30 Ekim 2024

Magda Szabo, Macaristan edebiyatının önde gelen yazarlarından. Eserlerinden önce Kapı‘yı, ardından Iza’nın Şarkısı‘nı ilgiyle okudum. Kapı, beni daha çok etkiledi. O yüzden kendimi romanın iki kahramanı Emerenc ve Magduska’nın yerine koyarak size onları anlatmak istedim. Yazdıklarımı Kapı’ya estetik bir yanıt olarak görebilirsiniz.
EMERENC ANLATIYOR (Emerenc’in Travmaları)
Magduska, biliyorum, tuhaf biri olduğumu düşünüyorsun. Evimin ve yüreğimin kapılarını neden insanlara kapattığıma akıl sır erdiremiyorsun. Öyleyse dinle beni.
Ben Emerenc Szeredas.
Babamı üç yaşında kaybettim. O sırada savaş çıktı.
Üvey babam öldüğündeyse dokuz yaşındaydım. Cepheye çağrılmış ve hayatını kaybetmişti.
Annem işlerin başına geçtiği için kardeşlerime bakmak zorunda kaldım. Dedem erkek kardeşimizi yanına almıştı ama ikiz kardeşlerimin sorumluluğunu ben üstlendim. Yemek pişirmek de benim işimdi. Bir gün işleri bitirmedim, oyun oynadım diye annem beni dövdü. Ben de büyükbabamın yanına gitmeyi, giderken de ikizleri yanımda götürmeyi aklıma koydum. Yola çıktık. İkizler susadı. Onlara su almak için çoban kuyusuna gittiğimde korkunç bir fırtına çıktı ve yıldırım düştü. İkizler tomruğa döndü. Sesime gelen annem onları görüp ne olduğunu anlayınca kendisini kuyuya attı. Yardım istemeye gitseydim belki kurtarırlardı ama donup kalmıştım.
Büyükbabam beni evine götürmedi, erkek kardeşim Jozsi gibi evinde kalmama izin vermedi. Budapeşte’den hizmetçi kızlar almak için gelen beyefendilerle anlaşarak cenaze töreninin ardından beni oraya gönderdi. Yaşadıklarım, başıma gelenler oldukça ağır şeylerdi. Kardeşlerimi hiç kimse benim sevdiğim gibi sevemezdi ama onlar için gözyaşı bile dökememiştim.
Büyükbabam, annemi yanından alıp götürdüğü ve öldüğü için babamı sevmiyordu. Beni de sevmiyordu. Annem kuyuya atlamıştı ve ben hiçbir şey yapmamıştım. Yine de ondan nefret etmiyorum.
Sütlü kahve renginde bir düvemiz vardı. Annem adını Viola koymuştu. Beni çok severdi, ben de onu. Benim için ikizlerden bir farkı yoktu. Birbirimize çok bağlıydık. Bir gün satılması gerekti. Peşinden gitmeyeyim diye beni tavan arasına kapattılar. İnmemem için merdiveni aldılar. Kafama bir şaplak attılar. Bir yolunu bulup aşağıya indim. İstasyona doğru koştum düveme seslenerek. Viola adını duyunca henüz kapatılmamış vagon kapısından kendini attı. Ayakları kırıldığı ve hiçbir işe yaramayacağı için onu kestiler, parçaladılar. Hem de gözümün önünde ve baştan sona bana izlettirdiler. Hiçbir şeyi çılgınca sevmeyin çünkü er ya da geç kaybedersiniz Magduska.
Üç renkli kedimi güvercinlerini avlıyor diye öldürüp kapıma astılar. Başka bir kedi aldım, onu da zehirlediler. Onun için şu an benimle yaşayan dokuz kedimi dışarıya çıkarmıyorum. Belki içeride hapisler ama hayatları güvende. Kediler benim ailem. Bana kısmet olan bu imiş. Anlıyorsunuz değil mi Magduska? Eve geldiğimde seviniyorlar. İnsan eve geldiğinde sevinecek hiç kimsesi yoksa yaşamanın da bir anlamı yok.
Eva yemeğe gelmediğinde öfke nöbetine tutulmam boşuna değildi. O zaman ki yasalar… Anne ve babası kaçacaklardı. Ben de Eva’yı köye götürecektim. Götürdüm ama başıma neler geldi neler. Büyükbabamdan öyle bir dayak yedim ki bir daha asla yürüyemeyeceğimi sandım. Çünkü bebeğin benim olduğunu, Budapeşte’de ona bakacak durumumun olmadığını, alçak herifin birinin beni kandırdığını ve başka çarem olmadığını söylemiştim. Grossmannlardan aldığım para ve mücevherleri çocuğa bakması için ona verdim. Ben Eva için büyük fedakârlık yapmıştım, işte o yüzden verdiğim tarihte kıyamet bile kopsa gelmeliydi. Ben olmasaydım şimdiye dek ya kafasını duvara vurup kırmışlar ya da gaz odasına tıkmışlardı. O günkü hayal kırıklığımı anlayabiliyor musunuz Magduska?
Avukatın oğlunun ölmesi ile anılarım canlandı. Onu çok sevmiştim, o beni sevmemişti galiba. Çirkin bir kız değildim. Sadece başı sıkışınca, saklanacak yer aradığında aklına geldim. Sonra terk edip gitti ve soydu beni. Ben de berber ile yaşamaya başladım. O çıldırdı. Ben sevindim. Sonra berber de terk etti beni.
İşte bütün kapılarımı tek tek açtım size. Kapımdan içeri girip tüm yaralarımı öğrenmenize izin verdim çünkü size güvendim. Peki siz ne yaptınız hastalandığımda beni kurtarmak için? Kapımı ellere açtınız ve iyi olup olmadığımı bile öğrenmeden evimi, kedilerimi, eşyalarımı öylece bırakıp ödül töreni için gittiniz. Ben bugüne kadar onurumla, gururumla yaşadım. Tertemiz bir insan olan Emerenc’in pisliğini herkes gördü. Oysa güvenmiştim size. Kızım yerine koymuştum. Sizi nasıl affedeyim Magduska?
Ben yara diyeyim, siz kapı deyin, fark etmez benim için. Parçalanan fırıncı, alçak berber, küçük Eva Grossmann’ın Csabadul’da uyandırdığı utanç, düveme uygulanan vahşet, kapımın kilidine asılan kedim, büyük aşkım, hastalanıp yatağa düşünce evimi herkesin görmesi, mahremime girmesi, sırrımın ortaya çıkması, bir efsanenin sonu ve sizin ihanetiniz… İşte benim Yasak Kenti’m. Siz kapıyı açtınız ve dünya üzerime yıkıldı, altında kaldım. Söyleyin şimdi bana Magduska hangisi daha çok acı vermiştir bana?
MAGDUSKA ANLATIYOR (Magduska’nın Kendisiyle Hesaplaşması)
Yine aynı rüya ile açtım gözlerimi kan ter içinde. İçimde biriktirdiklerimden kurtulmak için belki de size Emerenc Szeredas’ın ve benim hikayemi anlatmaya karar verdim. Bir yerde okumuştum yazmak bir çeşit terapi imiş. İnanın Türk yazar Sait Faik’in dediği gibi “Yazmasam çıldıracaktım.”
Emerenc ile yollarımız yirmi yıl önce kesişti. Bir yardımcıya ihtiyacım vardı ve bir arkadaşım onu önermişti. Kendisine bizimle çalışıp çalışamayacağını sorunca referans istemesi ve düşüneceğini söylemesi çok tuhafıma gitmişti. İlk defa böyle bir şeyle karşılaşıyordum. Benim bildiğim işverenler ister referansı iş vereceği kişiden.
Emerenc nevi şahsına münhasır bir insandı. Hayatı boyunca hiç kolay şeyler yaşamamıştı. Etrafına kurduğu duvarlar, insanlara açmadığı kapıları ile kendini koruma altına almıştı. Onun yaşadığı hayatı bir başkası yaşasa böyle dimdik ayakta kalabilir miydi, bilmiyorum. Onu tanıdıkça, kapılarını bana tek tek açtıkça yaralarını gördüm. Yıllar içerisinde anne kız gibi olduk. Komşular benden “kız” diye bahsettiğini söylediler. İnsanlardan olumsuz yaklaşımlar gördüğü için hayvanları bu kadar seviyordu belki de. Merhametliydi, yardımseverdi. Öte yandan dik başlı, dediğim dedik bir kadındı. Öfkelendiğinde korkunç oluyordu, bazen korkuyordum ondan. Sevgisini kendi kuralları ve doğru bildiği şekilde gösterirdi. Çok temizdi, yaşlı olmasına rağmen çok çalışkandı. O olmasaydı, evi çekip çevirmeseydi ben daktilo başında eserlerime can veremez, ödüller alamazdım. Ödülümü Emerenc’e ithaf ettim fakat bu bile onu mutlu etmedi.
Televizyonu açınca, Noel’de Emerenc için aldığımız hediye geliyor aklıma. O karları süpürmek zorunda idi ve televizyon seyredecek vakti yoktu. Oysa ona yardım edebilirdim, gençtim ve süpürge kullanmayı bilirdim. Bencillik yaptım, sıcacık evimde bir şeyler atıştırırken hüzünlü bir aşk filmi seyretmeyi tercih ettim. Ücretini alıyor, onun işi ne, süpürsün karları diye mi düşündüm acaba? Yardım etmek istesek kabul eder miydi? Etseydi hasta olmazdı ve kalp kırıklıkları içinde veda etmezdi bize. O kadar inatçı ve onurlu idi ki kendini yataktan aşağı atmıştı ölmek için.
“Emerenc’i ben öldürdüm. Onu ortadan kaldırmayı değil kurtarmayı istemiş olmam bu gerçeği değiştirmez.” Ama bu cümleyi düşündükçe düşündükçe kurabildim çünkü ben onun hastaneye yatırılmasını sağladım. Biliyorum sadece bana güvenmiş, evinin ve kalbinin kapılarını yalnızca bana açmıştı. Onu, isteği üzerine kendi haline bıraksam ölecekti. Ölsün istemedim. Kendimle verdiğim uzun mücadeleler sonucu bu kararı onun dostları ile birlikte aldık. Hepimiz aynı fikirdeydik ve doğru karar vermiştik. Öyle sanıyorduk.
Oysa düşündükçe bana anlattıklarını hatırlayınca belki de kendi haline bıraksaydık daha mı iyi olurdu onun için diye hayıflanıyorum. Öyle ya Polett intihar etmek isteyince birlikte planlamışlardı ölüm anını. Ona göre kişi yaşamak istemiyorsa ona engel olmanın faydası yoktu, bunu “Gitmek isteyen gitsin, niye kalsın ki?” sözlerinden anlamıştım. Vasiyeti geldi aklıma sonra… Birlikte yaşadığı dokuz kedisini iğneyle uyutturmamı istemişti. Yeni doğan kedilere aynını yapıyordu. Acıya alışkın olduğu için mi bu kadar zor kararları almak Emerenc için kolaylaşıyordu?
İlk defa hastanede gördüm saçlarını çünkü hep başörtüsü kullanıyordu. Hastaneye ziyaretine gittiğimde yüzünü kapattı durdu bir bez parçasıyla. Konuşmak istemedi benimle. Oysa hastaneden taburcu olunca evime götürüp annemin odasını ona verecek ve bakacaktım. Benim için hasta birine bakmak çok zor bir işti. Nasıl üstesinden geleceğim konusunda huzursuzdum ancak başka bir çözümü yoktu. Emerenc’in hastanede yattığı günlerde de hayli zorlanmıştım. Şimdi düşünüyorum hastanede aramızda geçen konuşmaları da çok, ama çok üzülüyorum. Ne olursa olsun onu kurtarmamın, evinin kapılarını başkalarına açmamın doğru olmadığını savunuyordu. Güvenini yerle bir etmiştim. Bırakacaktım, o öldükten sonra açılacaktı evinin kapıları. O zaman neyin ortaya çıktığının bir önemi kalmayacaktı çünkü ölüler neyi görebilir ve hissedebilirdi ki?
Zamanı geri döndürebilseydim keşke… Yine aynı şekilde mi davranırdım, bilemiyorum. Yalnızca seni kurtarmak istemiştim ama düşünmediğim bir şekilde ölümüne sebep oldum. Şunu bil ki tüm tuhaflığına rağmen tanıdıkça seni çok sevdim Emerenc. Ne olur beni affet. Affet ki aynı rüyayı görmekten kurtulayım, ruhum huzur bulsun. Yoksa Magduska’n o eski eşyalar gibi çürüyüp kendi kendini yok edecek.
Bu metin ile sevgili Magda Szabo’ya da selam olsun.

.