14 Ekim 2025
NALAN YILMAZ
Anı ve öz yaşamı anlatan biyografik eserler yazarın bireysel belleğiyle birlikte yaşanan dönemin toplumsal, kültürel, siyasal koşullarını da aktarır. Bu metinlerin okunma sürecinde okur da kendi geçmişindeki anılara dalar, eski bilgileri anımsar ve içinde yaşadığı günün koşullarını okuduklarıyla harmanlayarak zihninde yeni bir metin oluşturur. Böylece kendini var eden toprakların ve toplumun dönüşümünü anlama, irdeleme olanağı yakalar.

Kitabın ilk bölümü “Oyuncaklarım” adını taşıyor. Bu başlık, bizi geçmişe götürürken paralelde kendi çocukluk yıllarımızı düşünmemize aracı olmakta. Yokluk ve savaş yılları dâhil tarih boyunca çocuklar kendi oyuncaklarını yapacak azme ve zekâya sahip olmuş. Örneğin Mardin’in Nusaybin ilçesinde bulunan, dünyanın en eski oyuncağı iki bin sekiz yüz yılık, pişmiş çamurdan yapılma bir araba. Çocukları eğlendiren, beceri kazandıran bu nesneler ekonomik ve sosyal koşullara, dönemlere göre değişiklik gösterse de insanın kendini keşfinde, doğayı anlamasında, bedensel dilsel beceri kazanmasında rol oynar. Çocukluğu II. Dünya Savaşı yıllarına denk gelen Şekerci de “Biz oyuncağını kendi yapan neslin çocuklarıydık,” diyor. Sipsi, kaleydoskop, patlangaç, topaç vb. yapışını anlatıyor.
Kapitalizmin “cebindeki parayı bana ver” dayatmasının henüz ülkemizi ele geçirmediği yıllarda, satın alınanlar üçü beşi geçmezdi ve el yapımı oyuncaklarımızla doyasıya eğlenirdik. Benim de sapan, kaleydoskop ve kaysı çekirdeğinden düdük, bir kalıp beyaz sabunun içini tamamen çıkartarak mini televizyon yapmışlığım var. Sabunun ekran olarak açtığım yüzeyini de kırmızı defter kabıyla kaplayıp cama benzetmeye çalışmıştım.
Kitabın en duygulu bölümü “Süt Damlası!” Çiçeği burnunda cumhuriyetimizin müşfik uygulamalarından biri. 1. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı yıllarında, yetim ve öksüz kalan çocukları koruma altına almak için İzmir’de kurulmuş olan Himaye-i Eftal Cemiyeti bugünkü adıyla Çocuk Esirgeme Kurumu’nun bir uygulaması. Kurum tarafından bakımı üstlenilen ineklerden sağlanan süt pastörize edilip şişelendikten sonra yoksul çocuklara dağıtılıyormuş. Büyük bir kısmı yetersiz beslenme ve hijyen sorunlarından kaynaklı çocuk ölümleri için süt dağıtımı, o yılların koşullarında önemli bir “koruyucu sağlık hizmeti” niteliği taşıyordu. Güncel OECD verilerine göre Türkiye, çocuklarda yoksulluğun en yüksek olduğu ülkelerden biri. Sosyal ve Ekonomik Destek Programı’nın raporuna göre maddi durumu kötü ailelere yapılan yardımdan yararlanan çocuk sayısı ne yazık ki yüz binlerle ifade ediliyor.
Bir diğer nostaljik nesne mürekkep hokkası. Bugünün çocukları bilir mi bilemiyorum.
“…hokkalar birkaç santimetre duvarlı, ahşap bir tepsi içinde sınıf dolabında dururdu. Her yazı dersinde bu hokkaların mürekkepleri kontrol edilir, eksikleri varsa tamamlanırdı. Bu görev bana verilmişti. Yazı dersinden önce bunları dağıtır, dersten sonra toplayarak bir sonraki derste kullanmak üzere dolaptaki yerine yerleştirirdim.”
Anı kitapları okumak bir yönüyle zamanda yolculuk yapmak gibi. Yazar bizi kitap boyunca gezdiriyor ve farklı konularda bilgilendiriyor. Denizli evlerinin özellikleri, nalınların yapılışı, yakçal denen devasa buzdolapları, ipekböceği yetiştiriciliği, dokumacılık ve daha pek çok konuya değiniyor.
“Bu sana sürprizim” diyerek anneme uzattı.
Anneannemin koynundan çıkarıp verdiği, beze sarılı küçük çıkın annemi heyecanlandırmıştı. Merakla bakarken anneannem “Bir yüzük… Bir yüzük…” diye yanıtladı.. “Hani geçenlerde biz de yapsak nasıl olur demiştin ya! İşte sana bir yüzük ipekböceği tohumu getirdim.”
Günümüzde de hâlâ çocukların ilgisini çeken bir konu. Ben de çocukken ipekböceği yetiştirmiş koza örüşünü izlemiştim. O yaşta, böceğin geçirdiği dönüşümün sonunda, nesli için yaşamını sonlandırdığını idrak edememiş koza örme sürecinin büyüsüne kapılmıştım. O ise yok oluşuyla insanlara çok değerli bir armağan sunmuş, sessizce yaşamdan ayrılmıştı.
Radyo ise o yıllar için başlı başına bir konu. İlk pilli radyolar halk tarafından her yerde olduğu gibi Denizli’de de ilgiyle merakla karşılanıyor.
“Radyo bizim için de farklı bir yaşam getirmişti evimize. Gündüz kullanılmıyordu. Ancak akşam 19.00 haberleri sabırla bekleniyor, devamındaki beş dakikalık program mutlaka dinleniyordu.”
Televizyon gelene kadar evimizin en önemli eşyalarından biri olan radyoda Şekerci ailesi ve Türk halkı neler dinliyordu? Nüfus sayımı o yıllarda nasıl yapılıyordu? Trene ilk kez binmek nasıl bir duygudur, 1950’lerde Kore savaşına katılma kararımızdan sonra Bulgaristan ve Rusya’nın yolladığı göçmenlerin Denizli’ye yerleşmeleri… Anılarımızı tazeleyecek, bazı şeyleri öğreneceğimiz kitabın arka kapak yazısından küçük bir alıntıyla bitireyim yazımı.
Değerli öğretmen, yazar ve eleştirmen Bahri Karaduman şöyle diyor: “GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ… Önemli bir yapıt. Denizli özelinde Ege’nin kent belleği için gelecek kuşaklara ışık tutacak bir anılar demeti. Unutulmaması gereken değerlerin temiz duru bir Türkçeyle anlatıldığı bir kitap. Anı türünün yetkin bir örneği. Okunmalı, okutulmalı.”
Kitapla birlikte çıkacağınız yolculuk belki de geçmişe ve günümüze farklı gözlerle bakmanızı sağlayacak.

1939 doğumlu olan Halit Şekerci ilk, orta ve lise eğitimini Denizli’de tamamladı. 1960’da İTÜTO İnşaat Mühendisliği Bölümünden mezun oldu. 1957’de karikatür çizmeye başladı. Dolmuş, Akbaba, Papağan, Gelincik, Gül, Ustura, Boşboğaz ve Zembil vb. mizah dergilerinde eserleri yayımlanan Şekerci çizmeyi sürdürüyor.
.
