19 Şubat 2025
FULYA BAYRAKTAR
BİZİM ÇAĞ SORUYOR:
Yaşadığı kent/kasaba insanın yazarlığını/yaratıcılığını nasıl etkiler?

“Yıllar sonra anladım ki benim için gezdiğim şehirler sadece deneyimlemek, yaşamak ve biriktirmek demek. Ama Ankara her zaman bir yazma şehri benim için.”
“Kentler ve yazmak” ya da “kentler ve kitaplar” denildiğinde, ilk aklıma gelenler; Orhan Veli’nin İstanbul’u, Yaşar Kemal’in Çukurova’sı ve James Joyce’un Dublin’idir. Belki de bu yazarların eline kalem almasını sağlayan da bu şehirlerdir, bölgelerdir, kim bilir?
İnsanlar yaşadıkları, soluk aldıkları mekânlardan bağımsız düşünülemez. Özellikle çocukluğumuzun geçtiği mekânların üzerimizde büyük etkiler bıraktığını düşünüyorum. Yaşadığımız kent, köy, kasaba; mimarisiyle, günlük yaşam pratikleriyle, yerleşmiş gelenekleriyle, içinde yaşayan insanlarıyla, özellikle de konuşulan diliyle bizi sarar, çevreler ve oluşumumuza etki eder. Yazarlıktan da önce kişiliğimizi, duyarlılıklarımızı, dert edindiğimiz konuları, yazma nedenlerimizi, yazı temalarımızı belirler ve bir anlamda bizi şekillendirmeye de çalışır.
Kentlerin sokakları, pişen yemeklerin kokuları, komşularla ilişkiler, kentte geçerli olan yemek kültürü, insanlar arasındaki dayanışma düzeyi ve daha pek çok şey, zihnimizdeki, “olması gereken” üzerine bize bildirimler gönderir. Doğruluğu ve yanlışlığı elbette tartışma konusudur. Ama duyu organlarımızın ilk deneyimlerini doğduğumuz kentte edindiğimiz tartışılmaz.
Bize sosyalleşme alanları sağlayan, çekirdek ailemizden dışarı çıkmamızı sağlayan kentler, elbette yazımızı ve yazma biçimimizi de etkiler ve belirler. Çok sıcak bir kentte yaşayıp o sıcağın bedeninizdeki etkisini hissetmişseniz, onu mutlaka bir yerde, bir öyküde yazma ihtiyacı duyarsınız. Sanayide çalışan bir işçiyi değil de tarlada çalışıp sıcaktan kavrulmuş bir işçiyi yazınıza dökme derdiniz olur. Sokakların hareketliliği, seslenme ve giyinme biçimleri, misafirlik ritüelleri, tanıdık ve yabancı algısı, örneğin tüm pencereler açıkken uyuma zorunluluğu yaşanmış ve kaydedilmiştir zihninize ve bir gün herhangi bir izleğin peşinde yazınıza geçmeye hazır bir şekilde sizi bekler.
Adana’da doğdum ve üniversite dönemine kadar orada yaşadım. O dönemden bugüne kadar da hep Ankara’dayım. Emekli olduktan sonra başka şehirlere taşınmayı çok planladım ama şimdiye dek Ankara’dan ayrılamadım. Sanırım daha da ayrılamam.
Adanalılara mal edilen gözü karalık, dobralık, tahammülsüzlük yeteri kadar bende de var diyebilirim. Bu özellikler ister istemez kalemime de yansıyordur. Haksızlığa, ayrımcılığa, şark kurnazlığına, alavere dalavereye tahammülsüzlüğüm, yazdığım metinlerden de kolayca anlaşılabilir.
Yaşadığımız kentin üzerimizdeki etkileri her zaman olumlu değil elbette. İnsan zaman içinde bu şekillenmeyi ve belirlenmeyi ya doğrudan kabul edip sürdürüyor ya da onaylamadığı, kabul etmediği bu şekillenmeden, belirlenmeden kurtulmaya çalışıyor. Farklı yaşam deneyimlerimiz, okuduklarımız, eylediklerimiz, seçimlerimiz ömrümüz boyunca algımızı, zihnimizin çalışma biçimini etkileyip değiştiriyor. Kişisel olarak da yazan biri olarak da, buna açık olduğumuz sürece biz de değişip dönüşüyoruz.
Ankara ile karşılaştırılamasa da Adana sanatsal açıdan, özellikle de edebiyat açısından zengin bir kaynaktır. O kadar çok sanatçı çıkmıştır ki oradan, zaman zaman bunun nedeni bulunmaya çalışılır. Ancak diğer şehirler gibi Adana da, Ankara ve İstanbul’un sanatsal cazibesinden etkileniyor diyebilirim. Belli bir sanatsal olgunluktan sonra, Ankara’daki sanatçılar nasıl İstanbul’a doğru yol alıyorsa, Adanalı sanatçılar da Ankara ve İstanbul’a gitmeyi tercih ediyor. Yine de edebiyat ortamı; dergileriyle, okuma gruplarıyla, kitap fuarıyla, etkinlikleriyle belli bir dinamizm içinde. Örneğin, tanınmış tüm yazarların, kitapları çıktıktan sonra, mutlaka Adana’da bir söyleşi ya da imza günü düzenlediğini görebilirsiniz.
İlk geldiğim yıllarda, Ankara’nın düzenliliğine hayran kalmıştım. Evet dedim, insanı önceleyen bir kent böyle olmalı. Ama bir şeyler eksikti. Belki coşku, belki yaşam enerjisi. Demek ki ikisi bir arada olamıyordu. Ankara hep kasvetli ve dertli gelir bana. Tüm ülkenin sorunları, yükü buraya yığılıyor sanki. Bu durum, bürokrasi şehri ve yönetim merkezi olmasından kaynaklanıyor olabilir. Yaşadıkça ben de aynı Ankara gibi oldum. Omuzlarımda tonlarca yük var gibi hareket ediyor, konuşuyor ve yazıyorum. Edebiyat yolculuğumda ve kişisel olarak bu durumdan da sıyrılmaya çalıştığımı söyleyebilirim.
Fazlaca gittiğim, bulunduğum şehirlerden birisi de Rize. Tabii ki hem Adana’dan hem de Ankara’dan çok farklı bir kent. Tüm şehirleri dümdüz alanlarda kurulmuş sanırken, Ankara’ya geldiğimde nasıl bir şok yaşadıysam, Karadeniz’e gittiğimde de ikinci bir şok yaşadım. Çünkü Ankara’nın yokuşları, engebeleri Karadeniz için havada bulut gibi bir şeydi. Ve insanlar ayrık ayrık bu engebeli arazilerde kendilerine yaşam alanları kurmuşlardı. İlk zamanlarda, kent algımda büyük bir kırılma yaşadım diyebilirim.
Orada yaşam biçimi bu coğrafi yapıya göre şekilleniyor. Şehir merkezinde değilseniz, evler arasında yüzlerce metre mesafe var. Her şey planlı ve hesaplı olmak zorunda. Olanaklar sınırlı. Belki bu yüzden ilişkiler de yakın ve samimi gelmiyor insana. İlginçtir ki Rize’de kaldığım süre boyunca yazamıyorum. Orası benim için güzel bir okuma ve biriktirme mekânı. Ara sıra bakışlarımı camdan uzaklara, uçsuz bucaksız yeşile ve denize doğru kaydırıp doğanın gizemine ve şahaneliğine hayranlıkla bakar, sonra okumaya devam ederim.
Yazmaya başlamamın belki de tetikleyici ana unsurlarından biri olan Adana’da da yazamıyorum (ilk yazma denemelerim ilk okulda başlamıştı oysa). Yaşam hareketli, canlı ve farklı orada. Her an tetikte, alımlamaya hazır olmak gerekir. Böyle tetikte ve olanakları çok olan bir yaşam sürerken, yazıya yoğunlaşmak cazip de değil, kolay da.

İşim dolayısıyla ve yeni yerler görmeyi sevdiğim için neredeyse Türkiye’nin tüm şehirlerini gördüm. Yurt dışı seyahatlerim de çok oldu. Bu nedenle kentlerle, kentlerin yazma süreçlerime etkisiyle ilgili pek çok deneyime sahip oldum.Yıllar sonra anladım ki benim için gezdiğim şehirler sadece deneyimlemek, yaşamak ve biriktirmek demek. Ama Ankara her zaman bir yazma şehri benim için. Topladığım parça parça görüntüler, sesler, kokular, tatlar ve elbette okuduklarım eninde sonunda Ankara’da yoğunlaşır, birleşir, yazıya dönüşür. Asıl evimizin Ankara’da olmasından da kaynaklanıyor elbette bu durum.
Kısaca Karadeniz okumak, Ankara yazmak ve Adana yaşamak için en uygun kentler benim için. Bunlar kişisel deneyimlerim ve yazın yolculuğumla ilgili çıkarımlarım. Her yazar için, başka başka duygular, itkiler, etkiler ve atmosferler oluşturabilir kentler.
Bir soruyla bitireyim yazımı… Bizler kentler üzerinde bir etki oluşturabiliyor muyuz?
Sanatla, edebiyatla, sevgiyle…
.