13 Şubat 2025
TÜMAY ÇOBANOĞLU
BİZİM ÇAĞ SORUYOR:
Yaşadığı kent/kasaba insanın yazarlığını/yaratıcılığını nasıl etkiler?

“Ankara’da Karanfil Sokak’tan geçerken Ahmed Arif’in ‘Karanfil sokağında bir camlı bahçe/Camlı bahçe içre bir çini saksı..‘ dizelerini mırıldanmak, Sabahattin Ali’nin, Cemal Süreya’nın, Sevgi Soysal’ın evlerine uzaktan bakmak, Meşrutiyet ile Selanik Caddesi’nin köşesinde Arkadaş Z. Özger’i anmak, sizden önce bu sokaklardan, evlerden nice edebiyatçının geçtiğini, onlarla aynı havayı soluduğunuzu bilmek, yazarlığınızda etkili olabilir. “
İnsan, sosyal bir varlık, var olduğu zamandan beri diğerleriyle birlikte yaşamaya ihtiyaç duymuş. Biliyoruz ki, yerleşik hayata geçtiğinden beri de çeşitli yaşam alanları inşa etmiş kendine. Günümüzde önde gelen, birincil yerleşim mekânları kentler. Kentler; içinde sosyal, ekonomik ve kültürel çeşitlilik barındıran yerleşim yerleri.
Diğer yandan, her birey doğduğu günden başlayarak içinde olduğu aile ve toplumun etkisiyle bir kimlik geliştirmektedir. Kişiliğimiz, kimliğimiz; içinde büyüdüğümüz, yetiştiğimiz ortamda şekillenir, fiziki ve sosyal çevreden bağımsız değilizdir çünkü. Bireyin hafızası toplum içinde, toplumsal hafıza da bireylerin hafızasında oluşur yani kendi kişisel hikâyelerimizle, kentin hikâyelerinin, hafızasının iç içe geçmiş olduğunu görürüz. Kentleri bizim için önemli kılan da bu olmalı.
Bir yazar/şairin de kişiliğinin oluştuğu ortam, içinde yoğrulduğu kültür, onun tarihsel ve toplumsal arka planı; kentinkiyle birbirine karışmış olan kişisel hikâyeleri ve anıları aracılığıyla yazdığı yapıtlarına sızar, gelir yerleşir. Yazar yapıtlarına, kentlerin ortak kimliğini barındıran kolektif hafızayı taşımıştır diyebiliriz böylece.
Yazar/şair, yazmak üzere bilincinin derinliklerinde dolaşırken Calvino’nun dediği gibi “bir pencereden saçağın üstüne atlayan kedinin ayak sesi”ni işitir gibi olur, trenden adım attığında duyduğu o kokuyla bir kez daha sersemleşir, sokağın başında duyduğu müzikle, çektirdiği fotoğrafla tekrar tekrar karşılaşır. Sesler, kokular, tınılar, kaleminin ucunda yerini bulur.
Benim kentlerle ilişkim bağlamında yaşadıklarıma gelecek olursam babamın görevi dolayısıyla çocukluğum Anadolu’nun değişik yerlerinde geçti. Batman, İslahiye/Antep, Zonguldak, İstanbul, Bingöl, Ankara. Tabii, memleketim olan Antalya ve köklerimin olduğu Tiran önemli kentlerim. Yaşandığı zaman taşınmak acı verse de şimdi düşündüğümde, değişik kentlerde yaşamanın bir zenginlik olduğunu görüyorum. İstanbul’da Boğaz kıyısında, Çırağan Sarayı’na ek olarak yapılan binadaki görkemli okulumdan, depremden yeni çıkmış Bingöl’deki yıkılan okuluma gitmek, o fiziksel ve kültürel farklılık, içimde ne fırtınalar koparmıştı… Ama dediğim gibi bunlar çok önemli deneyimlerdi.
Çocukluk ve ilk gençlik çağlarımın geçtiği kentlerde yaşarken edebiyat ortamını değerlendiremeyecek kadar küçüktüm. Ancak bugünden o kentlere baktığımda “keşke o zamanlar ben de orada olsaydım” dediğim günler olduğunu görüyorum. Bingöl Lisesinde resim-iş dersinde sınıf penceresinden bakıp çizdiğimiz kavakların, Bingöl’de öğretmen olarak bulunan Metin Altıok’un “Kavaklar” şiirine konu olduğunu öğrendiğimde duyduğum şaşkınlık ve iç sızım… Zonguldak’ın genç ölen şairleri Muzaffer Tayyip Uslu ve Rüştü Onur’un, evimizin yakınındaki lisede bir zamanlar öğrenci olduklarını öğrenişim… Annemin doğup büyüdüğü evin olduğu İstanbul Beşiktaş’taki sokağımızı kesen Camgöz Sokak’ta (adı sonradan değiştirildi) Behçet Necatigil’in bir dönem yaşadığını hayretle fark edişim… Aynı mekânlardan değişik dönemlerde zaman farkıyla geçmiştik, çok büyüleyici bir duyguydu bu. Kentleri benim için özel kılan şeylerden biri sanırım bu duygu ve yaşadığım her kentten ayrı bir parça taşıyorum içimde.
Üniversite yıllarımdan beri Ankara’da yaşıyorum. Çocukluğumda Anadolu’nun çeşitli kentlerine gider ve batı-doğu, kuzey-güney doğrultularında yolculuklar yaparken hep uğrak noktamız olan Ankara, sonunda yaşadığım kent oldu. Her zaman hoş karşıladı beni. Cemal Süreya Ankara için “En iyi kalpli üvey ana” demiş ya, ben de Ankara’ya “Annekara” demeyi seviyorum.
Ankara, Anadolu’nun ortasında kavşak noktasındaki konumuyla, tarih boyunca çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yapmış bir kent. Milli Mücadele’nin merkezi ve daha sonra başkent olmasıyla birlikte Ankara’nın siyasi, ekonomik ve sosyal hayatı değişerek gelişmiş. Cumhuriyetin ilk yıllarında yönetimin davetiyle Ankara’nın yazar ve sanatçılar, entelektüel çevreler için bir çekim merkezi olduğunu görüyoruz.
Ankara’nın Türkiye siyasi hayatındaki önemi her dönem sürse de kültürel ve ekonomik hayatta kapladığı yer bazen azalmış bazen çoğalmış. 1940’larda Cumhuriyetin heyecanı azalır, 50’lerde tarım ve ticaret sermayesi yükselirken 60’larda Ankara siyasallaşmanın en önemli şehri olur. 70’lerde kentlere göç, kentleşmedeki sorunlar, gelir dağılımının bozulması, gençlik hareketleri Ankara’yı etkiler. 12 Eylül’den sonra tüm ülke gibi Ankara’nın da siyasi atmosferi değişir, liberal ekonomi ve tüketimin teşvik edilmesiyle pek çok şey gibi yaşam tarzı da farklılaşır. 2000’lerdeki politikaların sonucu olarak Ankara geri çekilmeye zorlanır. Bütün bu süreç boyunca Ankara’da edebiyat yaşamı devam eder. Kitaplar yazılır, dergiler çıkar, Ankara kendini yazdırır.
Yukarıda da değindiğim gibi, Ankara bin yıllara uzanan tarihi ve kültürel birikimiyle kadim bir kent. Kentte 10. yüzyıldan başlayarak divan ve halk edebiyatında eserler vermiş pek çok şairin yaşadığını biliyoruz. Yakın tarihimizde ve günümüzde Ankaralı olan, Ankara’da yaşamış ve yaşamakta olan, sadece isimlerini ansak bile bu yazının sınırlarını zorlayacak kadar çok sayıda şair ve yazar var. Yine kapsamı nedeniyle başka bir yazının konusu olabilecek, Ankara’nın konu edildiği, büyük ölçüde Ankara’da geçen çok sayıda edebi eser var. Cumhuriyetin ilk yıllarında çağrılı olarak gelen yazar ve şairler kentin edebi hayatını canlandırmışlar, zaman içinde Ankara’da yaşayan edebiyatçılar giderek çoğalmış, edebiyat üretimi zenginleşmiş ve bir Ankara edebiyatı geleneği oluşmuş. Bilindiği gibi şiirimizin en önemli damarlarından Garip Hareketi (1. Yeni) Ankara’da filizlenmiştir. Benzer biçimde 2. Yeni şiirinin de Ankara’da ortaya çıktığını görüyoruz. Varlık’tan başlamak üzere Türk edebiyatı için önemli, çok sayıda dergi de Ankara’da yayın hayatını sürdürmüş ve sürdürmekte.
Ankara’da edebiyat ortamlarına göz atacak olursak her dönem edebiyatçıların bir araya geldiği, yeni fikir ve akımların oluşmasına zemin hazırlayan mekânlar olduğunu görürüz. Bu ortamlar büyük ölçüde lokantalar, meyhaneler, pastaneler olmuş (Karpiç Lokantası, Kürdün Meyhanesi, Üç Nal Meyhanesi, Tavukçu, Piknik, Özen ve Kutlu Pastaneleri sadece birkaç örnek).
Ayrıca Ankara’da şair ve yazarların evlerinin de edebiyatçıları bir araya getiren önemli ortamlar arasında olduğunu görüyoruz. Kitabevlerini de edebiyatçı buluşmalarını sağlayan ortamlar arasında saymak gerekir (Sergi Kitabevi, Toplum Kitabevi gibi).
1980’den sonra dönemin siyasi ve sosyal değişiminin etkisiyle şair ve yazarların dış mekânlardan çok ev toplantılarında buluştukları gözleniyor.
Ankara’da üniversiteler, kuruluş yıllarından itibaren kent hayatında önemli kurumlar olmuşlar ve etraflarında bir gelenek oluşturmuşlar. O gelenek, günümüzde de kültür ve edebiyat temelli bir entelektüel ortam yaratmaya devam ediyor. Üniversite mezun derneklerinin ve topluluklarının organize ettiği edebiyat etkinlikleri, kentin kültür hayatına katkıda bulunurken bu geleneği taşımayı sürdürüyor. Günümüzde edebiyat, felsefe çalışma grupları, yaratıcı yazarlık atölyeleri, düzenlenen söyleşi, sunum, panel gibi pek çok etkinlik, edebiyatçıların ve edebiyatçı adaylarının buluşma noktaları arasında. Çeşitli kurumların bünyesinde veya arkadaş çevrelerinde oluşturulan kitap okuma ve tartışma kulüpleri de oldukça aktif ve üretken.
1997’den beri –bazı yıllar ara verilse de- günümüze değin devam eden, usta öykücülerle genç öykücülerin okurlarla buluştuğu ve gelenekselleşen Ankara Öykü Günleri’ni de anmadan geçmemeli. Bu arada dikkat çekilmesi gereken bir nokta, Ankara’da edebiyatçılar ve edebiyat etkinliklerini takip edenler arasında kadınların yüksek bir oranla çoğunlukta olması.
Yaşadığı kentin insanın yaratıcılığını nasıl etkilediği konusu; yazar/şairin üretim aşamasında neyle beslendiğiyle, onun yazma dürtüsünü nelerin harekete geçirdiğiyle ilişkili olmalı. Yazması için yeterli koşullar uygun olduğunda her ortamda yazabilir diye düşünüyorum. Tabii kentte yaşamanın bu bağlamda üstün yanları var; sizinle ortak yönleri olanlarla, edebiyatçılarla bir araya gelme ve paylaşım, dayanışma, destekleme ilişkileri içinde olma olanağınız, diğer yerlere göre daha fazladır. Kentler, sosyal ve kültürel çeşitlilik anlamında da bize pek çok olanak sunar. Büyük kentlerde ustalarla buluşma ve dergilere, yayınevlerine doğrudan ulaşma şansını daha fazla bulursunuz. Kültürel birikimin yoğun olduğu böylesi ortamlarda, edebiyatınız beslenecek ve doğal olarak yaratıcılığınız artacaktır.
Kentlerde edebiyatçıların ve eserlerinin izlerini sürmek, sizi edebiyat üretimi anlamında olumlu yönde etkileyebilir. Örneğin Ankara’da Karanfil Sokak’tan geçerken Ahmed Arif’in “Karanfil sokağında bir camlı bahçe/Camlı bahçe içre bir çini saksı/…” dizelerini mırıldanmak, Sabahattin Ali’nin, Cemal Süreya’nın, Sevgi Soysal’ın evlerine uzaktan bakmak, Meşrutiyet ile Selanik Caddesi’nin köşesinde Arkadaş Z. Özger’i anmak, sizden önce bu sokaklardan, evlerden nice edebiyatçının geçtiğini, onlarla aynı havayı soluduğunuzu bilmek, yazarlığınızda etkili olabilir. Buradan hareketle, kentlerin, bize bireysel olarak sağladığı faydaların yanı sıra, kültür ve sanatın kuşaklar boyunca genlerimize işlenmesi, birbirine eklenerek geleceğe aktarılması ve bir birikim oluşması açısından en önemli mekânlar olarak öne çıktığını söyleyebiliriz.
.