinden faydalanamayacaktır. Kendi adına kolaylıkla düşünen yapay bir ortamda, düşünmeyi erteleyecektir. Böylelikle beyninin kapasitesini geliştirmek bir yana, beyin hücreleri -diğer adıyla nöronlar- kullanılmadığı için bu duruma bağlı olarak küçülecek ve zamanla yok olacaktır. Neden sanatı makinelerin üretimine bırakıyoruz? Bana öyle geliyor ki bu durum, kendimizden daha zeki, daha özgün makineler yaratmak arzusu, kendi dehamıza güvenmememiz ve beynimizi daha işlevsel kullanamayacağımız inancından kaynaklanıyor.

Yapay zekâ bir yanılsamadır, dolayısıyla ondan ortaya çıkan ürün de bir yanılsamadır, hakiki sanat değildir. İnsan ise üst zekânın -yaratıcının- yaratımı olduğu için biriciktir. Şayet bu biriciklik, hissettiği duygu yoğunluğuyla bir eser yaratırsa işte bu yanılsama değil yansıtma sonucu olur. Bu yüzden yapay zekâ, her ne kadar teknik olarak kusursuz bir iş çıkarsa da ondan doğan her eylem, son derece yapay ve sanal olduğu kadar insan bakışındaki estetiği içermeyen, ruhu doldurmayan boş bir nesneden ibarettir. Bu nesneler, bir sanat eserinin heyecan verici yoğunluğuna sahip olmaktan çok çok uzaktır.

İnsanlık tarihinin görsel, yazınsal ve dokunsal belli başlı sanat eserlerine şöyle bir bakalım: Memleketi Guernica, Nazi ve İtalyan kuvvetlerince bombalanan sanatçının tüm duygularını kendine özgü kübist anlayışıyla yansıttığı Pablo Picasso’nun Guernica’sı ; yazıldığı dönemin bireysel yaratıcılığını, kendine özgü sembolik bir dille ifade eden Cervantes’in Don Kişot’unu; Rönesans heykel sanatının bir başyapıtı kabul edilen Michelangelo’nun Davut Heykeli’ni ; resimlerini izlenimcilerden farklı olarak olguculuktan bağımsız, ruhunun tüm coşku ve karamsarlığıyla fizikötesi doğayı görünür kılan, kendi mistik duyarlılığıyla insanda hayranlık uyandıran Van Gogh’un başyapıtı Yıldızlı Gece’sini hangi yapay zekâ yapabilir?

İnsanın özgür iradesi tarafından üretilen tüm bu sanat yapıtları, taşkın ve aşkın bir duygu sarhoşluğunun eseridir. İşte bu yüzden insan ruhunda hayranlık uyandırırlar. Kendi biricikliğine has, sanatçının yaşadığı bu coşku, bu esrik olma hâli, yapay zekâ tarafından taklit edilemez yegâne esastır. Yapay zekâ, sanat tarihini bir makine aracılığıyla taklit eden insanın suç ortağıdır. Hangi gerçek sanatçı, yapıtlarını sanal bir bellekteki geçici sonsuzluğa emanet etmek ister? O halde kolaylıkla bir tuşla kopyalanabildiğiniz gibi kalıcı olarak silinebilirsiniz de. Ben sanatçı olsam yapıtlarımın insanın kollektif belleğinde yaşamasını isterim, ölümden sonraki o ebedi sonsuzlukta…

.