Kitap Hep Var Olacak

7 Ekim 2024
ADALET TEMÜRTÜRKAN

BİZİM ÇAĞ SORUYOR:
Çocukluk yıllarınızda kitaplarla ilişkiniz nasıldı? O günden bugüne neler değişti?
Kitabın geleceğine ilişkin neler söyleyebilirsiniz? 

Adalet Temürtürkan

Kitapların henüz ihtiyaç sayılmadığı, köyde kitapsız büyüyen çocuklardandım. Dört mevsimin rüzgârından, ay ışığından, bulutların renginden, ayaz gecelerin camlara çizdiği buz kristallerinden öğrendim bozkırın dilini, coşkusunu, yalnızlığını, kızgınlığını, hayal gücünün büyüklüğünü. En çok da topraktan okudum bozkırın kavurduğu Anadolu insanının en yalın, en saf, en acımasız, en kurnaz hallerini. 

Okumayı öğrenir öğrenmez okuduğum ilk metinler gazete yazılarıydı. Eski gazetelerden yapılan kese kâğıtlarından aldım bozkırı çevreleyen dağların ötesinde olup bitenlerin haberini. Bambaşka hayatların kavgasını, kaygısını, didişmesini şaşarak okuyor, anlamaya çalışıyordum. Günü geçmiş,  ateşi sönmüş haber de olsa bataryalı radyodan duymadıysam yeni sayılırdı. Biraz eksik, biraz parçalı haberlerdi. Bazen haberin ortasından, bazen kelimenin yarısından sonrası kesilmiş haberin gerisini hayal ederdim. Kese kâğıdına dönüşmüş gazete parçalarındaki fotoğraflara hikâyeler uydururdum.

İnönü, Demirel, CHP, AP geçen haber cümleleri pek tanıdık gelirdi kulağıma. Ajans saatinde açılan radyodan, büyüklerin tartışmasından sürekli duyduğum,  anlamasam da  tanıdık gelen cümlelerdi, Menderes ve DP haberlerine yaşım yetmedi. 1960’lı yılları 1970’li yıllara bağlayan magazin ağırlıklı gazeteler renkli miydi, ben mi öyle hatırlıyorum yoksa?

“Bana bir harf öğretenin kulu kölesi olurum,” sözünü dilinden düşürmeyen,  kutsal kitabının ilk emrinin “Oku!” olduğunu bilen okul yüzü görmemiş bozkır insanı, hayatı topraktan okumuştur. Meseli masalı, destanı, deyişleri dinlerken yeri gelmiş efkârlanmış,  yeri gelmiş coşmuştur.  Eli sıkı topraktan, zemherinin soğuğundan,  zalim gurbetten şikâyet etmiştir. Tüm dertleri, bir ayrılık, bir ölüm bir de yoksulluktur, ona da kaderim buymuş, demiş razı olmuştur. 

O neslin çocuklarının dili de aynı gelenekten, coğrafyanın dört mevsiminden beslenir. Ayın soğuk yüzünden, güneşin sıcak gülüşünden, rüzgârın türküsünden, kıraç toprağın dikeninden, çayır çimeninden, boz bulanık yağmur suyundan, bulutların renginden öğrendiği dili, zamanla değişime uğrar. Ulaşım, iletişim olanakları geliştikçe hayal dünyası değişir, zenginleşir,  başı dumanlı yüce dağların ötesindeki farklı kapıların hayalini kurar, gitmek ister. Beni farklı kapılara yönlendirense çocukluğumun radyo programları oldu

Edebi metinlerle ilk tanışmamı sağlayan radyo tiyatroları, arkası yarın programları hasretle beklediğim saatlerdi. Köy muhtarının, jeneratörle çalışan değirmen duvarına yansıttığı kovboy filmi,  beyaz perdeyle tanışmamı sağladı. Okulumuzun kütüphanesi var mıydı? Olsa hatırlardım. Müdür odasında vardı belki,  atlas, ansiklopedi vs. Çocukluk çağımda, ders kitapları dışında sahip olduğum tek kitap, parasız yatılı sınavlarına hazırlık kitabıydı. Döne döne onu okudum.

O sınavdan sonra gittiğim Mardin’deki okulumun kütüphanesi kitap dünyasının kapılarını açtı, ömrümün her anını okuyarak geçirsem bitiremeyeceğim kadar kitap vardı. Dönemin yatılı öğretmen okulu koşulları, öğrenciyi sanat, edebiyat, spor, folklor ve başka etkinliklere yönlendirme, imkân sağlama konusunda yeterli fiziki alan ve öğretmen kadrosuna sahipti. Köy enstitüsü geleneğini sürdüren neslin yetiştirdiği öğretmenlerin desteği hep üstümüzdeydi. Çok amaçlı spor salonu ki tiyatro sahnesi, konser ve sinema salonu olarak da kullanılıyordu. Müzik odası, resim atölyesi, deney laboratuarlarıyla sanat, edebiyat, spor, bilim kampı gibiydi. Her hafta sonu biri yerli, biri yabancı çift film gösterimi yapılan spor salonumuz, Anadolu turnesine çıkan gezici tiyatroların Mardin’deki gösteri merkeziydi aynı zamanda. Basketbol, voleybol, yakan top, masa tenisi gibi spor karşılaşmalarının, liselerarası bilgi yarışmalarının yapıldığı salonumuz hem öğrenme, hem eğlence merkezimizdi. 

Anadolu’nun her bölgesinden gelen çocukların dünyasını büyüten, ufkunu açan kütüphane ve kitaplar iyi ki vardı. Kütüphanede aldığımız kitapları, izlediğimiz filmleri, tiyatro oyunlarını birbirimizle tartıştığımız geceler, nöbetçi öğretmenlerin “Susun!” ikazlarına rağmen susmayan yatakhane sohbetleri ki hayatı, edebiyatı, sanatı, birbirimizi okuyarak geçen en keyifli yıllardı. Mektup çağı çocuklarıydık, okuldayken ailemize, tatildeyken birbirimize gönderdiğimiz mektupların dili, okuduğumuz kitaplar kadar iyi veya kötüydü. Yarıyıl ve yaz tatiline giderken kütüphaneden alıp okuduğumuz kitaplar hakkında  yaptığımız sohbetlerin,  o günün edebiyat matinesi olduğunu yıllar sonra fark ettim. Yarıyıl tatiline giderken kütüphaneden aldığım ilk çocuk romanı David Coppeerfield’in ve  yazarı Charles Dıckens’ın adını  hiç unutmadım. Sonra Orhan Kemal, Yaşar Kemal kitapları, İlya Ehrenburg, jack London, İvan Gonçarov…  Dünyanın her dilinde okunan,  ülkesinde yasaklı şair Nazım Hikmet şiirleri gizlice okuduklarım arasındaydı. Yaşıma, okuma düzeyime uygun olsun olmasın ne bulursam okuyordum.  Ortaokul döneminde sınıf gazetesi, lise döneminde okul gazetesi çıkaran ekibin öncülerindendim. Ortaokul ve lise döneminde katıldığım yarışmalarda ödüle değer görülen şiirim ve kitap inceleme yazılarımın bir kopyasını saklamayı akıl edemeyecek kadar  da saftım galiba. Kütüphaneden ve birbirimizden alabileceğimiz kitapların ve yazarların seçiminde, edebiyat öğretmenlerinden çok felsefe, Almanca, beden eğitimi öğretmenlerinin etkisi oldu. 

12 Mart 1971’in postal sesini, uğursuz ruhunu kuşanan yöneticiler döneminde, dolaplarımızda yasak kitap aramakla meşgul Türkçe ve edebiyat öğretmenleriyle yıldızım hiç barışmadı. Rutin arama ve ani baskın sırasında buldukları “uygunsuz kitap” fotoroman, çizgi roman, gazetelerin magazin ekleri için tutanak hazırlayan öğretmenlerin tavrı ve öğütleri günün eğlence konusu olurdu, başka anlamı ve önemi yoktu. 68 gençliğinin izinden giden, protest tavır geliştiren öğrencileri tehlikeli nesil olarak gören dönemin iktidarının, öğretmen okullarının statüsünü değiştirme planı, öğretmen olma hayalimizi suya düşürdü. O dönemde yaşadıklarımızın yarattığı karamsarlık, üniversitede bölüm tercihimi ve edebiyatla ilişkimi olumsuz etkiledi. Üniversite döneminde ders kitapları, dönem atmosferinin etkisiyle politik dergiler, kitaplar, sonra iş hayatına ilişkin kitaplardan kalan kısıtlı zamanda şiir ve romana dönüş yaptığımda,  yolun yarısını geçmişti hayat.  Öykünün büyüsünü fark ettiğimde ise eyvah, dedim, ne çabuk geçti zaman.

 Günümüzde, üretim, ulaşım, iletişim araçlarının sürekli geliştiği değişim hızı, gençlerin kitaba ve bilgiye ulaşmasını çok kolaylaştırmış bulunuyor. Benim kuşağımın yaşadıkları, gençlere göre zaman tüneli filmi gibi olabilir. Dijital çağın olanaklarına ve  araçları kullanma becerisine sahip gençler hatta çocuklar her bilgiye, kitaba çok kolay ve anında ulaşabiliyor. Kitaplığını, kütüphanesini cebinde taşıyor. Bir tuş kadar yakınlar. Ancak dijital kaynağın çokluğu ve kirliliği, niteliksizliği de beraberinde getiriyor. Yol göstereni, nitelikli kitaba ulaşım kanallarını öğreten aile bireyleri ve öğretenleri varsa, nitelikli eserle tanışma, edebi metinlerin dil lezzetine varma zevkini alabiliyorlar. İyi metinlerle erken yaşlarda tanışan gençler, edebiyat yolculuğuna daha sağlam adımlarla çıkıyor ve önde oluyor. Yolları açık olsun.

Ancak, çocukların ve gençlerin dikkatini dağıtan, ilgisini çeken sanal ortam, sosyal medya, dijital oyunlar, AVM ortamlarının çekiciliği, kitaba ayıracak zamanı çalıyor. Günümüz çocuklarının ve yetişkinlerin bilgiye ulaşım kanalları çok fazla. Kitaplardan çok, arama motorlarına başvuran çocukların, uzun metinleri okuma, uzun cümleler kurma sabrı yok. İletişimi, kelime ve cümleden çok sembol ve kısaltmalarla yapıyorlar. Parklarda veya yolculukta elinde kitapla gördüklerimin çoğu orta yaşın üstünde. Çocukların ve gençlerin elinde kitaptan çok cep telefonu var,  dünyayı cepte taşıyorlar. Sesli kitap, dijital kitap gibi alternatifleri var, zaman ayırabilirse elbette.  

Kitaba da internete de ulaşma şansı olmayan çocuk sayısı da az değil. Sonra çocuk işçiler, uykuya doymamışlar ki kitabı ne vakit okusunlar?  “Nesini söyleyim efendim?” Sorun çok, çözen yok.

Görsel, yapay zekayla oluşturulmuştur.

İnsan duygu ve düşüncesinin yarattığı özgün kitap okuma ihtiyacımız bitmeyecek. Çünkü düşünen ve duygulanabilen canlının anlatma ve başkalarının anlattığını okuma ihtiyacı da bitmeyecek.  Kitaplar yazılmaya ve okunmaya devam edecek ancak fiziki kitapların yerini sesli kitap, elektronik kitap, dijital kitap, e- kitap ve başka biçimler alacak.

Kitapsız kalmasın hiç kimse!

.