5 Temmuz 2025
HATİCE EROĞLU AKDOĞAN
BİZİM ÇAĞ SORUYOR:

İyi kitap okuru, iyi yazar sizin için ne ifade ediyor? İyi yazar, iyi okur tanımınız nedir? Tanımız zaman içinde değişti mi? Değiştiyse nasıl ve niçin değişti?

“Egemen sanat anlayışı, egemen zihniyetin damgasını taşırken karşısında direngen güçlü bir sanat damarının da tohumlarını atmış olur.”
Hiçbir şeyin çatışmasız bir seyir izlediğini, izleyeceğini düşünemeyiz. Genel olarak sanat ve sanat dallarından biri olan edebiyat da insanın acı-tatlı yaşamının, iyiyi güzeli, mükemmel olanı arayışının bir yansımasıdır. Böyle olduğu için değişim, dönüşüm sancısı çeker, tartışmalara konu olur. Hele ki insanın zorunlu olarak iki büyük toplumsal kampa yani sınıflara ayrılmış oluşu, sanat ve özel olarak da edebiyatın sınıf ilişkilerine, sınıflar mücadelesine paralel bir biçim ve içerik kazanarak varlığını sürdürdüğü gerçeğini gözardı etmediğimiz sürece durum budur.
Evet, bugün edebiyat alanında yazarın duruşu, kişiliği, yazar kayırmacılığı, yazar-yayıncı ilişkisi, iyi yazar kim, iyi okurun özellikleri nedir ve benzeri konularda çokça tartışma yaşanmaktadır. Deneyim ve gözlemlerini sosyal medyada ayrıca paylaşanlar aracılığı ile bu konularda kendi tecrübemiz dışında çokça bilgiye de sahip olabiliyoruz.
Bugünden geriye doğru on yıllar öncesi ya da daha eskiye gittiğimizde de az ya da çok böyle tartışmaların yaşandığı bilgisine ulaşabiliyoruz. Ve bütün bu tartışmaların, kentsoylu, seçkinci bazı aydınlar ile kır toplumundan eğitim aracılığıyla edebiyata yeni girmiş yazarlar arasında, ‘40’lı yıllar itibarıyla geçtiğini biliyoruz. Öncelikle bir özendirme aracı olarak başlayan ödüllendirme ilişkilerinin de ortaya çıkıp zamanla yozlaşarak edebiyatı, yazarı bir reklam malzemesi haline getirecek düzeye evirilmesi tartışmaların çarpıcı yanlarından biri olmuştur.
Yazar-okur, yazar yayıncı veya edebiyat alanına dahil olup etki eden benzeri türden ilişkilerin ülkemizde ekonomik, siyasal, sosyal önemli kırılma anı diyebileceğimiz 12 Eylül askeri darbesi ile sistemli bir altüst oluşa yöneldiğini yadsıyamayız. Bizim genellikle yuvarlama yaparak 12 Eylül’le birlikte başlattığımız neoliberal uygulamalar, aslında emperyalist dünya blokunda daha önceden işlemeye başlamış bir süreçti. Neoliberal politikaların sanat ve edebiyattaki karşılığı gerçekçilikten kopuşun sağlanmasıydı. Söz konusu anlayış hem yazar hem okur kesiminde bir savruluşa neden olmuştur. Devrimci demokratik güçlerin cunta karşısında fiili olarak yenilişi, edebiyat alanında, aydınlanmacı düşünce yapısını, sol anlayışla üretilen sanat ürünlerini yenilginin yarattığı psikolojiye dayalı olarak itibarsızlaştırma savaşına dönüştü. Yalçın Küçük, 12 Eylül faşizminin edebiyat alanına ilişkin dolaylı saldırılarını içeren yapıtları o sıralar “küfür romanları” başlığı altında irdelemişti.
Hiçbir şey olduğu gibi kalmıyor elbet. ‘80’li yılların “küfür romanları” tartışmasının üzerinde çok zaman geçti. Egemen sanat anlayışı, egemen zihniyetin damgasını taşırken karşısında direngen güçlü bir sanat damarının da tohumlarını atmış olur. Reel sosyalizmin çöküşüyle birlikte dünyaya egemen olan neoliberal ideolojinin sanattaki karşılığı “post-modernizm” oldu. Post-modernizmde bir doğru yoktur; bir şey öyle de doğru kabul edilebilir böyle de. Gerçek denilen şey yanılsamalar silsilesidir. Ne kadar hayal edersen, ne denli fanteziye gömülürsen insanı o denli şaşırtır, zevklendirir ve kendini okunur kılarsın vs… Ve en önemlisi insanın ürettiği her şey ticari dolaşımın bir parçasıdır. Ticarette görünür ve etkili olmada reklam belirleyicidir. Kitap tüketicisi olan bir nesnedir ve reklama tabidir. Yazar da reklamdan ve parlatılan bir nesneden farklı değildir. Bir zaman dilimine damgasına vuran star yazarlar ışıldar ve peşinden parlayan yeni bir yıldız doğana kadar rafların baş köşesine konur. Piyasalaştırılmış bir edebiyatın yazarı kadar okuru da bu yöntemlere bağlı olarak farklılaşır.
Yazar ve Okuru Biçimleyen Ortak Koşullar
Tüm bu söylediklerimize bağlı olarak yazar okur ilişkisi ya da okurun yazara bakışı ile yazarın okurdan beklentisi de farklı bir hal almaktadır. Okur, yazarını seçerken ödül alıp almadığına baktığı gibi kitabının çıktığı yayınevinin albenisine, tanınmış olup olmamasına da bakar. Merkez medyanın penceresi genel olarak kitlelerin olayları nasıl görmesi gerektiğine dair bir gözlüğe dönüşmüştür. Hatta genel olarak okur, gerçeklikten yani emek ve ekmek kavgası, dolayısıyla demokrasi bilincinden, bilimsel, eşit özgür, cins ve ulusal ayrımcılığı dışlayan eğitimden ve bilinçlenme araçlarından kopartıldığı için edebiyata gerçekçiliğin penceresinden yaklaşan yazar/şairlerin kitaplarını evirip çevirip tezgaha geri bırakmaktadır.
Çevremdeki birçok yazar arkadaşımla okurun yaklaşımına çeşitli yerlerdeki imza günlerinde çokça tanıklık etmişliğimiz vardır. İlgisini çeken bir kitabı eline alan okur, kitabı alma yönünde bir tutum geliştirir. Yazar da “Adınıza imzalayayım” dediğinde okur çok şaşırır. Kafasında canlandırdığı ya da öğretilmiş, gösterilmiş yazar imajı ile o an karşısındaki yazar tipi çelişince, kitabı olduğu yere geri bırakabilmektedir. Tabi piyasanın manipüle eden, yanıltıcı yaklaşımlarından etkilenmemiş saf okurlar ise bunun aksine sevinç ve heyecanla yazara yaklaşmakta, sohbete girişebilmektedir. Okur niteliğini, yazarın durumunu değerlendirmede her iki tarafın yüz yüze geldiği kitap fuarları önemli bir ölçüttür. Büyük şirket ya da organizasyon birimleri tarafından düzenlenen kitap fuarları dışında büyüklü, küçüklü çok sayıda belediye kitap fuarı düzenlemekte, gündelik programlarda yazarları ünlü-ünsüz yaklaşımına göre düzenlemektedirler. Örneğin, fuarın kalabalık olacağı günlere ya da fuarın işlek yerlerine ünlüler yerleştirilir, bunun dışındaki diğer yazarlara ise hellik taşı1 muamelesi yapılır.
1940’lı yıllardan başlayarak yayıncılığa soyunanlar, halkı doğru yönde bilinçlendirme sorumluluğu taşıyan aydınlar ve yazarlardır.
Edebiyat ürünlerinin metalaştırılması elbet ideolojik açıdan egemen ilişkilere ve egemen kültüre uygun yayıncılık işletmesini de beraberinde getirerek önemli bir boyuta ulaşmıştır. Bu aşamanın daha iyi anlaşabilmesi açısından ta ‘40’lı yıllardan başlayarak kitap basmak için yayınevi kurma ya da edebiyatı geliştirmek, yaymak için dergi çıkarma girişimlerine bakmak bile bize yeterince fikir verebilmekte. O yıllardan başlayarak yayıncılığa soyunanlar halkı doğru yönde bilinçlendirme sorumluluğu taşıyan aydın ve yazarlardır. Sabiha ve Zekeriya Sertel, Hikmet Kıvılcımlı, Suat Derviş, Aziz Nesin, Adnan Cemgil, Salim Şengil, Turan Dökmeci, Muzaffer Erdost, Vedat Günyol, İlhan Tarus, Yaşar Nabi Nayır, Hüsamettin Bozok ve daha birçok yayıncının amacı; doğru ve nitelikle kitap/dergi yoluyla halkı aydınlatmak, bilinçlendirmekti.
Keza ülkeyi nefessiz bırakma noktasına getiren Demokrat Parti’nin 27 Mayıs 1960 askeri darbesiyle iktidardan uzaklaştırılmasından sonra da yeni yayınevleri ortaya çıktı. İşçi, memur, teknisyen, öğretmen, öğrenci, köylü kitlesi ekonomik demokratik çıkarları için hareketleniyordu ve bunda yayınevlerinin çıkardığı ve halka ulaşan kitap ve dergilerin payı büyüktü ki yayıncılık yapanlar işin ekmeğini yemekten öte maddi açıdan fedakârlıklarda bulunarak faaliyet yürütüyordu. ‘60’lı yıllarla birlikte yayıncılığa toplumsal sorumluluk ekseninde el atanlar ise yine Aziz Nesin, Salim Şengil, Şükran Kurdakul, Remzi İnanç, Muzaffer Erdost, Osman Yeşil, Bülent Habora, Mehmet Ali Yalçın, Tektaş Ağaoğlu, Süleyman Ege, Kemal Özer, Sırrı Öztürk, İnci-Doğan Özgüden ve daha çokçasıydı. Kitap çevirisini de bizzat yapan çoğu yayınevi sahipleri kendilerine ulaşan dosyalara karşı da ayrıca seçici davranır; yayınlama tutumunu satış üzerinden değil, toplumsal ve edebi değer üzerinden yürütürlerdi.
Edebiyatı, yazardan para kazanmanın odağına koyan kimi yayıncılar dolayısıyla iyi ve nitelikli edebiyatın yara aldığı ayrı bir gerçektir.
Günümüzde sosyal medya kullanımı kişilerin yazma alışkanlığını olumlu yönde etkiledi. Arkadaşının yayınlanmış kitabını gören biri de aynı yola girebilmektedir. Bazıları buna “Önüne gelen yazar oluyor” şeklinde tepkisel yaklaşım gösterse de her insanın içinde sanat dallarından biri veya birkaçına eğilim olabilir. Onu işlemesinde, iddialı bir biçimde geliştirmesinde hiçbir sakınca yoktur. Yazılanlar karşısında kaygı duyan okura düşen görev ise aradığı şeyi ayırt etmeyi, seçmeyi iyi bilmesidir.
Bunlar bir yana edebiyatı, yazardan para kazanmanın odağına koyan kimi yayıncılar dolayısıyla iyi nitelikli edebiyatın yara aldığı ayrı bir gerçektir. Toplumu doğru yönde bilinçlendirmeyi hedefleyen eski yayıncılığın yerini, özellikle dijital yayıncılıkla yazarından adet başına para kazanmakla yanıp tutuşan yayıncılar aldı. Sosyal medyada sürekli dönen reklamlarda yazar olacaklardan editörlük, mizanpaj dahil hiçbir ücret almadıklarının duyurusunu yapıyorlar. Kaldı ki editörlük hizmeti, dağıtım, parasız baskı gibi vaatler müşteri avlama yalanından ibaret. Bir yanda tekelleşmiş yayınevlerinin içerik ve kitap türüne göre yazan, yayıncı editöründen öte neyin daha iyi satacağına karar veren danışmanlarla çalışan yazar tipi; diğer yandan yazdıklarını yayınlatma sıkıntısı yaşayıp yayıncılar için müşteri olan yazarlar varken, öte yanda tam tersi bulunuyor. Hazır dosyasını onlarca yayınevine gönderdiği halde hiç birinden olumlu olumsuz yanıt almamaktan şikayet eden çokça yazar ve yazar adayının çabası tek başına yayıncılığın içinde yer aldığı durumu izah etmek açısından önemlidir.
Ortada düne göre daha tartışmalı bir edebiyat alanı olduğu gerçek. Böylesi bir durumda iyi diyebileceğimiz okur, dünya ve sınıf bilinci gerçekliğini temel olarak kavramış; ne zaman, nerede, ne okuyacağını bilendir. İyi okur internet arama motorunun yönlendirdiği, reklamın, medyanın cazibesine kapılan okur değildir. İyi okur “ünlü”, “ödüllü” yazardan öte edebiyatta görünür kılınmayan ayrıntılara da dikkat eden yani düşünce için emek sarf eden okurdur. İyi yazar da öncelikle iyi bir okurdur ve okuyan ile yazanın yolu dönüp dolaşıp birbiriyle dolaylı olarak birbirine bağlanır da.
İyi yazar da toplumsal gerçekliğin bilincinde olarak kendi varlığını, edebiyatı araçsallaştırmadan, yaşamak, para kazanmak için yazan değil yazmak için yaşayandır. Yine iyi yazar edebiyatın ticarileştirilmesine karşı tavır alan, ses yükselten zamanının aydınlanma sorumluluğunu elden bırakmayan yazardır. Nasıl ki bugünün kıstasları dünden farklı ise yarının kısasları da bugünden farklı olabilecektir. Gerek okur gerekse yazar doğada ve toplumsal süreçlerde değişmeyen tek şeyin değişim olduğu bilinciyle kendini yeniliklere açık tutarak bakış açısını genişleten ve zenginleştirendir de.
1 “Hellik taşı”nı yazar Ayşe Kaygusuz Şimşek’in bir öyküsünde öğrenmiştim. Bir yapı temelini kurarken ana taşların yerine oturmasını sağlamak için araya dolgu için sıkıştırılan taşlara kendi yörelerinde “hellik taşı” derlermiş.