25 Eylül 2024
BİZİM ÇAĞ SORUYOR
Çocukluk yıllarınızda kitaplarla ilişkiniz nasıldı? O günden bugüne neler değişti?
Kitabın geleceğine ilişkin neler söyleyebilirsiniz?
“Büyüme çağındaki çocuk; masal, öykü ya da roman kahramanıyla kendini özdeşleştirir; onunla birlikte serüvenlere katılır, devlerle, büyücülerle ya da başka kötü karakterlerle savaşır ve bu süreçte özgürleştiğini duyumsar.”
İlkokul 2. sınıftayken sınıf kitaplığından aldığım ince kitapları okuyarak sınıftaki öteki çocuklardan biraz geri olan okuma hızımı artırmaya çalışıyordum. Bir gün elime bir ayıcığın okula gitmediği için başına gelenleri anlatan incecik bir öykü kitabı geçti. Tombi Okula Gitmemişti adındaki kitabın esprili, hoş bir anlatımı vardı ve bana o yaşta okuma zevkini tattırmıştı. Okumanın ve öğrenmenin önemini duyumsatan bu kitabı çok sevmiş ve defalarca okumuştum. Kitabın adı evde espri konusu olmuştu. Bazı sabahlar okula gitmek istemediğimde ya da öğretmenin verdiği ödevi yapmayı geciktirdiğimde evdekilerin hepsi koro hâlinde o cümleyi tekrarlayarak bana takılırlardı: “Tombi Okula Gitmemişti!” Evet, kitap öğreticiydi ama didaktik değildi ve üzerimde bir baskı oluşturmadı. Bana okumayı sevdiren ilk kitaptı. O günden sonra sınıf kitaplığından sürekli kitap alıp okumaya başladım.
Ders kitaplarının, ünite dergilerinin dışındaki şiirle ve o şiirlerin şairiyle ilk karşılaşmam yine ilkokul 2. sınıfta oldu. Kuzguncuk İlkokulunda okuduğum sırada, öğretmenimiz sınıfa bir konuk getirdi. Konuğumuzun elinde o gün ilk kez gördüğüm keman vardı. Bir ders saati boyunca bize keman çaldı ve şiirler okudu. Öylesine etkilenmiştim ki öğretmenimiz şairin şiir kitabını almak isteyen olup olmadığını sorduğunda ilk parmak kaldıranlardan biriydim. Param yetmeyince öğretmenimiz ödeme için birkaç gün süre vermişti. Harçlığımı biriktirerek almıştım o dönemde genç bir şair olan Ziya Mısırlı’nın Okulda Beş Yıl adlı şiir kitabını. Yaşamımda aldığım ilk şiir kitabıydı.
Sınıf kitaplığından aldığım kitapların yanı sıra ablamın ve ağabeyimin getirdiği kitapları da okumaya başladım. Okumaya deli gibi tutkun üç kardeştik. 1950’lerin ikinci yarısında, o yokluk ve yoksulluk günlerinde, elimize geçen kitapları okumak için yarıştığımız, tartıştığımız olurdu. Bazen okul kütüphanesinden, bazen çarşıdaki kitap kiralayan dükkandan aldığımız kitapları türü ne olursa olsun bir solukta okurduk. Teksas, Tommiks gibi çizgi romanları da okuduk, öykü kitaplarını da…
Eve yeni bir kitap girdiğinde aramızda mutlaka “Kim önce okuyacak?” tartışması çıkardı. Birlikte okumayı denerdik ama ben ağır okuduğum için onlar sayfayı çevirince ağlamaya başlardım. Okumayı o kadar çok sevmiştim. Benim çocukluğumda okumak için sınıf kitaplıklarının dışında başka kaynaklar da vardı; kitap kiralama uygulaması bunlardan biriydi. Minicik harçlığımızla kitap kiralayan dükkânlardan kitap alıp okuyorduk. Arkadaşlarımızla kitap değiş tokuşu yapardık. Kuzguncuk’ta yaşadığımız günlerde, yan komşumuz bahçıvan Hasan amca ve ailesinin evindeki büyük kitaplık da okuma gereksinimimizi doyuran, bizi besleyen önemli bir kaynak oldu. Kitaplıkta o güne dek görmediğimiz ciltli çocuk klasikleri, masal kitapları, Doğan Kardeş ciltleri, Bütün Dünya dergileri ve daha birçok kitap vardı. Okumayı sevdiğimizi gören Hasan amca ve ailesi kitaplıklarından kitap almamıza izin verirlerdi. Okumayı öyle seviyordum ki okuyacak kitap olmayınca Türkçe ve Hayat Bilgisi kitaplarını okumaya başlardım. Hayat Bilgisi kitaplarındaki özellikle konuların öyküleme tekniğiyle anlatıldığı metinler ya da okuma parçaları çok hoşuma giderdi ve anlatılanı çabucak kavrardım. Türkçe ve okuma kitaplarındaki şiir, fabl, öykü vb. okuma parçalarını da severek okurdum. O okuma parçalarının arasında süt küpüne düşen iki kurbağayı anlatan öykü, ölüm pahasına birbirlerine verdikleri sözü yerine getiren iki arkadaşın dostluğunu anlatan iki öykü kimlik ve kişiliğimin oluşmasına katkıda bulunmuştur ve aradan bunca yıl geçmesine karşın hâlâ belleğimdedir. Çünkü her ikisi de yazınsallık taşıyan öykülerdi.
Benim çocukluğumda alışverişlerde gazete ya da dergilerden yapılmış kese kağıtları kullanılırdı. Kitap bulamadığımız süreçte ablam ve ben, çocuk dergilerinden yapılmış kese kağıtlarını düzgünce açıp yarım da olsa okurduk oradaki öykü ya da çizgi romanları. Okumak bir gereksinimdi ben ve kardeşlerim için.
Elime bir kitap aldığımda, merakla ve yeni bir serüven yaşama isteğiyle açardım kapağını. Didaktik kurgu ve anlatımlı iyi çocuk-kötü çocuk, tembel-çalışkan çocuk gibi kalıp konuları işleyen öyküleri okurken sıkılırdım. Beni şaşırtan, sorular uyandıran, düşünce dünyamı zenginleştiren kitapları çok sevdim. Bunların arasında biri var ki bugün bile anımsadıkça beni heyecanlandırır. Adam Oynatan Ayı… Yazarının kim olduğunu bilmediğim, belki de kapağında adı bile yazılmayan incecik bir kitaptı. O güne kadar alışık olduğum bir durumu tamamen tersyüz ediyordu. Burnuna halka takılıp oynatılan bir ayının, sahibini ele geçirip bu kez onu ormanda dolaştırarak oynatmasını anlatıyordu. Sanırım ilk kez o zaman düşünmeye başladım öteki durumunda olanların durumunu ve onlarla empati kurmaya başladım o günden sonra.
Zafiyet geçirip gönderildiğim Prevantoryumda da okumayı sürdürdüm. Hastane öğretmenimiz bir gün okuma yarışması yaptı ve hiç aklıma gelmese de o yarışmada birinci oldum. birincilik ödülü, Rudyard Kipling’in Orman Çocuğu Mowgli’ydi. Adıma imzalanan o kitabı yıllarca özenle sakladım ancak ailenin oradan oraya taşınması sürecinde kitabım kayboldu.
Bir gün, ağabeyim elinde bir kitapla çıkageldi. Kiraladığı bu kitabın kapağında, o güne dek hiç okumadığımız bir yazarın adı yazılıydı: Aziz Nesin. Bu kitap için de, “önce ben okuyacağım” tartışması yaşandı ancak kitap yazı ağırlıklı olduğu için birlikte okuyamadık ve okumak için sıraya girdik. En küçük olduğum için ben en sona kalmıştım. 10 yaşlarındaydım. Kitabı okuma ayrıcalığını elde eden ağabeyimi ilgiyle izliyordum. Kitabın sararmış sayfalarını çevirdikçe yüzünde kocaman bir gülümseme belirmişti. Sonra kendi kendine gülmeye, kıkırdamaya başladı. O yoksul, hüzünlü çocukluk günlerimizde önce ağabeyimi, sonra ablamı gülümseten, güldüren bu kitapta yazılanları öyle merak etmiştim ki… Sonra ben de tanıştım onunla. Akıcı bir dille yazılan güldürü öyküleriydi; gözlerimin önünde yaşama ilişkin yeni pencerelerin açılmasını sağlamıştı. O yaşta, siyasi yergi niteliğindeki öykülerin verdiği iletileri tam olarak kavrayabildiğim söylenemez. Ancak, o kitapta okuduğum ve Demokrat Parti demokrasisini ince ince eleştiren “ Havadan Sudan” adlı öykü beni çok etkilemişti. O günden sonra kapağında Aziz Nesin yazılı her kitabı sevgiyle ve ilgiyle okudum. Bir gün, onunla aynı örgütte birlikte çalışacağımı hayal bile etmeden. Gerçi kitaplara, okumaya tutkum nedeniyle içimde yazar şair olma düşü yeşermeye başlamıştı.
Cahit Uçuk’un Türk İkizleri, Kemalettin Tuğcu’nun Sokak Çocuğu o dönemde okuduğum ve yazarlarını anımsadığım, beni etkileyen romanlardır. Pardayanlar, yerli ve çeviri polisiyeler o dönemde merakla okuduğum kitaplardı. Ortaokulda okul kitaplığından alıp okuduğum kitapların arasında Paul ve Virjini, Cyrano de Berjerak, Sefiller gibi dünya klasikleri de vardı. Babamın günlük gazetesinde tefrika edilen romanlar aracılığıyla Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın kalemiyle tanıştım. Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın ve Reşat Nuri Güntekin’in yapıtları, anlatım özelliklerinin yanı sıra dönemlerine göre oldukça ileri sayılacak saptama, eleştiri ve önermelerle beni derinden etkilemiştir. Sonra öteki yerli ve yabancı yazarların roman, öykü, şiir ve tiyatro yapıtlarını okudum. Erken tanıştığım dünya klasiklerinin ve ülkemiz yazarlarının yapıtlarının kişilik gelişimimi olumlu etkilediğini söylemeliyim.
Ortaokul ikinci sınıf öğrencisiyken yeni bir yazar ve yapıtla tanıştım. Yaşar Kemal ve İnce Memet… Davutpaşa Ortaokulu’nun kütüphanesi çok zengindi ve o kütüphanenin devamlılarındandım. Dünya klasiklerini de o kütüphane aracılığıyla tanımıştım. Ancak İnce Memet o kütüphanede yoktu; bana okumayı sevdiğimi bilen bir komşu tarafından verilmişti. O dönemde iki cilt olarak yayınlanan kitabın sayfalarını çevirirken tam anlamıyla okumanın tadına varmış, öte yandan da gözlerimin önünde yeni bir dünya açılmıştı. Yaşadığı coğrafyayı, bitkisiyle hayvanıyla doğadaki canlı yaşamı nasıl da incelikle ve ustalıkla anlatıyordu bize. Okurken kokusunu duydum otların, çiçeklerin; kıpırtısını izledim karıncaların; ötüşünü duydum kuşların. Sayfaları çevirdikçe toplumdaki haksızlıklara, eşitsizliklere öfke duydum; öfkelendikçe İnce Memet’in haklı kavgasına katıldım yürek çarpıntılarıyla. O günden sonra yaşam, insanlar, hak ve adalet kavramları üzerine düşünmeye başlamıştım.
“Okumak insanı özgürleştirir,” sözü ne kadar doğru… Yaşar Kemal’in kitaplarının yanı sıra, dünya klasiklerini ve hemen ardından tanıştığım Nâzım Hikmet’in kitaplarını okurken toplumun bana dayattığı yargıların, düşünce ve davranış kalıplarının kırıldığını, özgürleştiğimi duyumsadım. Sonrasında bir eğitimci olduğum süreçte de şiirlerim yayınlanıp şair-yazarlığa adım attığım süreçte de ondan ve edebiyatın ustalarından hep öğrendim.
Çok mu İyimserim?
Kitaplarla ilişki, okumanın tadına varma çocukluk, ilk gençlik çağında başladığında daha kalıcı oluyor. Bunu kendi yaşamımdan biliyorum. Büyüme çağındaki çocuk masal, öykü ya da roman kahramanıyla kendini özdeşleştirir; onunla birlikte serüvenlere katılır, devlerle, büyücülerle ya da başka kötü karakterlerle savaşır ve bu süreçte özgürleştiğini duyumsar. Bu yüzdendir masalların ya da bu kitapların çocukların ilgisini çekmesi. Onlu yaşlardaki gençlerin yazıp internet ortamında, dijital olarak yayınladıkları kitapların yine bu yaştaki gençler tarafından ilgiyle karşılanmasının da yadırganacak bir yanı yoktur. Çünkü gençler, bu tür metinlerde kendilerini bulmaktadırlar…
Kitle iletişim olanaklarının, görsel işitsel iletişim araçlarının artıp yaygınlaşması, dijital kitaplar vb. gelişmeler çocukların, gençlerin basılı kitaplardan uzaklaşmasında elbette etkili olmuştur. Ancak tek neden bu değildir. Üstelik çocukların ve gençlerin kitapları dijital ortamda okuması çok da kötü değil. Önemli olan okuması. Ancak yetişkinlerin kendi doğrularını dayattığı, katı, yaratıcılıktan uzak, çocuğun yaşamına dokunmayan, serüven gereksinimine karşılık vermeyen, kalıp, klişe, didaktik metinlerin dijital ortamda da ilgi göreceğini düşünmüyorum. Kitle kültürü kuşkusuz ki çok sayıda çocuğu ve genci etkilemektedir, ancak etkisi uzun süreli olmaz. Düşünme ve sorgulama yetisi kazanmış olan çocuklar ya da gençler, bir süre sonra yazınsal açıdan nitelikli yapıtlara yöneleceklerdir. Benim çocukluğumda çizgi romanlar eleştirilir, ebeveynler ve öğretmenler tarafından hoş karşılanmazdı. Buna karşın gizli gizli ve tutkuyla okurduk çizgi romanları. Ama bu durum henüz onlu yaşların başında Aziz Nesin, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Reşat Nuri Güntekin, Sait Faik, Victor Hugo gibi yazınsal açıdan güçlü yazarların okuru olmamızı engellemedi. İnsanların yaşamına dokunan güçlü, yazınsal değeri olan şiir, roman, öykü, deneme, oyun ve diğer edebiyat türlerinin yazımı sürdükçe kitaplar hep olacaktır insanların yaşamında; ister basılı ister dijital olarak. Çok mu iyimserim acaba?
.