İlk Kitabım Ayrı Beraberlikler’in 42. Yılında

8 Kasım 2023
AHMET ÖZER

İlk kitap, çocuğunuzun size “anne” ya da “baba” diye seslenmesi. İlk aşkınız. Nişanlınızla el ele bir bulvarda yürüyüşünüz. Mesleğinizin ilk günü. Bilmediğiniz bir kentle ilk kez yüzleşmeniz. Sahneye ilk çıkışınız. İlk ödülünüzü size bildiren telefondaki ses…

İlk kitabım Ayrı Beraberlikler’e giden yolu düşünürken bunları anımsadım.

İşin gerçeği ilk şiirimle ilk kitabımın arasında 15 yıl var. 1966’da yayımlandı ilk şiirim. Ayrı Beraberlikler’in tarihi Mart 1981’i taşır.

Bu 15 yılda nerelerde yazdım, neler yazdım şimdi onlara ulaşmak çok zor. Ancak TÖS gazetesinde kimi dergilerde ve özellikle 70’li yılların en iyi dergilerinden biri olan Yansıma’dan başlayıp pek çok dergide şiirlerimin yayımlandığını belirtmek isterim. Yansıma’da yazdığım yıllarda Ceyhun Atuf Kansu’yla, Hasan Hüseyin’le, Şükran Kurdakul’la, Gülten Akın’la, Bedrettin Cömert’le kapı komşusu olmak nasıl da bir heyecandı! Bu ürünlere giden yolda pek çok kitapla iç içe olduğum da bir başka gerçektir.

Dönem daktiloyla yazmayı gerektiriyordu. Bilgisayar da fotokopi de yoktu hayatımızda.

Şiirlerinizi güzel kâğıtlara yazar, iadeli taahhütlü olarak postalardınız.  Zaman zaman yanıt gelmesi için zarf içine pul koyduğunuz da olurdu.

Sonuçta bir gün kitapçı vitrininde yer alan bir dergiden ışıldardı adınız. O gün mutluluğun zirvesinde olurdunuz.

Aylar ayları, yıllar yılları kovaladı. Bir gün Ankara’dan ülkeye ışık tutan bir dergi katıldı yayın kervanına. Adı Türkiye Yazıları’ydı. Ahmet Say, Cemal Süreya, Ragıp Gelencik, Vecihi Timuroğlu ilk sayıda kaptan köşkündeydiler. Dergi, son yıllarında 12 Eylül duvarına çarptı. Onların kapatacağı belliydi. Biz kapatalım, yiğitlik bizde kalsın dediler ve dergi 73/74 ortak sayısıyla 1983’te yaşamına son verdi. Yitiren yazın dünyası oldu.

Derginin birçok sayısında şiir ve yazılarım yer aldı. Derginin yönetmeni Ahmet Say’la hem farklı iki kentte yaşarken yazışmış hem Ankara’ya geldiğimde uzun uzun söyleşmiştik. Evine sık sık gittiğim ağabeylerimden biriydi. O zamanlar oğlu, günümüzün değerli piyanisti Fazıl Say daha çocuktu. O yaşlarında da bize piyano çalardı. Hatta geçirdiğim bir kazayı anlattığımda onu piyanoda seslendirdiğini iyi anımsıyorum.

Ahmet Say, yakın dostlarıyla dergiyi tam anlamıyla profesyonel bir anlayışla yayımlardı. İlk sayının üzerinden 40 yıldan fazla zaman geçti, onun çok aranan dergilerden biri olduğunu rahatlıkla belirtebilirim. Bu dergi bir yandan dönemin saygın adlarına yer verirken öbür yanda yaşları 25-35 arasındaki gençlere de şiir kitaplarını yayımlayarak sahip çıkmayı önemsiyordu. Dergiye omuz verenlerin; özel sayılar ve düzenlenen sempozyumlarla yazın dünyasına çok değerli bir kültür hazinesi bıraktıklarını belirtebilirim.

O yıllarda Trabzon-Konya yolculuklarımızın ilk durağı Ankara olurdu. Ankara’nın o dönemki kültürel ufkunun çok zengin oluşu, içimdeki sevdayı büyüttükçe büyütürdü.

Günlerden bir gün “Türkiye Yazıları Şiir Dizisi”nde yakından tanıdığım genç şairlerin şiir kitaplarının yayımlandığını öğrendim. Zaman içerisinde ilk kitapları yayımlananların yanı sıra kimi şairlerinin kitaplarına da yenileri ekleniyordu. Ali Cengizkan, Azer Yaran, Gültekin Emre…gibi arkadaşlar ilk kitaplarıyla bu diziden şiir dünyasına merhaba dediler.

Bir görüşmemizde Ahmet Say’a bu dizide yer alıp alamayacağımı sormuştum. Bu sorumun arka planında dosyamın basıma hazırlama süreci başladı.  Tam da o sıralar 12 Eylül Askeri darbesi oldu. Bilindiği gibi sıkıyönetimle ülkenin dört bir yanının hizaya getirilme süreciydi bu. İdamlar, askeri mahkemeler, sokağa çıkma yasakları, tutuklamalar…sürüp gidiyordu. Kızılay’ın ortasında askeri karargâh kurulmuş, erler çadırların kapısında nöbet tutuyordu.

Trabzon’da bindiğim otobüs tahminen 800 kilometrede olan bu yolda 5-10 kez aranmış, kimlik kontrolünden geçmiştik. Aramalarda, bir görevli çantamdaki şiir dosyamı elimden alsa onu yeniden hazırlamam belki de bir yılımı alabilirdi. 80 sayfa olarak düzenlediğim dosyam kitap formatındaydı. Büyük bir heyecanla Ankara’nın yolunu tutmuştum.

 Ali İhsan Mıhçı, sigarasından bir soluk alıp masanın üstüne koyduğu dosyayı elime verdi ve tek cümleyle bütün dosyamdaki şiirlerin konumunu özetledi: “Bu dosyada şiir var.”

Dosyamın bir kez daha gözden geçirilmesinin gerektiğini, kitap olarak basımı öncesinde onu yakın dostlarımdan birine göstermeyi düşündüm. Biliyordum ki Ahmet Say’a dosyamı teslim ettiğinde o, bir virgülünü dahi değiştirmeden basıma gönderecekti. O nedenle benim bu konuda içimin rahat etmesi gerekiyordu. Bu amaçla o günlerde Devrek’ten Ankara’ya gelen sevgili dostum Mehmet Yaşar Bilen’le buluşup Gazi Eğitim Enstitüsünün yolunu tuttuk. Orada görev yapan iki dostumuzla -ne acıdır ki çok genç yaşlarda yitirdiğimiz- sevgili Ali İhsan Mıhçı ve sevgili Yaşar Yörük’le buluştuk. Her ikisinin de yazın alanında emeği çoktu. Kimi ortak kitaplara da birlikte imza atmışlardı. Söyleşimizin ortasında eleştirmen Ali İhsan’a dosyamı verdim. “Evde bakar yarın görüşlerimi söylerim.” demişti. Ben de onun bu tek cümlesi üzerine yorum yapmadım. Ertesi gün yeniden Gazi’de buluştuk. Mıhçı o gece çok dikkatli okuduğu dosyamı çantasından çıkardı, elinde tuttu. Yüzüne baktım. Söyleyeceği sözler benim için çok belirleyiciydi. Şiirlerim 1972-1980 arasında kimi dergilerde sınava girmiş ve oradan başarıyla çıkmıştı. Dönemin dergilerinde şiir yayımlamanın çok kolay olmadığı da ortadaydı. Mıhçı, Ahmet Say’ın Ankara’da olmadığı zamanlarda derginin (Türkiye Yazıları) kaptan köşkünde oturan kişiydi. Onun görüşleri kadar, bu dizinin oluşturduğu yarıştan da kopmamak gerekiyordu. Mıhçı, sigarasından bir soluk alıp masanın üstüne koyduğu dosyayı elime verdi ve tek cümleyle bütün dosyamdaki şiirlerin konumunu özetledi: “Bu dosyada şiir var.”

Mıhçı’nın görüşleri doğrultusunda dosyamı yeniden biçimlendirdim. O ilk dosya o gün bu gündür belgeliğimde durur. Üzerinde genç yaşta yitirdiğim sevgili dostum eleştirmen Ali İhsan Mıhçı’nın parmak izleri vardır. Yıllar sonra Kültür Bakanlığında görev yaparken anısına bir kitap hazırlama görevini üstlenmiş, hazırladığım dosya, kitap olarak okura ulaştırılmıştı. Gönül borcumun bir bölümünü ödeyebilmenin sevincini yaşarım.

Trabzon’a döndükten bir süre sonra görev yaptığım okul adresine Türkiye Yazıları dergisi gönderilmişti. Derginin bir sayfasında sanat-kültür alanındaki gelişmelerden, yeni yayınlardan söz edilirdi. Orası tüm okurların merakla okuduğu yerdi. Ben de o sayfayı açtığımda karşıma çıkan bilgiyle büyük bir coşku yaşadım. Türkiye Yazıları Şiir Dizisi’nin 15. kitabı olarak Mart 1981’de benim Ayrı Beraberlikler adlı kitabımın yayımlanacağı belirtiliyordu. Bu kişi ben miydim? Bu kitap benim miydi? Beni sevindirdikçe şaşırtan sorular içten içe mayalandı durdu. Evet bu kişi bendim ve bu kitap da benimdi.

Kısa bir süre sonra epey miktarda kitabım ev adresime gönderildi.

Ahmet Özer, tam bir aydın kavrayışı ve duyarlığıyla şiir geleneğimizin yaygın gücünü tanıtlıyor. Onun şiirini okurlara sunmaktan duyduğumuz mutlulukla birlikte şiirimizin yurdun dört bir bucağında çiçek açmasını kıvançla, övünçle karşılıyoruz.”

Ayrı Beraberlikler’in beni sevindiren bir başka durumu da kitabımın arka kapak yazısını sevgili Ahmet Say’ın yazmasıydı. Ahmet ağabeyin benim için son derece önemli olan o değerlendirmesini buraya almak isterim:

“Günümüz Türkiye’sinin kültür birikimini sadece büyük kentte aramak, bu birikimin ne denli köklü ne denli yaygın olduğunu anlayamamaktır. Hemen tüm kentlerimizde, kasabalarımızda, hatta köylerimizde insanlığın çağdaş kültür düzeyine katkıda bulunan sanat ürünleri yaratılmaktadır. İşte size Trabzon’daki bir edebiyat öğretmeni arkadaşımızı örnek gösteriyoruz. Ahmet Özer, tam bir aydın kavrayışı ve duyarlığıyla şiir geleneğimizin yaygın gücünü tanıtlıyor. Onun şiirini okurlara sunmaktan duyduğumuz mutlulukla birlikte şiirimizin yurdun dört bir bucağında çiçek açmasını kıvançla, övünçle karşılıyoruz.”

Gel de yolun başında böyle bir değerlendirmenin yüzüne tuttuğu ışıkla sevinme! Gel de bu yorumun sorumluluğunu omuzlarında taşıma! Yazımın bu noktasında sevgili Ahmet Say’a saygılarımı sunmayı borç bilirim.

Ahmet Say, o dönem bizlerden başvuru dilekçeleri de alarak kitaplarımızı ödüllere katmıştı. İlk kitabım, gönderildiği Nevzat Üstün Öykü ve Şiir Ödülleri’nde şiir dalında “Başarı Ödülü”ne değer bulunmuş, ben de o sıra İstanbul’da düzenlenen ödül töreninde Nevzat Üstün’ün eşi Şükran Üstün, Hasan İzzettin Dinamo, Hasan Hüseyin, Nadir Gezer ve Orhan Çubukçu’yla tanışmıştım. Şükran Hanım’la o gün bu gündür (42 yıl) haberleşmemiz sürer. Kendisine sağlık, esenlik diliyorum.

O yıllarda kitaplarımızı özellikle öğretmen dostlarımıza 20’şer 30’ar imzalayıp gönderirdik. Biz de onların kitapları için aynı uygulamayı yapardık. Büyük bir dayanışma içindeydik. Bunun yanı sıra yakın dostlarımıza, dergi yönetmenlerine de ulaştırırdık kitabımızı. İlk kitabımı gönderdiğim kişilerden biri İzmit’te yaşayan şair-yazar-gazeteci ağabeyimiz Ruşen Hakkı’ydı. Kitabımı imzalayıp postalamanın üzerinden kısa bir zaman geçmiş, mide kanaması nedeniyle hastaneye kaldırılmış, hastanenin tek kişilik odasında bir kolumdaki serumla yatar durumdaydım. Posta kutuma gönderilenler bir yakınım tarafından alınıp ziyaret günü bana getirilmişti. Gazeteyi öpüp koklayarak tek kolumla açtım. Ruşen ağabey, çoğu kişiye gösterdiği duyarlığı benden de esirgememiş, kitabımla ilgili yazdığı yazının çıktığı gazeteyi adresime postalamıştı. Bir dizemi başlık yaparak kısa ama etkileyici o yazı doruklara çıkışımın ilk basamaklarından biri olmuştu.

O koşullarda siyasi düşüncelerinden dolayı içeride yatan bu güzel insanlara bir dakika olsun küçük bir sevinç kırıntısı yaşatmak ya da içinde bulundukları sisi dağıtmak için şiirimin görev yapması, beni alabildiğine sevindirmişti.

Aynı günlerde Antalya’da yaşayan şair Metin Demirtaş, kimi şairlerden şiir kitapları isteyerek onları dönemin hapishanelerinde yatan siyasi mahkûmlara gönderirdi. Metin ağabey, benden de ilk kitabımdan bir miktar istemiş ben de kendisine iletmiştim. Yıllar sonra yazar Öner Yağcı’yla karşılaştığımızda bana “Senin ilk kitabın Ayrı Beraberlikler’le Çanakkale Cezaevi’nde buluştuk. Kitabı bana Metin Demirtaş göndermişti.” dedi. Öner Yağcı gibi çoğu dostum o sıralar yattıkları cezaevinin sisli ortamını dağıtmak için sevdikleriyle birlikte yaşama adına benim kitabımın çağrışımına sığındıklarını belirtmişlerdi. O koşullarda siyasi düşüncelerinden dolayı içeride yatan bu güzel insanlara bir dakika olsun küçük bir sevinç kırıntısı yaşatmak ya da içinde bulundukları sisi dağıtmak için şiirimin görev yapması, beni alabildiğine sevindirmişti.

Ayrı Beraberlikler üzerine dönemin değişik dergilerde yazılar yayımlanmış, bu yazılar beni yeni kitaplara hazırlamıştı. Üç bin adet basılan ilk kitabımdan bugün elimde 2-3 adet kaldı.  Kitabımda yer alan şiirlerimi yıllar sonra basılan “toplu şiirler”ime alırken bunlar o dönemin amatör ürünleriydi gibi bir duyguya asla kapılmadım. Çünkü onlar, şiir alanında zorlukla aştığım 15 yılda sınavı başarabilmiş ürünlerdi.

İlk kitabımın Ankara’da Türkiye Yazıları Şiir Dizisi’nde çıkması, üzerine değişik yazıların yayımlanması yazın dünyasında çok kişiyle tanışmama ortam oluşturdu. Beni imza günlerine taşıdı, dönemin büyük yazar ve şairleriyle mektuplaşmanın yolunu açtı.

İlk kitabımın bana yaşattığı heyecanın, 48. kitabımın yayımlandığı bugünlere değin varlığını koruduğunu belirtmek isterim.

Bir de belirtmek istediğim şudur: Edebiyat alanındaki başarı, nice zorluğu yenerek emin adımlarla amaca yürümeyi gerektirir. Bir dönemler şiirin de kitabın da yayımlanması büyük bir sabır, inat ve çalışkanlık gerektiriyordu. Günümüzde bu alanlara kolay ulaşmak yazın alanındaki kişinin hevesini de uzun erimli kılmıyor. Genç arkadaşlarıma iyi bir yazar ve şair olunmadan önce iyi bir okur olmak gerektiğini anımsatmak isterim. Çoğu kişinin ilk kitabını görmezden geldiğini biliriz. Oysaki o ilk kitabı, bir bebeğin ilk adımı olarak algılamaktan daha büyük mutluluk olur mu?

İstediğiniz yazıyla beni 42 yıl önce yaşadığım ilk kitap mutluluğuna götürmenizden dolayı içten teşekkür ederim.