11 Şubat 2025
AYŞE GÜMÜŞ ÇOBAN
BİZİM ÇAĞ SORUYOR:
Yaşadığı kent/kasaba insanın yazarlığını/yaratıcılığını nasıl etkiler?

Size Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Hiç şüphesiz ki Antalya dünyanın en güzel yeridir,” dediği yerden yazıyorum.
Liseyi bitirdiğim yıldı. O yaşlarda hep “hiç bağımızı koparmayalım, sürekli görüşelim, her yıl buluşalım” muhabbeti olur. Cep telefonu daha icat edilmemiş, varsa ev telefonlarından irtibat kurulur, görüşülür. İlk iki yıl o sözlere uyulur buluşulur, özlem giderilir. Zaman şimdiki gibi değil tabi. Ne doğru dürüst sinema var, ne de kahve diyarları. En fazla bir pastaneye gidersin mevsim yaz ise limonata içersin, dondurma yersin; kışsa bol tarçınlı, üstü kaymak tutmuş salep ile keyiflenirsin.
Yine öyle bir görüşme, buluşma arifesinde ne yapacağımızı, nerede buluşacağımızı kararlaştırırken arkadaşın birisi ortaya bir fikir attı: “Kültür merkezinde şiir dinletisi varmış. Oraya gidelim. Sarmazsa ırmak kenarında gezeriz.”
Şehre yeni inşa edilmiş kültür merkezinde yapılacak faaliyetleri merakla bekliyorduk ve işte o gün gelmişti. Şiir dinletisi kulağımızın fazla aşina olduğu bir söz öbeği değildi. Konser gibi bir şey miydi? Eğlenceli miydi? Yoksa edebiyat derslerinde yaptığımız şiir okuma yarışmaları gibi bir aktivite miydi?
Hem de ünlü bir şair gelecekmiş! Ne heyecan verici değil mi? Biz ünlüyü sadece şarkıcılardan ibaret bilirdik. Belediyenin düzenlediği Türk gecelerinde sahne alan birkaç şarkıcıdan sonra asıl beklediğimiz ünlü sahneye çıkınca heyecandan duramazdık yerimizde. Aslında çok kalabalık da olmazdı ama zavallı annelerimiz bizi korumak adına hep yanımızda gelirdi. Tüm resmi bayramların, gösterilerin düzenlendiği yer kentin merkezindeki futbol sahasıydı. Tabii ki konserlerde elbette orada olacaktı. Şimdi şehre bir şair gelecekti ve biz onu kültür merkezinde izleyecektik.
Yaşadığımız şehrin ortasından ırmak geçiyor, şehri ikiye bölüyordu. Karşı yakaya geçiş için tek köprü vardı o zamanlar. Şehrin meşhur Sarı Köprüsü! Bence Manavgat’ın simgesidir. Kim bilir ne aşklara, kavgalara, ayrılıklara, gidişlere, dönüşlere, özlemlere tanıklık etmiştir.
Arkadaşlarla Sarı Köprü’nün orada buluştuk. O yıllarda yapımı henüz tamamlanmış amfi tiyatroya geçtik. Bizden önce gelmiş birkaç genç de zayıfça, yumuk gözlü, güleç yüzlü, kareli gömlek giymiş bir adamın etrafına toplanmış sohbet ediyorlardı. Biz de gittik yanlarına. Şiirden başlayıp edebiyata, hayata, düşünce özgürlüğüne, cezaevi günlerine dair birbirinden bağımsız sohbetler açılıyordu. Sohbetin derinliğine kendimizi kaptırmış gidiyorduk ki programın başlayacağı duyuruldu. Hepimiz yerlerimizi alırken ünlü şair de sahneye ilerledi. Yanındaki sandalyede oturan bağlama üstadını selamlayarak mikrofonu eline aldı. İlk şiirini okuyarak programa başladı.
“Gülüşü süt mavisi insanlar vardı/ nerede şimdi
Çoğunun adını unuttum çoğunun kimliğinde kazınmış adresler
Nevin canına kıydı geçen gün, şiir gibi bir kızdı bilirsin
Öner enfarktüs geçirmiş içerde, kesik kesik öksürürdü eskiden
Ayşe ise acemi bir sokak yosması artık
Üşüyorum ama sen anılarla sarma beni ve anlat yalnızlığımızı.”
“Ayşe ise acemi bir sokak yosması artık” dediği mısralarda arkadaşlarım kıkırdayarak bana baktı. Şiirdeki Ayşe ben olmasam bile heyecanlanmıştım, utanmıştım.
Şair, söyleşi sonrası aldığım kitabı imzalamış, “Belkisiz, sımsıcak bir yürekten merhaba” yazmıştı ilk sayfaya. Hâlâ kitaplığımda duran bu kitap şehre gelen bir yabancının, yeni bir hikâyeye vesile olduğunun ispatıydı belki de.
Sordunuz ya “Yaşadığımız kent insanın yazarlığını nasıl etkiler?” diye; işte, bir gün kente bir edebiyatçı gelir, hiç yoktan heyecanlandırır, kafanı karıştırır, düzenini bozar, değişik alışkanlıklar edindirir. Bir daha o şehre aynı pencereden, aynı gözlerle bakamazsın. Yaşadığın bu değişimi kimselere anlatamazsın ve yazmaya başlarsın.
.
Başlıkta kullanılan dize Ahmet Telli’ye aittir.