11 Eylül 2024
BİZİM ÇAĞ SORUYOR:
Çocukluk yıllarınızda kitaplarla ilişkiniz nasıldı? O günden bugüne neler değişti?
Kitabın geleceğine ilişkin neler söyleyebilirsiniz?
“Akıp geçen zaman içerisinde kitapların biçimi, içeriği, işlevi değişse de çocuklar okumaktan, yazmaktan ve hayal kurmaktan hiç vazgeçmeyecek.”
Okumayı yazmayı öğrendiğim ilkokul günlerimden beri kendimi kitapsever olarak tanımlarım. Sonraları kitapseverlere “bibliyofil” denildiğini öğrendim. Yıllar yılı kitaplara ilgi duyan birisi olarak hem kitap okumayı seviyorum hem de edinmeyi.
Kendime ait ilk kitaplarımı karne hediyesi olarak evden bana verilen kâğıt beş lirayla almıştım. Şehirdeki kitabevleriyle böylece tanıştım. Kitabevi vitrinlerine bakmayı öğrendiğimde henüz ilkokul sıralarındaydım. Hafta sonları kitabevlerinde hem kendime hem de cebimdeki parama göre kitap bakarken öğretmenimin de geldiği olurdu. Utanırdım o anlarda, sıkılırdım. Baktığım kitaplardan birini alıp hemen oradan ayrılmak gelirdi içimden. Çoğu zaman iki kitap arasında kararsız kaldığım olurdu. Bana kalsa ikisini de almak isterdim ama param yetmezdi. Kitabevi sahibi incelik gösterir, istemeyerek de olsa rafta bıraktığım kitabı kaşla göz arasında diğer kitabın arasına katıp desen desen rengârenk ambalaj kâğıtlarından birine sarar gülümseyerek elime verirdi. Sevinirdim.
Ben bir evde bu kadar çok kitap olabileceğini ilk kez ilkokul öğretmenimin beni evlerine çağırdığında gördüm. Öğretmenimizin benimle akran iki çocuğu vardı. Evlerimiz yakındı. Yürüyerek kolayca gidilip gelinirdi. Ara sıra birlikte oynadığımız olurdu. Öğretmenimin eşi hem öğretmen hem de yazardı. Bugüne dek roman, öykü, deneme türünde pek çok kitap yazdı. Yazdığı çocuk kitaplarını şimdi çocuk olmasam da o eski çocukluk günlerimdeki gibi alır okurum. Öğretmenimin eşinin odasının bütün duvarları raf raf kitaplarla doluydu. Gittiğim kitabevlerinde bile bu kadar raf, bu kadar kitap yoktu. Ancak il halk kütüphanesinde vardı bu kadar kitap. Öğretmenimin eşinin önünde bir masa, masanın üzerinde de bir daktilo vardı. Bir süre benimle sohbet etti. Raflardaki kitapların arasından bir çocuk kitabını seçip bana armağan etti. Kitabı iki elimle tutup hiç bırakmayacakmışım gibi göğsüme yapıştırdım. O ânı hiç unutmam; üzerinden yıllar geçti, hep hatırlarım. Sonraları Alberto Manguel’in kitaplarını okudukça (özellikle de Okumanın Tarihi, Borges’in Evinde ve Kütüphanemi Toplarken), kendisiyle yapılan bir röportajdan Umberto Eco’nun 50 bin kitabının olduğunu öğrendikçe hem “okuma uğraşı”nın hem de “bibliyofil”in ne anlama geldiğini daha iyi öğrenecektim.
İlkokulda, sonra ortaokulda eğitsel kollarda hep kitaplık kolunda görev aldım. Okul kütüphanesinden en çok ödünç kitap alan öğrenciler arasındaydım. Bir de ilkokuldayken il halk kütüphanesine üye olmuştum. Oradan da on beş günlüğüne ödünç kitap aldığım olurdu. Kütüphane üyelik kartımı hâlâ saklarım. O yıllara dair o üyelik kartımın üzerindeki siyah beyaz vesikalık fotoğraftan başka fotoğrafım yok. Çocukken nasıl göründüğümü hayal etmek için zaman zaman hâlâ o fotoğrafa bakarım.
Ortaokulu bitirdiğimde kendime ait kitaplarımın sayısı da giderek artıyordu. Alıp da okumadığım kitap yoktu. Aldığım kitapların adını, ne zaman aldığımı, ne zaman okuduğumu bir deftere yazıyordum. Defterin sayfaları gün geçtikçe doluyordu. Liseye başladığımda Varlık’ın cep kitapları serisiyle tanıştım. Tanesi bir liraydı. Liseye giderken yol üzerinde sürekli gittiğim kitabevlerinden birinden her pazartesi bu seriden bir kitap alıyordum. Aldığım kitaplardan öyküleri ve kimi romanları anlıyor, severek okuyordum ama kimi kitaplar bana ağır geliyordu. Anlamasam da aldım bir kere diyerek okumaya çalışıyordum. Olmuyordu tabii. Bu kitapların kimilerini daha sayfaları bıçakla açılmamış halde hatıra olarak saklarım. O yıllarda Varlık serisinin kitaplarının formalarının kenarları sayfa sayfa kesilmez, matbaadan katlanmış olarak çıkardı. Okumak için sayfaların kenarlarını bıçakla açmak gerekirdi. Lisenin kütüphanesi de oldukça zengindi. Oradan da çok ödünç kitap almışlığım var. Dergilerle tanışmam da o yıllara rastlar. İlk abone olduğum dergi Türk Dil Kurumu’nun aylık Türk Dili dergisiydi. Öğretmen ve öğrencilere yüzde 25 indirimliydi. Okuldan “okulumuzun öğrencisidir” yazılı bir belgeyi posta çekiyle birlikte Kurum’un Ankara’daki adresine gönderirdim her yıl. O dergideki yazıları her ay imrenerek okurdum.
Bugün okuma kanalları çeşitlense de, internet yayıncılığı ile kitapları dergileri ekrandan okumak mümkün olsa da ben yine de kitabevi vitrinlerine imrenerek bakıyor, kimi kitabı önceden aklımda yer ettiği için, kimini bir arkadaş tavsiyesi üzerine, kimisinin de kapağı ya da adı ilgimi çektiği için alıp okuyorum. Belki değişen tek şey: Taşrada bir kentte yaşayınca insan her istediğini bulamıyor kitabevlerinde. Böylesi durumlarda internet üzerinden sipariş verip ediniyorum okumak istediğim kitapları.
***
Benim çocukluğum artık çok gerilerde kaldı. 70’li yıllardı. O yıllarda Anadolu kentleri şimdiki gibi içekapanık muhafazakâr kentler değildi. Bir ay boyunca fuarlar düzenlenirdi. Eğlence, konser, tiyatro, yeme içme, alışveriş, tanıtım, gece 12’lere kadar dışarıda gezmeler… O bir ayki yaz aydınlığı bütün bir yılı aydınlatırdı. Pastaneler, gazinolu çay bahçeleri, sinemalar, şehir tiyatroları, kitabevleri, dernekler birer sosyalleşme alanıydı. Çocuklar da gençler de kendilerine kolayca bir alan açabilirlerdi. Buralarda bir araya geldiğimizde kitap değiş tokuşu yapardık aramızda. Sinemaya giderdik. Televizyonda yaz olimpiyatlarını izlediğimizde biz de kendi aramızda benzer olimpiyat oyunları düzenlerdik. Koşardık, voleybol, basketbol, futbol oynardık. Uzun atlama, üç adım atlama yarışına girişirdik. Maraton diye iki üç kilometre koştuğumuz olurdu. Kitaplarla kurduğumuz ilişki sahiciydi. Ders kitabı dışında okuduğumuz kitaplarla övünürdük. Yaş günlerinde birbirimize ambalaj kâğıdına sarılmış kitaplar armağan ederdik. Hatıra defterlerimiz olurdu. Sınıfta elden ele dolaşırdı. Birbirimizin defterine yazı yazar, fotoğrafımızı bırakırdık.
Şimdiki çocukların da kitap dünyası eminim bizler kadar geniş, bizler kadar zengindir. Belki onların ilgi alanları, okudukları bizim çocukluğumuzdan farklı ama herkes kendi çağının çocukluğunu yaşamaz mı? Çocuklar nasıl oyuncak dükkânının yolunu biliyorsa kitabevlerinin yolunu da bilmeli. Çünkü ikisine de ihtiyacı var. Ben ilk kitabımı karne hediyesi olarak bana verilen beş lira ile almıştım. O zamanlar bir çocuk kitabı 25 ya da 50 kuruşa alınabiliyordu. Bir çocuk cebindeki paranın hepsiyle değilse de bir kısmıyla kendi beğendiği bir kitabı satın aldığı anda hem paranın hem de kitabın değerini öğrenmiş demektir. İlerleyen yıllarda o çocuk okuryazar olmanın ötesine geçip iyi bir okur belki de iyi bir yazar olacaktır. Çocuklukta hayal dünyası oldukça geniştir. Gerçek dünyanın kalıpları henüz çocuğun algı dünyasını biçimlendirmemiştir. Kitapların benzersiz dünyası, çocukların merak duygusunu umulmadık ölçüde harekete geçirir. Çoğu zaman sayfalar arasında her şeyden habersiz kaybolup gider çocuklar. Bir dönem resimli macera romanlarının çocuklar arasında sevilip ders kitapları arasında gizli gizli okunması bundandır. Merak duygusuyla güçlenen hayal dünyası çocukların önüne yeni ufuklar açar. Kitaplarla çocukluk çağında kurulan güçlü bağ hiç kopmaz, yaşam boyu kılavuzluk görevi görür. Aziz Nesin’in hem çocuklar hem de anne babalar için 1967’de yazdığı harika bir romanı vardır: Şimdiki Çocuklar Harika… Her devrin çocukları harikadır, biriciktir. Aziz Nesin’in o romanını 70’li yılların sonlarına doğru ortaokul sıralarındayken alıp okumuştum. Şimdiki çocuklar da alıp okusun. Eminim alıp okuyacaklardır.
***
Zaman içerisinde bende kalan anılardan, izlerden, izlenimlerden oluşan satırlarıma şöyle son vermek isterim:
Çocuk kitaplarının ele aldığı konular zaman içinde değişebilir, çocuklar okuduğu kitaplarda heyecan verici başka dünyalarla ve bu başka dünyalara özgü yepyeni mekânlarda karşılaşabilir, kitapların tasarımı, albenisi, içindeki görsellik geçmişe göre daha etkileyici olabilir, ekrandan okunan ya da müzik dinler gibi kulaklıkla dinlenen kitaplar daha popüler olabilir, okuyucuyla diyalog kuran etkileşimli (interaktif) kitaplar ilgi çekici olabilir, böylelikle çocukların hayal dünyalarında yeni ufuklar açılabilir. Tüm bunlar kitapların dünyasına katılan birer zenginliktir. Akıp geçen zaman içerisinde kitapların biçimi, içeriği, işlevi değişse de çocuklar okumaktan, yazmaktan ve hayal kurmaktan hiç vazgeçmeyecek.
İnsanlık yazılı kültürle birlikte her dönemde kendi varlığını, düşüncesini geleceğe aktarmanın bir yolunu mutlaka bulmuştur. Bugün de bulur.
.