Halime Yıldız’la “Uçurtmayla Balık Tutmak” Üzerine Söyleşi

4 Ocak 2025
Bizim Çağ Edebiyat

HALİME YILDIZ

Halime Yıldız, Bulgaristan’In Şumnu kentinde dünyaya geldi. O, on bir yaşındayken ailesi Türkiye’ye göç etti. Marmara Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu. İstanbul ve Diyarbakır’dan sonra Bursa’da öğretmenlik görevini sürdürüyor. Edebiyat dünyasına şiirle girdi. Radyolarda şiir konulu programlar hazırladı ve sundu. Meslektaşlarıyla beraber Yansımalar adıyla bir dergi çıkardı. 

Uçurtmayla Balık Tutmak” Yıldız’ın çocuklar ve gençler için kaleme aldığı bir deneme kitabı. 

Bizim Çağ Edebiyat: Kitabınızın adının bizdeki ilk çağrışımı “dünyaya farklı gözlerle bakmak, yaşamı sıradışı algılamak” oldu. Tüm yetişkinler gibi uçurtmayla balık tutulur mu diye düşündük. Uçurtma sözcüğü öncelikli olarak çocukları çağrıştırdığı için de bu olsa olsa bir çocuğun aklına gelir dedik. Ardından kitabınızın girişindeki seslenişin bir çocuğun ağzından yazıldığını gördük. Size öncelikle kim bu çocuk diye sormak istiyoruz. Ardına takılsak mı takılmasak mı bilemedik. Başımıza olmadık işler açar mı?

Halime Yıldız: Takılalım tabii. Uçurtma da uçuralım. Sorumuzu da soralım. Her şeyi konuşmakta fayda var diye düşünüyorum. Kim bu çocuk? Halime’nin küçüklüğü belki. Bir öğrencim de olabilir. Sokakta tandığım bir çocuk ya da yazdıklarımı okurken annesine “Bu ben miyim?” diye soran bir çocuk okur olabilir. En çok da onun olması hoşuma gider. Bir gün bir anne şöyle demişti, çocuğu benim kitabımı okurken “Anne, Halime teyze bana mı sesleniyor? Kitabındaki ben miyim acaba?” diye sormuş. Evet, sensin! Bu beni çok mutlu etmişti. Bir başkası sorduğunda da “Evet, sensin,” diyorum. Belki benim, belki de sizsiniz, belki de bu söyleşiyi okuyacak kişiler. Hepimiz çocukluktan geldik, çocukluğumuzla yaşıyoruz, öyle değil mi? 

Bizim Çağ Edebiyat: Okura denemelerin bir çocuk tarafından yazıldığını düşündürtmek, onun metinle bağ kurması açısından önemli. Bir yetişkinin yazdığı denemeler okura akıl vermek, yol göstermek, onu bilgilendirmek gibi görünebilirdi ancak yazar çocuk olunca okurla yazar eşitleniyor. Bu da çocuk okurun onu benimsemesini kolaylaştırıyor.

Halime Yıldız: Asla akıl vermek gibi bir niyetim olamaz. Bir çocuğu karşıma alıp da parmağımı sallayarak bir şeyler anlatmayı hiçbir zaman istemedim. Her ne kadar deneme türü yetişkinlere ait bir tür gibi görünse de çocuklara indirgendiğinde, öyküsel denemeler yazıldığında ki çocuklara yazıldığında böyle yazılması gerektiğini düşünüyorum, öyküsel denemeler yazıldığında, denemenin içinde diğer türlerden de (mektup, öykü, şiir…) faydalandığında daha sıcak bir anlatımın ortaya çıkacağını düşünüyorum. Deneme serisine karar verdiğimde birçok arkadaşım, hatta yayıncı, çocuklar deneme okumaz, böyle ciddi yazıları sevmez, dediler. Denemenin ne kadar ciddi olduğuna veya çocuğa ne kadar sıcak geleceğine anlatım dili karar veriyor. 

Önce adından, uçurtmayla balık tutmaktan başlamak gerekiyor diye düşünüyorum. Bir kitabı elimize aldığımızda onu okuyup okumayacağımıza biraz da kitabın adı karar veriyor. “Uçurtmayla balık tutmak” kelimelerinin her üçü de benim kullanmaktan hoşlandığım kelimelerdir.  İnsanlar bazı kelimeleri kullanmayı daha çok sever, bazı  kelimelerin enerjisi daha yüksektir. Mesala ben çiçek adlarını kullanmayı ben çok severim, kuş adlarını. Uçmak kelimesini, uçurtma, tutulmak, yürek… Bunların içinde olduğu tamlamalar çocuklara çok sıcak gelecektir. Uçurtma zaten metafor olarak çok zengin bir kelime. Her şeyden önemlisi, uçurtma yükselmeyi anlatan bir kelime, gelişmeyi. Bütün çocuklara sıcak gelen bir kelime.

 Almanya’da, Düsseldorf’ta “Uçurtmayla Balık Tutmak” adıyla bir şenlik yapıldı. Beni de davet ettiler. Bütün çocuklar kitabımı aldı, ondan bölümler okudu. Uçurtmalar uçurdular. Uçurtmayla balık tutmak üzerine konuştuk. Bu kelimeler gerçekten de konuşmaya sonu gelmeyecek bir zenginlik katıyor. Uçurtma yapan bir çocuğun uçurtmayı yükseltmek gibi bir hedefi var. Uçurtma yaparken matematik gerekiyor, fizik, estetik gerekiyor. Bütün bunları bilmek lazım. Aynı zamanda emek gerekiyor. Uçurtma yapıldığı gibi kaldığında hiçbir anlamı yok. Bilginin, düşüncenin harekete geçmedikçe bir anlamı olmadığ gibi. O rengarenk kuyruklu, pırıl pırıl uçurtmayı yaptığımız zaman onu bir de uçurmamız gerekiyor, düşüncelerimizi eyleme geçirmemiz gerektiği gibi. Uçurmak için çocuğun koşması gerekiyor, belki bir yüksek bir yere çıkması. Biraz rüzgar…  Ağır ağır uçurtmanın yükselmesini izlemesi gerekiyor. Çocuk, uçurtmanın gökyüzüne çıktığını bir kez gördüğünde artık onun hep yükselebileceğini öğreniyor. Bir kez hayalini gerçekleştirdiyse artık başka  hayallerinin de gerçekleşebileceğini biliyor. Bu benim için çok önemli. Konfüçyüs’ün bir sözü vardır, bilirsiniz, bir insana iyilik yapmak istiyorsanız ona balık tutmayı öğretin, der.  Tek yemeklik, tek doyumluk değil; hayat boyu doyumluk… Çocukların bir şeyi elde etmesi, ona ulaşmak için çabalaması önemli. Hazırcı bir çocuk olmaması önemli. Araştıran bir çocuk olması… Bekleyen bir çocuk olmaması… Kendisinin yapabilme gücünü fark etmesi… Bir kitabın da böyle olması gerekiyor diye düşünüyorum. Bir macera kitabı okumak çok güzeldir, o da çocuğa yapabilme gücü verir, aynı zamanda okuma sevgisi kazandırır. Bir düşünce yazısı içeren kitap okuyorsak başka açılardan bakmayı da öğrenmemiz mümkün. Bir nesneye tek bir açıdan baktığımızda nesnenin sadece o yüzeyini görebiliriz ama birçok açıdan baktığımızda farklı yüzeylerini de görebiliriz ki bu çocuğa kavratıldığı zaman hazine değerindedir. Olaylara, insanlara, kavgalara, anlaşmazlıklara, dünyaya, hayvanlara farklı açılardan da bakabildiğimizde bu geniş açı, bize evrenselliği de getirecektir.  Bunun çocuklara tatlı bir dille, örneklerle, şiirlerle, alıntılarla verilmesi, üslûp olarak bana çok yakın geliyor. Düşünmek çok zor bir eylem. Düşünce çocukluktan harekete geçirilebilirse bu sonrası için tadına doyulmaz bir hareket olur. Keşke herkes çocukluğunda doğru öğretmenlere, kitaplara, sorulara denk gelebilse… Tek başına bir soru sormak bile çocuğu düşündürmek açısından çok önemlidir.

Bizim Çağ Edebiyat: Çocuklara şiirler okuyan Mazhar amca ya da çocukların söyleşiyle Şiir amcadan da söz etmeden olmaz. Mazhar amca, sabahları küçük sandalıyla denize açılıyor. Heybesinde sürekli kağıt kalem taşıyor, çocuklar için denemeler yazıyor. Neden denemeler yazdığını da şöyle açıklıyor. “Bizi düşündüren, sıcacık anlatımı olan yazılara deneme diyoruz. Bu tür yazılar ufkumuzu açar.” Şöyle diyebilir miyiz öyleyse Mazhar Amca ile çocuklar bir araya gelince ortaya “Uçurtmayla Balık Tutmak” çıktı? 

Halime Yıldız: Evet diyebiliriz. Mazhar amcanın da aslında çok hoş bir hikayesi var. Ben yirmili yaşlardayken bir radyo programı yaptım haftada iki saat. Programda şiirler okudum, canlı bağlantıyla dinleyicilerle konuştum, tartıştım. O arada Mazhar amca diye biriyle tanıştım. Gerçek adının o olmadığını çok sonra öğrendim. Mazhar amca onun takma adıymış. Bana şiirler okurdu, sorular sorardı. Yeni bir pencere açardı ve ben o pencerenin ardından yeni bulutlara doğru uçardım. Mazhar amca benim hayatımda, sorduğu sorularla o kadar önemli bir yer etti ki ben o zaman şunu net olarak anladım: İnsanın tanıdığı kişiler gelecek rotasını çiziyor. Bu çok önemli. Bazı insanlar hayatımızda iz bırakıyor. Bu izler derinse bizim yazımıza da, hayatımızı da, yaşama biçimimize de yansıyor. Mazhar amcanın 20’li yaşlarda benim gelişimimde çok katkısı oldu diye düşünüyorum. Bu denemeleri yazarken de Mazhar amcayla başlamak istedim.

Hayatımızda iz bırakacak kişiler, bizim dedemiz olabilir, büyükannemiz, bir arkadaşımız, öğretmenimiz, o gün tanıdığımız bir daha görmediğimiz bir insan da olabilir. O insanları dikkatle dinlememiz gerektiğini, onlardan alacak bir şeylerimiz olduğunu, bize kattıkları bakış açılarıyla yeni şeyler keşfedebileceğimizi çocuklara söylemek istedim. Bu izi, bir ilk çağ şiiri vardır, çok güzel anlatır. Onun da benim hayatımda çok önemli bir yeri vardır. Bir Likya şiiridir. Üç bin yıl önce yazılmış. Bu sözlerin tılsımı beni gerçekten çok etkiliyor. Üç bin yıl önce yazılmış bir şiir, beni şu anda da çok etkiliyorsa bu sözün gerçekten önemli bir sihrinin var olduğu anlamına geliyor. Yanlış hatırlamıyorsam şöyle bir şiirdi: Beni bulamazsan üzülme/Eşyalarımı bulacaksın/Kestiğim taşları/Aştığım yolları/İşlediğim heykelleri bulacaksın/ ve göreceksin ki/Binlerce yıl öteden/Parmak izlerimiz değecek birbirine. Üç bin yıl önce söylenmiş bir söz.  Aynı yolları yürüyoruz aslında.  Aynı yollarda onun ayak izleriyle bizim ayak izlerimiz birbirine karışıyor.  Aynı heykele dokunuyoruz. Bir mağarayı oymuş kişiyle aynı duvarın yüzeyine dokunuyoruz. Bunu soyut olarak da düşünebiliriz. Aynı söze dokunuyoruz, aynı duyguya dokunuyoruz, aynı şeyle mutlu oluyoruz.  Bir Likyalı kadının, bir Likyalı çocuğun, adamın hisleri aslında bizim hislerimizin aynısı.

Bizim Çağ Edebiyat: Kitabınızda tek bir anlatıcı/yazar yok aslında. Sözgelimi Dört Seçenek adlı denemeniz bir yetişkinin ağzından yazılırken Noel Baba’nın Adresi bir çocuğun ağzından aktarılıyor. Nurullah Ataç’ın bir sözü vardır: “Deneme, benin ülkesidir.” Kitabınızda karşımıza yetişkin Halime Yıldız ile çocuk Halime dönüşümlü olarak mı çıkıyor? Yoksa zaman zaman kurguya da yaslanıyor, öyküye de göz kırpıyorsunuz mu diyelim?

Halime YIldız: Evet, deneme benin ülkesidir. Ben de bunu çok severim. Aslında bir konuda deneme yazmaya karar verdiğim zaman ben mi konuşacağım, bir çocuk mu konuşacak, benim çocukluğum mu konuşacak, buna ben de karar vermiyorum, yazı karar veriyor. Mesela dışarıda karda oynayan çocuklardan söz ettiğim zaman benim konuşmam yavan kalır, o çocukların konuşması daha zengindir. Kimin konuşacağını, konuşma şeklini yazının kendisi belirliyor. Buna ben karar vermiyorum. Bir cümle yazıyorum, o cümlenin sonrası konuşma kime, hangi yaştaki insana aitse pat geliyor, oturuyor karşıma, konuşmaya başlıyor. Bazen bir çocuk bazen bir yetişkin olabiliyor. Denemeler kurgusal olduğu  zaman çocuk kapıyı daha rahat açabiliyor, içine daha rahat girebiliyor, orada kendini bulabiliyor, iyi hissediyor. 

Bizim Çağ Edebiyat: Bu arada Geveze “Beni unutmayın!” diye sesleniyor bize. Biz de onu unutmak istemeyiz. Geveze, bir pabucun adı. Bir çocuk, geveze adını verdiği pabuçlarıyla gitmedikleri yer kalmamasının düşünü kuruyor. Geveze olmak, pek geçerli bir özellik değildir. Hatta gevezeliği boş boş konuşmak olarak algılarız. Pabuçları çocuğa gönül koymasın? Büyükanneniz de “Konuşmak ihtiyaç, susmak sanattır.” diye uyarırmış sizi. Ne dersiniz?  

Halime Yıldız: Ben çok konuşan, çok soru soran bir çocuktum. Hâlâ öyleyim, çok meraklıyım. Merak duygusu çok önemli. İnsan onu kaybetmemeli. Çocukken ben bu kadar soru sorarken, özellikle annemi bunaltırken o, bazen Rumeli şivesiyle “Ah be kızım, yeter!Nereden buluyorsun bu soruları, yeter artık!” derdi ama ben “Anne, o ne, bu ne, şu ne…” Bir sürü soru sorardım. Neden? Neden? Bu soruyu çok önemsiyorum. Bir şeyin peşine düşüyor, anlamaya çalışıyorsunuz. Neden öyle, neden böyle? Çocukların başlarda çok soru sorduğunu, insanların hayata konuşmayla başladığını düşünürsek… Konuşmak çok önemli. Düşünün, konuşmayı öğrenmiş bir çocuk, hiç soru sormuyor, hiç konuşmuyor.  Bu istenen bir şey değil. Bir çocuk konuşsun isteriz. Anne dedi, baba dedi, şunu dedi, bunu dedi. Heyecanlanıyoruz çocuk konuşmaya başladığında. Çocuk konuşsun istiyoruz önce, sonra susmayı öğrenmesi gereken bir döneme giriyoruz. Konuşmanın sanat olduğu dönemden susmanın sanat olduğu döneme geçiyoruz.  İkisi de sanat. Birini diğerine tercih etmiyorum. Her ikisinin de dengelli olduğu bir hayatı tercih ediyorum. Bazen bir çocuğa sus dersiniz, susmaz; konuş dersiniz, konuşmaz. Her ikisine de saygı göstermemiz gerekiyor. Susma hakkına da, konuşma hakkına da ama çocuğa bu dengeyi kavratmak lazım. Ne zaman susacağız, ne zaman konuşacağız?

Bizim Çağ Edebiyat: Ben de yollarda olmanın insana iyi geleceğini düşünenlerdenim. Ancak yollarda bir sorunla karşılaşabiliriz. Dünyadaki bütün insanlar aynı dili konuşmuyor. Onlarla nasıl anlaşacağız öyleyse? Bu, tüm kitap boyunca da izlediğiniz bir yöntem. Soruyor, meraklandırıyor, düşündürüyor, bilgilendiriyorsunuz. Öğrenmeyi eğlenceli hale getiriyorsunuz. Burada öğretmenlik beceriniz devreye giriyor diyebilir miyiz? Neler eklemek istersiniz? 

Halime Yıldız: Önce yollardan başlamak isterim. Ben her şartta yolculuğu çok severim. Bir yere ulaşmaktan çok, yol halinde olmayı seviyorum. Bir yere giderken manzara izlemeyi, yolcuları dinlemeyi, dört mevsimi…  Hepsinin ayrı bir tadı var. Yolda olmanın muhteşem bir duygu olduğuna inanıyorum. Yolların eğitici olduğunu biliyorum, bunu öğrendim. Ufuk açıcı olduğunu. İnsan dolaştıkça, yeni yerler ve insanlar tanıdıkça asla ırkçı olamıyor, bir coğrafyaya çivi çakmıyor, daha geniş bakıyor, evrenselliği yakalıyor diye düşünüyorum. Evrenselliği yakalama hikayesi çok yer görmek, çok insan tanımakla ilgili. Ben kendimi gezen bir Şehrazat olarak görüyorum. Her yolculuk sonrası öğrencilere, çocuklara anlatacak pek çok hikaye getiriyorum. 

Suriye’ye gittiğimde, uluslararası bir şiir festivali vardı, Rakka’da oluyordu bu, savaş öncesi, orada yarışmayı hazırlayan komiteden birisi, “Benden bir isteğiniz var mı?” diye sordu. Elbette var, dedim. Ben Türkiye’ye gidince Suriye’yi anlatacağım, bunun için Suriye’yi tanımam gerekiyor. Ben sadece Rakka’da kalmamalıyım, Halep’i de, Şam’ı da görmeliyim. Bunun için bana ne yapabilirsiniz? Benim çuvalımı hikayeyle doldurmam lazım, dedim. O kadar iyi anladılar ki benim istediğimi. Bana bir araba ve şoför tahsis ettiler. Ben o arabayla Suriye’yi dolaştım. Gelince de çocuklara, öğrencilerime Halep’in ne kadar güzel olduğunu, Rakka’nın ne kadar şahane kuşları olduğunu, Şam’a giderken yolda gördüğüm çölü, bunları anlattım. Suriye’nin eski halini anlattım. Vefa borcumu yerine getirmek için de “Rüya Fotoğrafçısı” diye okul öncesi bir kitap yazdım. On kitaplık bir setim çıkmıştı, Rüya Fotoğrafçısı o setin içindedir. Orada gördüklerimi bir çocuk kitabında anlatarak vefa borcumu ödedim. Onların bu şahane davranışlarına karşı ben de elimden geldiğince, dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım oraları. 

Ortak bir dil var mıdır? Herkes buna İngilizce dememi bekliyor aslında ama hayır, demiyorum. Benim yabancı dilim de İngilizce değil. Dördüncü sınıfa kadar Bulgarca eğitim gördüm, iki yıl Rusça eğitim gördüm. Meraktan biraz Farsça öğrenmeye çalıştım. Türkiye’deki yabancı dilim Almanca’ydı. İngilizceyi kendi çabalarımla öğrenmeye çalıştım. Dünyanın pek çok yerinde İngilizce konuşuluyor olsa da ben buna İngilizce diye cevap vermiyorum. Bence dünyanın her yerinde beden dilini çok rahat  kullanabiliriz. Ben size gülümsediğim zaman benim size kötülük yapabileceğimi düşünmezsiniz. Ben size elimi uzattığım zaman, yanağınıza dokunduğum zaman veya size sarıldığım zaman siz benden bir kötülük gelmeyeceğini bilirsiniz. Hareketlerle insanlar ne istediğini anlatabilir. Su istediğini, ekmek istediğini anlatabilir. Yol sorabilir. Bunu bana bir rehber söylemişti. Bir kitap için Balkanları gezmeye karar vermiştim. İngilizcem yeterli değildi. Bana şöyle söylemişti: Diyelim ki engellisin ve konuşamıyorsun. Sen hiçbir yere gidemeyecek misin? Diyelim ki duymuyorsun. Sen hiçbir şey yapmayacak mısın? Diyelim ki görmüyorsun, hep oturduğun yerde mi kalacaksın? Düşündüm. Evet, hepimizin gezmeye hakkı var ve hepimiz bir yol bulabiliriz. Düşündüm, ben nasıl bir yol bulabilirim? Dilim ona anlatmaya müsade etmiyorsa o zaman ben hareketlerle anlatabilirim. 

Bizim Çağ Edebiyat: Kitabınızda da her metnin arkasında bir şiir yer alıyor. Şiirden vazgeçmiyorsunuz. Hemen sormak isteriz. Çocuk ve şiir hakkında neler söylemek istersiniz? 

Halime Yıldız: Bu konu aslında biraz da benim dertli olduğum bir konu. Çocuklara ilkokuldan başlayarak sıkı bir şiir dersi verilmiyor. Şiir nasıl yazılır üzerinde durulmuyor. Haydi çocuklar bir şiir yazalım, cumhuriyet üzerine, haydi çocuklar, bayram üzerine. Annenize bir şiir yazın. Ama bunun için önce çocukların iyi şiir örneklerini tanıması gerekiyor. Şiir okumak bir kültürdür. Şiir nasıl okunur? Nasıl yazılır? Bunlar anlatılmadan çocuktan geri bildirim olarak şiir istenmesi çok yanlış. Şiir anlatılmamış, çocuk sadece kafiyeye dayalı şiir yazmaya çalışıyor. Şiirsel olarak zayıf şiirler ortaya çıkıyor ya da şiir diyebilir miyiz bunlara? Aslında diyemeyiz. Bunlar sese dayanan manzumelerdir. Çocuklara şiiri anlattığımız zaman, çocuklarla şiir atölyesi yapıyorum, o kadar muhteşem şeyler çıkıyor ki inanamazsınız. Mesela on yaşında bir çocuk, şöyle bir şeyler yazmıştı. İznik gölünün yanında oturuyordu ve İznik gölünün karanlıktaki görünümünü anlatan kısa bir şiir yazmıştı. “Kara bir köpek gibi bütün gece havladı durdu İznik gölü.” İnanılmaz güzel. Çocuklara önce şunu demek lazım: Çocuklar, bir şey diyeceğiz ama bir şey demeden diyeceğiz. Çocukların bildiği birtakım sözcük oyunları var, oradan yararlanacağız. Öyle bir şey diyeceğiz ki başka birisi dememiş olsun. Bize özgü olsun. Bu, önemli. Özgün olmak, yaratıcı olmak… Çocuk o zaman ne yapacağını anlıyor ve şiirin estetiğine yaklaşıyor. Kafiyeden, kalıplardan uzaklaşarak bunu yapıyor, güzel şeyler ortaya çıkıyor. Şiir okumak da önemli elbette. Bol bol şiir okuduğumuz zaman şiirin ne olduğunu daha iyi kavrayabiliriz, iyi örneklerin olması lazım ki son zamanlarda çok güzel bir gelişme var, çocuk şiir kitapları basılıyor fakat kitap fuarlarında bazı öğretmenlerin öğrencilere şiir kitapları yerine özet çıkarabilecekleri kitapları almalarını söylediğini duyuyorum. Çocuklar bana gelip diyor ki ben şiir kitabında özet çıkaramayacağım, ayrıca sayfası 65 sayfa, 70 sayfa; öğretmenimiz 100 sayfanın altında kitap okumamıza izin vermiyor, onu kitap okumak saymıyor. Ne kadar acı bir şey. Şiir kitabının özeti olmaz ama şöyle denebilir: Bu şiirdeki duyguyu yazın. Her şiirdeki en sevdiğiniz dizeyi yazın, der. Bu, çok güzel bir şey. Çocukları şiirden uzak tutarak onlara şiiri sevdiremeyiz. Çocukken şiir okumayan büyüdüğünde şiiri nasıl bilsin? O da kafiyelerle şiir yazmaya devam eder. Türkiye şu anda bir şiir cehennemine dönüştü. 600-700 bin şiir kitabı varmış. Sunay Akın demişti, onun yalancısıyım. 

Bizim Çağ Edebiyat: Çocuklara Her gün onlarca test çözen çoktan seçmeli çocuklardiye sesleniyorsunuz. Bu, eğitim sistemimize yönelik çok yerinde bir eleştiri. Sizin de vurguladığınız gibi testler çocukların yaratıcılığını ve hayal güçlerini engelliyor. Bu eğitim sisteminin değişeceğine yönelik henüz ufukta bir ışık da göremiyoruz. Ne yapmalı öyleyse çocuklar, öğretmenler, anne babalar? 

Halime Yıldız: Zannediyorum, bu test sistemi yakın zamanda değişmeyecek. Bizim sınav sistemi bu şekilde devam edecek gibi görünüyor. Testlere yapacak bir şey olsaydı keşke. Çok karşıyım. Şöyle bir şey yapabiliriz: İyi bir öğretmen dünyanın en büyük mucizesi. Buna dair çok güzel sözler de var. İyi bir öğretmen hem müfredata uyarak, çocukları sınava hazırlayarak hem de yaratıcılıklarını besleyerek ders yapabilir. Ailenin de rolü de  önemli ama öğretmenlere çok iş düşüyor burada. İlkokul öğretmenerine. Yaratıcılıkla ilgili çok ders yapılması gerektiğine inanıyorum ben. Yaratıcı nöronların küçük yaşlarda aktivite edilmesi önemlidir. O norönların daha sonra geliştiğini biliyorum. Yaratıcılık aktivite edildiğinde artırılabiliyor. Zeka gibi. Zeka da artırılabiliyor. Bununla ilgili çok güzel çalışmalar da var. Yayınlar var. Öğretmenler bunları uygularsa, çocukları hiç olmazsa bu anlamda kaybetmezsek çok iyi olur. 

Çocukların iyi bir okur olması da çok önemli. İyi bir okur olmak zannedildiği kadar kolay değil. Biz çocuklara ya da yetişkinlere niye okumuyorsun diyoruz ya da kaç kitap okuduğunu soruyoruz. Okumak ciddi alıştırmalar ve alışkanlık gerektiriyor. Bunu küçük yaşta yapmamız lazım. Reşat Nuri Güntekin’in çok güzel bir sözü vardır, birine niye kitap okumuyorsun demek niye piyano çalmıyorsun demekle aynı şeydir. İnsan bir anda piyano çalmaya başlayabilir mi, başlayamaz. Bir anda kitap okumaya başlaması da çok zor. Şiir okumak ve yazmak nasıl çalışma ve disiplin gerektiriyorsa okumayı alışkanık haline getirmek de öyle bir disiplin istiyor. Bu da anne babayla başlayan, kişisel isteklerle devam eden, doğru kitaplara ulaşmayı gerektiren bir bütün. Keşke bir sihir olsa da test sistemini hemen yok etsem. 

Bizim Çağ Edebiyat: Hiroşima’ya atılan atom bombası, savaş, barış, dünyadan dilediğiniz özür, bağışlanma isteğiniz, çöp sorunu, sokak hayvanlarının karşılaştıkları zorluklar… ile okurlarınızın dikkatlerini kendi dünyalarının dışına da çekiyorsunuz. Benmerkezciliğin hızla yayıldığı bir dünyada savaşta ölen çocukların, yok edilen doğanın, eziyet gören sokak hayvanlarının farkında olmanın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Siz neler eklemek istersiniz? 

Halime Yıldız: Sanırım bakmak görmek meselesi. Hepimiz görüyoruz. Görmenin çok zengin olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Çok görsel algı var. O kadar çok görüyoruz ki hayal kurmuyoruz artık. Sosyal medya  bizi etkiliyor. Birilerinin ağzından fikirler dökülüyor ki şu şöyle demiş, bu böyle demiş, sen şöyle düşünüyorsun. Kendi düşüncemizi oluşturamıyoruz. Çok fazla şey var. Bunlar içinde bizim  seçmeyi öğrenmemiz ve seçtiğimiz şeylerin de önemli olması gerekiyor. Neyi seçiyoruz? Barışı, sokak hayvanlarını korumayı, birbirimize sevgiyle saygıyla davranmayı seçiyoruz. Bunun için de bazı şeyleri tek tek görmeyi yani bakmayı seçiyoruz. Metroyla geçmiyoruz  insanların yanından, yavaş yavaş bakarak hissederek geçiyoruz. 

Bizim Çağ Edebiyat: Kitabı hem yazmış hem de resimlemişsiniz. Bu sanırım çocuklar için yazan pek çok yazarın da düşü. Örneğin gevezenin bir yelkenli gemi rolünü üstlenip denize açıldığı resmi çok sevdik. İkisi de çok mutlu görünüyor. Orada çizdiğiniz kız çocuğu tam da metinlerinizdeki çocuk ile örtüşüyor. Bu örtüşmenin yakalanamadığı pek çok resimli çocuk kitabı da var. Bir yazarın kitabını resimlemesinin avantajları ya dezavantajları üzerine neler söylemek istersiniz? Çocuk kitaplarının resimlenmesi konusunda öncelikler neler olmalıdır? Biz çizimlerinizi sıcak ve samimi bulduk.

Halime Yıldız: Bu da bana cesaret verdi. İlk kitap resimlemem Uçurtmayla Balık Tutmak’la oldu. Biraz zorunluluktan kaynaklandı. Bir an önce yayına hazırlansın istedim.  Ben de resim yapmayı seviyorum, çizdiklerim de sıcak geldi insanlara. İlk kitap öyle çıktı fakat sizin söylediğiniz gibi güzel sözler olunca resimlemeye devam ettim.

Resim çocuk kitaplarında çok önemli. Özellikle okul öncesinde. Metin de önemli elbette. Her ne kadar bazı kişiler hayal gücümüzü engellediği için resme karşı olsa da çocuk resim olsun istiyor, onun için ayrı bir değeri var. Ben özellikle renksiz resimler kullandım ki çocuklar içini kendi boyasın.  

Avantajı hayalimdeki karakteri ben çiziyorum. İsterdim ki çizme yeteneğim çok daha iyi olsun. Son yazdığım kitap bir başka çizer tarafından resimlendi. İçime sinmedi, yayımlanmadı. İçime sinmeyince yayımlansın istemiyorum.  Yapabildiğim ölçüde ben resmetmeye çalışıyorum ama tercihim bu işin profesyonelce yapılması.  Çok iyi çizerlerimiz var.

Bizim Çağ Edebiyat: Bana sorarsanız okurlarınız uçurtmayla tuttukları balıkları yeniden denize atacaklardır. Belki de onları başka balıkçılar yakalamasın diye bu işi  yapmışlardır. Onları öldüreceklerine inanmadım doğrusu. Ne dersiniz?

Halime Yıldız: Ben balıkları öldürmüyorum. Balık yemiyorum ama siz yiyin tabii. Beslenme açısından önemli. Mecazi olarak bakarsak balık elden ele. Balık tutmayı öğrenmek elden ele. Bilgiyi öğrenmek elden ele. Bilginizi paylaşmazsanız bilginiz çürür. Boşuna hamallık. Çok şey öğrenmişim, kimseyle paylaşmıyorum, hamallık. Hayal gücümü kullanarak bir şey yapmıyorsam bunun hiçbir faydası yok. Hayal kurmak güzel ama bunu harekete geçirmek gerekiyor. Yerinde duramayan biri olduğun için ben hemen yapmak istiyorum. Başarısız oldum, olsun denedim. Denemek lazım. Balıkları, fikirleri, hayalleri, iyilikleri, güzel olan ne varsa şairin dediği gibi elden ele, karanfil elden ele dolaştıkça çoğalsın iyilikler, güzellikler… 

Bizim Çağ Edebiyat: Zaman zaman kendinizle zaman zaman okurlarınızla konuştuğunuz bu metinlerin sonunda sizin sözünüzün bittiği yerde okurlarınızın sözü başlıyor. Canlı, kıpır kıpır, yerinde duramayan bir diliniz var. Okurlarınızı kolayca sarıp sarmalıyorsunuz. Edebiyatımızda örneklerine az rastladığımız bir alana (çocuklar için yazılmış deneme kitapları) güzel bir katkı sunmuşsunuz. Kaleminize sağlık. Söyleşimizi bitirmeden önce eksik kaldı dediğiniz, eklemek istediğiniz bir şeyler var mı? 

Halime Yıldız: Çok hoş bir saptama yaptınız. Veysel Çolak da son şiir kitabım Aksak Zaman Cüceleri ile ilgli şöyle yazmıştı: “Halime Yıldız’ın şiiri için ne diyeceğimi bilemiyorum. Galiba şöyle desem en doğrusu olacak: Hiperaktif bir dil.” Siz de benzer bir şey söylediniz, hiperaktif dilim, kişiliğim, duygularım. Çocuklara da herkese de hayal et, fikir üret, hemen harekete geç diyerek sözü bitireyim.

.