İnsan Yediğini Kusarmış

5 Şubat 2025
AYTEN KAYA GÖRGÜN

Ayten Kaya Görgün

İlk kitabım Arıza Babaların Çatlak Kızları, şehre Samsun asfaltından girerek çeperlerde imece usulü bir gecede kurulan gecekondu mahallelerinde geçiyordu. Şimdi başa dönüp tekrar düşünüyorum o hikayeleri, sokakları, kavgaları, küfürleri, Paşa amcayı, Fincan teyzeyi bu samimiyette Ankara değil de başka hangi şehir yazdırırdı bana?

Edebiyatçı, sanatçı kentin mimarisinin sunduğu yaşam biçimlerinin ister istemez etkisinde kalıyordur. Hatta bu etkide kalan yalnız edebiyatçılar değil o kentte yaşayan herkestir. Sanatçının farkı tüm o şehrin sunduklarını diğerlerinden farklı görmesi olabilir. Şehrin sunduklarıyla kendinde olanları birleştirip yeni bir şey çıkarmasıdır. 

İnsan yediğini kusarmış. 

Orta sona kadar şehrin sadece Natoyolu, Mamak ve Tuzluçayır kısmını biliyordum. Lise yıllarımda Denizciler Caddesi’ni, Hergele Meydanı’nı, Çıkrıkçılar Yokuşu’nu, Hamamönü’nü öğrendim. Okulu asmadığım günler olmasaydı bu kadarını da bilemeyecektim.

Liseden sonra yarım gün çalıştığım NÜSHED (Nükleer Tehlikeye Karşı Barış ve Çevre İçin Sağlıkçılar Derneği) başkanı Leziz Onaran, elime yüz kişilik bir liste verdi. Dernek yararına yapılacak bir konserin davetiyelerini dağıtacaktım. Kimler yoktu ki listede: Orhan Asena, Behçet Aysan, Atila Aşut, Mustafa Şerif Onaran… Kavaklıdere, Ayrıncı, Gaziosmanpaşa, Çankaya hepsini ilk kez davetiyeleri dağıtırken gördüm. Altındağ’da bir kadın sığınma merkezi olduğunu daha doğrusu sığınma evi diye bir yer olduğunu Leziz Hanım’ın elime verdiği paketleri taşırken öğrendim. Yine o civarda Rus Pazarı’nı öyle keşfettim.

Doksanlı yılların başında, yaşadığım kentte, Natoyolu’nda gördüğüm insanlardan farklı insanlarla, farklı mekanlarla karşılaşmam bende bir sancı yaratırken aynı sancı kalemimde bir kıpırdanmaya neden oldu. 

İlkokulda başladığım yazma uğraşısı, lise yıllarımda uykuya yatmışken şehrin bana sunduklarıyla, yolda karşılaştıklarımla yeniden uyandı. Edebiyatçılar Derneği, Karya Üretim Kooperatifi, Dağarcık (o zamanlar gittiğim bir dernek), Pazartesi Gazetesi’nin toplantıları. Şimdi düşünüyorum kentte bir iz sürücü gibi edebiyatın izini sürmüşüm. 

Doksanlı yıllarda Ankara’da edebiyat ortamı nasıldı diye sorunca, Edebiyatçılar Derneği’nin toplantılarını, Sivas/Madımak katliamından sonra derneğin bastığı kitapları, Damar Dergisi’ni, Mülkiyeliler’de yapılan söyleşileri, Konur’daki Dost Kitabevi’nde merdivenlerinde oturup okuduğum dergileri, Zafer Çarşısı’ndan taksitle aldığım klasikleri ve Atatürk Bulvarı’nda Uğur Mumcu Vakfı’nın açılmasını hatırlıyorum. Kentin olanaklarını yeni keşfetmiş, o olanaklara yeni yeni ulaşan biri olarak acemi ama heyecanlı o kızın saf halleri geliyor gözümün önüne.  Halen Edebiyatçılar Derneği var mı, varsa nerede bilmiyorum. 

Tamamen rüzgârın savurmasıyla 1998’de kendimi İstanbul’da bir film şirketinde buldum. İstanbul’da benim kadar kalemim de savruldu. Orada kaldığım sürece benden istenilenin dışında tek satır yazamadım. Ablam “Farkında mısın Ayten, babamın olmadığı yerlerde yazamıyorsun,” dedi. Galiba haklıydı.

2001 ‘de bu kez memur olarak İstanbul’a geldim ama İstanbul’u İstanbul’da hiç yazmadım. Yine Ankara’yı yazdım. Yalnız İstanbul’da da çok gezdim, beslendim, şaşırdım ve itiraf etmeliyim kendimi taşralı gibi hissettim, her alanda. Belki hangi şehirle kaç yaşında karşılaştığınız da önemlidir. 

Dönüp dolaşıp Ankara’ya geldim. Kaldığım yerden kahramanlarımla birlikte Ankara sokaklarını dolaşmaya devam ediyoruz. Galiba benim evim Ankara.  

.