25 Eylül 2023
“Romandan sahneye geçiş süreci saf bir süreç değildir. Dönüşen, yeniden yorumlanan, gerektiğinde farklı dönemlere taşınan sürecin saf olması beklenemez.”
Olay örgüsü görsel olmayan, okuyucunun hayal gücüyle desteklenen romanın görsel dünyaya taşınması, yeni bir ilişkinin ortaya çıkmasını gerektirir. Romanın olay, karakter, zaman ve mekân ayrıntılarının detaylı olması; sahneye aktarılması için yeniden ele alınması zorunluluğunu doğurur. Romandan sahneye geçiş süreci saf bir süreç değildir. Dönüşen, yeniden yorumlanan, gerektiğinde farklı dönemlere taşınan sürecin saf olması beklenemez.
Romanlarda olaylar, uzun ve detaylı anlatılırken sahneye uyarlamada ayrıntıların yok olduğu gerçeğiyle karşı karşıya kalırız. Bu açıdan baktığımızda romanın dönüşümü, nitelikli okuyucu tarafından olumsuz eleştiriye maruz kalma riskini taşır. Romanla sahnelenen oyun arasında köprüyü kuran dramaturglar, eserin gerçek zamana, estetik bir düzleme yerleşmesi için gayret eder. Artık elimizde roman yoktur. Sahnelenmeyi bekleyen metin vardır. Buna tiyatro dilinde dramaturgi çalışması deriz. Dramaturg; reji yorumunu göz önünde tutarak kostüm, obje, dekor, müzik, ışık ve zaman planlaması yapmak zorundadır. Bu çalışmalar romanın temasından, üslubundan uzaklaşmasına neden olabilir. Oysa eserin tema dengesi asla sarsılmamalıdır. Tiyatroda karakter, olayın içindeki çatışmaya bizzat maruz kalır. Maruz kaldığı çatışmayla tema seyirciye aktarılır.
Edebi eserlerde betimleme, tiyatroda atmosfer olarak ele alınır.
Roman, tiyatro sanatının farklı unsurları içinde değişime uğrar.
Müzik, coşkuyu derinleştirerek duygusal geçişleri güçlendirir. Işık; gece, gündüz ve zaman geçişlerini destekler. Kostüm, dekor ve obje, olayın geçtiği dönemin ayrıntılarının ön plana çıkmasını sağlar. Bunlardan sonra reji yorumuyla roman/metin canlanır.
Romandaki birinci ya da üçüncü tekil anlatım ortadan kalkar. Bütün bu süreçler, diyaloglarla verilir. Diyalogların gerçekçi ve zamana uygun olması gerekir. Seyircinin inanmadığı tiyatro oyununun sahne ömrü az olur.
Romanın ağdalı dili, gerçekçi diyaloglara dönüştürülerek tüm olayı anlatma süreci, karaktere yani oyuncuya bırakılır. Oyuncunun mimik, jest, tavır ve tonlamalarıyla romanın ağdalı dili temizlenir. Böyle baktığımızda da romanın tüm enerjisi oyuncunun yeteneğine teslim edilir. Ortaya bambaşka bir eser ortaya çıkarılır.
Dostoyevski’nin Suç ve Ceza romanının sadece “suç” kısmının sahnelendiği bir oyun izlemiştim. Dünya klasiklerinin en önemli eserinden, Suç ve Ceza‘dan sadece suç ele alınıyordu. Suç ele alınırken mekân ve zaman süreci ortadan kaldırılmıştı. Olaylar, sürreal bir ortamda gelişiyordu. Konu olarak suçun neden işlendiği ön plana çıkarılmıştı. Toplumda yoksulluğun yol açtığı yozlaşmayla gelen insani olmayan yaşam şartlarını düzeltme süreci ele alınıyordu. Bu sayede günümüzün sosyo-ekonomik çıkmazları sorgulanıyordu.
Oyunun romanın temasına zarar vermeden, oluşturulan atmosfer ile onun ruhunu aktarmayı başardığını söyleyebilirim. Sahnelenen romanın bir kısmıydı. Seyirci bir sonraki olayda ne olacağını merak ediyordu. Bu açıdan baktığımızda değerli bir çalışma ortaya çıkarılmıştı. Oyunun okuma oranının düşük olduğu toplumlarda, izleyicileri okumaya sevk etme görevini üstlendiğini de söyleyebilirim.
Sonuçta diyebiliriz ki romanın sahneyi, sahnenin romanı desteklemesi gerekir. Hatta yeni nesil yazarların özellikle tiyatroyu/sinemayı düşünerek kalem oynatmaları da yerinde olabilir.
Son olarak şunu söylemek isterim: İyi seyirler, iyi okumalar!
–