insan Var Oldukça Kitaplar da Var Olacaktır

9 Eylül 2024

ZAFER DORUK

Ben kendimin bilincine vardığımdan beri ailemde okuyan birileri olmadığı halde kitaplara ilgi duymuşumdur. Küçük de olsa yaşadığım yerlerde hep bir kitaplığım olmuştur. Örneğin, çocukluğumda resim yapmayı, el işleriyle uğraşmayı ya da bir müzik aleti çalmayı değil de niye yazı yazmayı yeğlediğimi, beni buna kimin ittiğini çok  sordum kendime ve hep aynı yanıtı aldım: doğuştan. Aile ve çevre sizde var olan  yeteneğin işlenip gelişmesine yardımcı olabilir ancak, gidebileceğiniz yönleri gösterir.

Evimiz iki oda, bir mutfaktan oluşuyordu. Mutfak raflarının bir bölümünü kendime kitaplık yapmıştım, henüz orta okula gidiyordum. Bazen mutfakta oturur, ocaktaki tencerenin buğusu ve yemek kokuları arasında okurdum.

Kitap konusunda şanslıydım. Kitapları sevdiğim için bana evinden kitaplar getiren, Türkçeyi, edebiyatı sadece prosedürle sınırlı dersler olarak görmeyen, başta Doğu, Batı, Rus  klasikleri olmak üzere okuma konusunda önümde yeni ufuklar açan, yetenekli çocukları destekleyen öğretmenlerim oldu. Harçlığımı biriktirir, kitap alırdım, bunların çoğu da Varlık yayınlarının cep kitaplarıydı. Benim gibi okumayı seven sınıf arkadaşlarımla okuduğumuz kitapları değiş tokuş ederdik ayrıca.

Adana’da “Binbirçeşit” diye anılan eniştem (halamın kocası) semt pazarlarında ikinci el roman, öykü ve çizgi romanlar satardı. Kitapların dünyasına girmemde asıl önemli basamak bu olmuştur. Binbirçeşit’le okul dışı zamanlarımda ben de semt pazarlarına gitmeye başladım, bu, orta okul son sınıfa kadar sürdü.

İşlek bir bulvarda boş bir arsa vardı. Sahibi yurt dışında yaşıyormuş, yardımsever bir kadınmış. Binbirçeşit onu arayıp izin istedi.  Oraya kitaplar için geçici olarak tahtadan bir kulübe yaptı. Okul çıkışlarında ve tatillerde orasıyla ben ilgilenecektim. Artık bir sahaf dükkanının sorumlusuydum, okul dışında zamanım hep orada geçiyordu. Batı klasik yazarlarının birçoğunu orada okuma fırsatı buldum: Jack London, John Steinbeck, Panait İstrati… Bazen de Madam Bovary, Suç ve Ceza gibi yaş sınırımı zorlayan kitaplar okuyordum. Yerli klasik yazarları (Sait Faik, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Sabahattin Ali, Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Samim Kocagöz…) okurken kitapların arasında kayboluyor, başka dünyalara gidiyor, başka hayatları   tanıyordum. Bazen sahafta vakit geçirmeyi seven benden yaşça çok büyük kitap kurtları geliyordu, onlarla sohbetler ediyor, yeni şeyler öğreniyordum. 

Lise döneminde bu tutku artarak gelişti.

Oktay isminde bir sınıf arkadaşım vardı, o da tam bir kitap tutkunuydu. Annesinin ölümünden kısa bir süre sonra babası yeni bir hanım almış, Oktay da buna içerleyip evi terk etmişti. Adana’da penceresi eski otogara bakan tek odalı ahşap bir kulübede oturuyordu. Okuldan çıkınca bazen ona giderdik. Odasının bir duvarı boydan boya kitaplıktı. Orada oturup kitapları karıştırır, kitaplardan, gelecekten konuşur, giderken yanımda okumak istediğim bir kitabı ödünç alır, ona ödünç kitaplar getirirdim. Yıllar sonra Oktay’la karşılaştığımızda o yıllardan söz ederken içimde, kendimi sanki bir masal dünyasından uyanmışım da gözlerimi hız ve kaos yüklü bir dünyada açmışım gibi bir his uyanmıştı.

Bizim kuşağın çocukları, bugünkü gibi mesafelerin giderek kısaldığı, hızın arttığı, insanların kendilerine daha az zaman ayırabildiği, bilgi konusunda her türlü materyalin kolaylıkla sunulduğu, boş zamanlarını sanal oyunlarla geçiren, sanal  bir âlemin sanal düşlerini gören çocuklar değildi; okumak, öğrenmek için hep bir çaba, bir emek harcamak zorundaydık, ulaşabileceğimiz somut gerçekliklerin, düşlerin peşindeydik. Her türlü bilgiyi fiziki bir güç ve zaman harcayarak, kitaplıklara giderek, araştırıp bularak, görerek, dokunarak elde ediyorduk, bunun verdiği hazzı yaşayan, dünyayı tanımaya çalışan çocuklardık.

İçinizde okuma tutkusu varsa, muradınız kitap okumaksa,  bu gereksiniminizi bir biçimde karşılıyorsunuz; kitap tutkunu insanlarla tanışıyorsunuz, kütüphanelere gitme şansınız oluyor. Çocukluğu yoksulluk içinde geçen Yaşar Kemal, kitaplara ulaşmak için gençlik yıllarında halk kütüphanesinde çalışır, orada yatar kalkarmış. Kışın soğuğunda giyecek paltosu bile bulunmayan Muzaffer İzgü, kışın ısınmak ve okumak için kütüphanelere sığınırmış. Bu dijital  hız çağının geliştirdiği bütün olanaklara, e-kitapların ve sesli kitapların çoğalmasına, yaygınlaşmasına, zaman ve fiziksel çaba açısından insana cazip gibi görünmesine karşın reel kitapları öteleyeceğine, günün birinde tamamen ortadan kaldıracağına inanmıyorum.

Dünyada, insanın yaşadığı her yerde dokunabileceği, sayfalarını çevirebileceği kitaplar da var olacaktır. İnsan; kitaba dokunmaktan, sayfalarını çevirerek okumaktan haz duyar. Bugün ülkede kitap okuma oranı, edebiyatın en canlı dönemi sayılan 60’lı yılların çok gerisinde. Çünkü bugün dijital bir çağda yaşıyoruz ve henüz çok erken bir evresindeyiz. Dünya artık internet temelinde dönüyor, hemen her evde bir bilgisayar, internet var, bilgiye ulaşmak zahmetli bir iş olmaktan çıktı. İnsanın merak duygusu bilinmezi arıyor ve buluyor, teknolojik ilerlemenin sonu yok. Bugün yapay zekaya ulaşıldı, yarın kim bilir nasıl bir buluşla karşılaşacağız, artık hiçbir şeye saşırmıyoruz. Ama yine söylüyorum: insan var oldukça kitaplar da var olacaktır.

.